BESMELE

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيمِ

30 Mart 2012 Cuma

Şefaati inkâr edenler

Peygamberimizin ümmeti içindeki günahkârlara şefaatine gelince, bu, sahabe ve hakkıyla tâbi olanlarla dört imam ve başkalarınca da ittifak edilen bir husustur. Ancak Haricîler ve Mu'tezile ile Zeydîler gibi bid'at ehlinin pek çoğu bunu inkâr etmiştir. Onlar diyorlar ki: Kim cehenneme girerse, ne bir şefaatle, ne de başka bir sebeple ondan çıkmaz. Onlara göre, cennete giren cehenneme girmeyecek, cehenneme giren de cennete girmeyecektir. Onlarca aynı şahısta hem sevab, hem de günah olmaz. Ama sahabe ve hakkıyla onlara tâbi olanlarla dört imam ve diğerleri gibi öteki müctehidler, Allah dilediğine azap çektirdikten sonra bir topluluğun kimileri Muhammed (s.a.v.)'in şefaatiyle, kimileri başkalarının şefaatiyle, kimileri de şefaat olmaksızın cehennemden çıkarılacağını belirten mütevatir hadîsleri kabul eder ve öylece inanırlar.
    Şefaati inkâr edenler şu âyetleri delil getirirler:
    «Ve öyle bir günden korkun ki, o gün hiç kimse, kimsenin yerine bir şey ödeyemez. Kimseden de şefaat kabul edilmez. Kimseden fidye de alınmaz» (2 Bakara 48).
    «...kimseden fidye kabul edilmez, hiç kimseye şefaat fayda vermez» (2 Bakara 123) .
    «Ne alışverişin, ne dostluğun ve ne de şefaatin olmadığı gün
gelip çatmadan...» (2 Bakara 254) .
    «Zalimlerin ne bir dostu, ne de sözü tutulur bir şefaatçileri
vardır» (40 Mü'min 18 ).
    «Artık onlara şefaatçilerin şefaati fayda vermez» (74 Müddessir 48).
    Ehl-i Sünnet'in inkarcılara cevabı, yukarıdaki âyetlerle iki özelliğin belirtilmek istendiğidir. Şöyle ki:
    1 — Şefaatin müşriklere yararı yoktur. Nitekim Allah onları nitelerken şöyle buyurmaktadır:
      «Sizi bu yakıcı ateşe sürükleyen nedir? Derler ki: 'Namaz kılanlardan değildir. Düşkün kimseyi doyurmuyorduk. (Bâtıla) dalanlarla biz de dalardık. Ceza gününü yalanlardık. Biz o haldeyken ölüm geldi. Artık onlara şefaatçilerin şefaati fayda vermez» (74 Müddessir 42-48)İşte bu Kimselere şefaatçilerin şefaati fayda vermez. Çünkü onlar kâfir idiler.
    2 — Bu âyetlerle, müşrikler ile, Ehl-i Kitab ve müslümanlar içinde Allah'ın izni olmaksızın yaratıkların şefaat edebileceğini sanan müşriklere benzer bid'at ehlinin ileri sürdükleri şefaat reddedilmektedir. Sanıyorlar ki, Allah katındaki şefaat de, insanların, insanlar yanındaki şefaati gibidir. Kendisinden şefaat istenen kişi bunu, ya şefaat isteyenden birşeyler beklediği, ya da ondan çekindiği için kabul eder. Yani şefaat isteyen ile kendisinden şefaat istenenin karşılıklı çıkarları söz konusudur.
    Müşrikler, Allah'tan ayrı olarak, meleklerden, peygamberlerden ve sâlihlerden bazılarını şefaatçiler ediniyorlardı. Heykellerini yapıyor, o heykellerden şefaat diliyor ve şöyle diyorlardı: Bunlar, Allah'ın hâs adamlarıdır. Biz, Allah'a dua ve ibadetleriyle tevessül ediyoruz ki, bize şefaat etsinler. Tıpkı hükümdarlara hâs adamlarıyla tevessül edildiği gibi. Çünkü onlar, hükümdarlara başkalarından daha yakındırlar. Hükümdarların izni olmasa da, onlar katında şefaat ederler. Onlardan biri, hükümdarın istemediği bir şey hakkında da şefaat edebilirler. Çünkü hükümdarın da bunda bir çıkarı vardır. Şefaat dileyenden ya bir şeyler beklemektedir, ya da kendisine verilebileceği bir zarardan korkmaktadır.
    İşte Allah bu şefaati reddediyor ve şöyle buyuruyor:
    «O'nun izni olmadan katında şefaat edecek kimdir?» (2 Bakara 255 )
     «Allah dilediğine ve hoşnut olduğuna izin vermedikçe, göklerde bulunan nice meleklerin şefaati bir şeye yaramaz» (53 Necm 26) .
    Melekler hakkında da şöyle buyurmaktadır:
    «Rahman çocuk edindi, dediler. Hâşâ; hayır, melekler şerefli kılınmış kullardır. Allah'tan önce söz söylemezler; ancak O'nun emri üzerine iş işlerler. Allah, onların yaptıklarını ve yapmakta olduklarını bilir. Onlar, Allah'ın hoşnut olduğu kimseden başkasına şefaat etmezler; hepsi O'nun korkusundan titrerler» (21 Enbiyâ. 26-28).
    Yine şöyle buyurmaktadır:
    «De ki: 'Allah'ı bırakıp da göklerde ve yerde zerre kadar bir şeye sahip olmadığı, her ikisinde de bir ortaklığı bulunmadığı ve hiçbiri Allah'a yardımcı olmadığı halde (kendilerinde bir şeyler var) sandıklarınızı yardıma çağırsanıza! Allah katında kendisine izin verilenden başkasının şefaati fayda vermez» (34 Sebe' 22-23).
    «Onlar, Allah'ı bırakarak, kendilerine fayda da, zarar da veremeyen putlara taparlar: 'Bunlar, Allah katında bizim şefaatçilerimizdir' derler. De ki: 'Göklerde ve yerde Allah'ın bilmediği bir şeyi mi O'na haber veriyorsunuz?' Allah, onların ortak koşmalarından münezzeh ve yücedir» (10 Yûnus 18 ).
    «Rablerine toplanacaklarından korkanları Kur'an'la uyar. O'ndan başka bir dost ve şefaatçileri yoktur»(6 En'âm 51).
    «Gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları altı günde yaratan, sonra Arş'a istiva eden (hükmeden) Allah'tır, O'ndan başka bir dostunuz ve şefaatçiniz yoktur. Düşünmez misiniz?» (32 Secde 4 ).
    «Allah'ı bırakıp yalvardıkları kimseler şefaat edemezler. Ancak hakkı bilip ona şahidlik edenler bunun dışındadır» (43 Zuhruf 86 ).
    «And olsun ki, sizi ilk defa yarattığımız gibi - size verdiklerimizi ardınızda bırakarak - bize birer birer geldiniz; içinizde Allah'ın ortakları olduğunu sandığınız şefaatçilerinizi beraber görmüyoruz. And olsun ki aranızdaki bağlar kopmuş, ortak sandıklarınız  sizden ayrılmışlardır» (6 En'âm 94).
    «Yoksa Allah'tan başka şefaatçiler mi edindiler? De ki: 'Onlar, hiçbir şeye güçleri yetmeyen, düşünmeyen şeyler olsalar da mı?' De ki: 'Bütün şefaat Allah'ındır. Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Sonra O'na döndürüleceksiniz'. Allah tek başına anıldığı zaman; âhirete inanmayanların kalbleri ürker. Ama O'ndan başkaları anıldığı zaman, hemen sevinirler» (39 Zümer 43-45 ).
    «Rahman için sesler kısılmıştır, fısıltıdan başka bir şey işitemezsin. O gün Rahman izin verip sözünden hoşlandığı kimseden başkasının şefaati fayda vermez» (20 Tâhâ 108-109).
    Yasin sûresinde sözü edilen kişi de şöyle demektedir:
    «Ben, niçin beni yaratana kulluk etmeyeyim? Oysa siz hep O'na döndürüleceksiniz. O'ndan başka tanrılar edinirmiyim hiç? Eğer Rahman bana bir zarar vermek dilese, onların şefaati bana hiçbir fayda sağlamaz ve (onlar) beni kurtaramazlar. O takdirde ben, apaçık bir sapıklık içinde olurum. Ben sizin Rabbinize inandım, beni dinleyin». (36 Yasin 22-25)
    İşte müşriklerin melekler, peygamberler ve sâlih kimseler için var olduğunu söyledikleri bu şefaat reddedilmiştir. Müşrikler nihayet onların heykelerini de yaptılar ve heykelleriyle şefaat dilemelerinin, aslında kendileriyle şefaat dilemeleri anlamında olduğunu söylediler. Yine kabirlerine gidip: «Biz ölümlerinden sonra da onlarla şefaat diliyoruz ki, Allah katında bize şefaat etsinler» dediler. Yine heykellerini yapıp bu şekilde de onlara taptılar. Allah ve Resulünün reddettiği ve ondan dolayı müşrikleri kınayıp onları kâfir saydıkları şefaat işte budur. 
Allah, Hz. Nuh 'un kavmiyle ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:
 Ve dediler ki: Sakın ilâhlarınızı bırakmayın; hele Ved'den, Suvâ'dan, Yeğûs'tan, Ye'ûk'tan ve Nesr'den asla vazgeçmeyin!.
(Böylece) onlar gerçekten birçoklarını saptırdılar. (Rabbim!) Sen de bu zalimlerin ancak şaşkınlıklarını arttır!(11 Nuh 23-24).
    «Tanrılarınızı bırakmayın, ne Vedd'i, ne Suva'ı, ne de Yeğûs'u, Ye'uk'u ve Nesri'i bırakmayın. (Böylece) onlar, birçok kimseyi yoldan çıkardılar» (11 Nuh 23-24). İbn Abbas ve başkaları diyor ki: İsmi geçen bu şahıslar, Hz. Nuh kavminden sâlih kimselerdi. Vefat ettiklerinde, kabirlerinin üzerine üşüştüler. Sonra da heykellerini yapıp onlara taptılar. Bu rivayet, bütün tefsir ve hadîs kitablarında geçer.
    İşte Peygamber (s.a.v.) buna şiddetle karşı çıkmış, 
ona giden yollarla birlikte onu toptan reddetmiştir. 
Öyle ki, onlarla şefaat kasdı olmasa bile peygamber ve sâlih kimselerin kabirlerini mescid edinenleri lanetlemiş, kabirlere karşı namaz kılmayı yasaklamış ve Hz . Ali'yi gönderip yükseltilmiş ne kadar kabir bulursa hepsini yerle bir etmesini, ne kadar dikili heykel bulursa, yıkıp mahvetmesini emretmiş ve tasvir yapanları lânetlemiştir.

 Ebû'l Heyyâc el-Esedî 'nin şöyle dediği rivayet edilir: 
Ali b. Ebî Tâlib bana dedi ki: «Resûlüllah (s.a.v.)'in beni gönderdiği bir işe seni gönderiyorum. Ne kadar heykel varsa yık ve ne kadar yükseltilmiş mezarla karşılaşırsan, onu yerle bir et».Bir lâfızda da: «Ne kadar suret varsa imha et» denilmektedir. (Müslim rivayet etmiştir.)(Müslim, Cenâiz 93; Ebû Dâvud, Cenâiz 68; Tirmizî, Cenâiz 56; Nesâi, Cenâiz 99)

İbni Teymiyye

26 Mart 2012 Pazartesi

KAZA, KADER VE HİKMET

Soru:
İlâhî kazalar (takdir) bir hikmete dayalı olarak mı takdir edilmişler yoksa bir hikmete dayanmıyorlar mı?

Şayet ilâhî takdirlerin arkasında mutlaka bir hikmet varsa, acaba Allah insanlardan, onların yapmakta oldukları şeyleri irade etmiş midir, etmemiş midir?
Eğer yaptıklarının öncesinde ilâhî bir irade varsa, bu durumda mazeretin olmasının ne anlamı olabilir ki?

Cevap:
Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun.

Evet, Allah’ın kaza ve kaderinin gerisinde eksiksiz bir hikmeti vardır. Kullar bunu bilmeseler de. Çünkü Allah bildiği bazı bilgileri kullarına veya kullarından dilediği kimselere bildirmiştir. Bildiği bazı bilgileri de kullarına bildirmemiştir.

Nitekim Allah şöyle buyurur:
“O’nun bildirdiklerinin dışında insanlar O’nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler. O’nun kürsüsü gökleri ve yeri içine alır, onları koruyup gözetmek kendisine zor gelmez.” (Bakara, 255)

Yüce Allah, kullarından yapmakta oldukları şeyleri, tekvini irade kapsamında irade etmiştir. Nitekim müslümanlar “Allah’ın dilediği olur, dilemediği de olmaz”prensibi üzerinde görüş birliği içindedirler.

Allah şöyle buyurur:
“Allah kimi doğru yola iletmek isterse onun kalbini İslâma açar; kimi saptırmak isterse göğe çıkıyormuş gibi kalbini iyice daraltır.” (En’am, 125),

“Onlar ihtilafa düşmeye devam edecekler. Ancak rabbinin merhamet ettikleri müstesnadır. Zaten rabbin onları bunun için yarattı.” (Hud, 118-119)
“Allah dileseydi onlar savaşmazlardı; fakat Allah dilediğini yapar.”(Bakara, 253)
“Allah sağlam sözle iman edenleri hem dünya hayatında hem de ahirette sapasağlam tutar. Zalimleri ise Allah saptırır. Allah dilediğini yapar.” (İbrahim, 27)

Ancak günahları, onları işleyenlerden, emir, şeriat, sevgi, rıza ve dini irade açısından irade etmemiştir. Aksine bu hususta Allah iradesini şöyle açıklar:
“Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez.”(Bakara, 185)
“Allah size açıklamak ve sizi, sizden öncekilerin yollarına iletmek istiyor.” (Nisa, 26)
“Sizin günahlarınızı bağışlamak istiyor. Allah hakkıyla bilicidir, yegane hikmet sahibidir. Allah sizin tevbenizi kabul etmek ister; şehvetlerine uyanlar ise büsbütün yoldan çıkmanızı isterler. Allah sizden hafifletmek ister; çünkü insan zayıf yaratılmıştır.” (Nisa, 27-28)
“Allah size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez; fakat sizi tertemiz kılmak ve size nimetini tamamlamak ister.” (Maide, 6)
“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”(Zariyat, 56)

Açıklamaları ve sözleri tasnif ettiğimizde, ayrıntılı değerlendirmelere tabi tuttuğumuzda karışıklıklar ortadan kalkar, sapıklık savılmış olur. Başka bir yerde, konuya ilişkin temel prensipleri önemine yakışır bir şekilde ayrıntılı olarak değerlendirdik. Ama burası ayrıntılı açıklamanın yeri değildir.

“Mazeretin olmasının anlamı nedir?” sözüne gelince;
Mazur olduğu nesnel olarak bilinen kimse, irade ettiği halde fiil işlemekten aciz olan kimsedir. Ayağa kalkmaktan, oruç tutmaktan, cihad etmekten aciz olan hasta ve infak emekten aciz olan fakir gibi...

Bunlar mükellef değildirler ve yapmadıkları şeylerden dolayı cezalandırılmazlar da. Aynı durum, çocuk ve deli gibi, davetin ulaşmadığı kimse gibi dinlemekten ve anlamaktan aciz olanlar için de geçerlidir.

Ama kötülük yapmayı seven, seçen ve razı olan, sonra da bunları işleyen kimse, istediğinin aksini yapmaya zorlanacak değildir. Razı olmadığı bir şeyi yapmaya zorlanmış değildir. Böyle birine “mazur” denebilir mi? Buna dense dense“mağrur” denir. Ancak bu konunun detaylandırılması için yaratma ve emir olgularının gerisindeki hikmetin açıklanmasına ihtiyaç vardır. Bu da yerinde açıklanmıştır. Ama bu bölümün kapasitesi bu tarz bir ayrıntıyı kaldırmaz.

Allah daha iyi bilir. Allah’ın salat ve selamı Hz. Muhammedin üzerine olsun.
İbni Teymiyye