BESMELE

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيمِ

11 Temmuz 2009 Cumartesi

HZ. İSA'NIN DOĞUŞU

Ali İmran Suresi

HZ. İSA'NIN DOĞUŞU

Sözün akışı içinde ele alınan bu olağanüstü olay sanki her çeşit efsane ve kuşkulandırmaların kaynağı olan İsa olayına bir giriştir. Aslında bu olay, bağımsız ilahi iradenin zincirleme olayları içinde ancak bir halkayı oluşturmaktadır. Burada Mesih kıssasına giriliyor. Meryem'in kötülüklerden arınma, dua ve ibadet ile bu yüce üflenen nefesi kabul edebilecek seviyeye gelmeden önceki hazırlığına kıssada yer veriliyor.

42- Hani melekler şöyle demişti; `Ey Meryem, Allah seni seçti, arındırdı ve dünyanın kadınlarına üstün kıldı :

43- Ey Meryem Rabbinin huzurunda saygı ile dur. Secdeye kapan ve rükua varanlarla birlikte sen de rükua var.

Bu öyle bir seçmedir ki, bunu, seçme sözcüğü ifade edemez. Tamamen intihab etmedi. Yaratılışın başında "Adem" bu doğrudan üfürmeyi aldığı gibi Allah Meryem'i de bu doğrudan üfürmeyi alması için seçmiş bulunmaktadır. O'nun vasıtasıyla ve O'nun yoluyla insanlara göstereceği bu olağanüstü olay nasıl bir olaydı. Bu insanlık tarihinde eşine rastlanmayan bir seçilmeydi. Onun büyük bir olay olduğu tartışma götürmezdi.

Fakat Meryem o ana kadar bu büyük olaydan habersizdi. Burada işaret edilen arınma, yüklü bir işarettir. Çünkü burada Meryem'in temizliğinin belirtilmesi İsa'nın (selâm üzerine olsun) doğuşu etrafında meydana getirilen şüphelerden dolayı tertemiz olan Meryem'e iftiralar yakıştırmaktan çekinmeyen yahudileri yadsımaktadır.

Bu iftiralarında, söz konusu doğumun yaşadığımız dünyada bir benzeri olmadığı kuşkusuna dayanıyorlar ve bu doğumun perde arkasında bilmedikleri gizemli bir ilişkinin olmadığını sanıyorlardı. Allah kahretsin onları...

Burada İslâm'ın büyüklüğü ortaya çıkıyor. Asıl kaynağı kesin olarak belli oluyor. İşte Muhammed (salât ve selâm üzerine olsun) İslâm peygamberi ehli kitaptan -ki hıristiyanlar da onlardan bir kesimdi- onca yalanlamalara, tartışmalara, kuşkulandırmalara ve antlaşmalarla karşılaşmalarına rağmen... İşte İslâm peygamberi Rabbinden aldığı bilgilerle Meryem'in büyüklüğü gerçeğinden ve O'nun bütün dünya kadınlarından daha üstün olduğunu öyle genel olarak söz ediyor ki onu gerçekten zirveye çıkarıyor. O bunları dile getirirken Meryem'le övünen ve O'nun ululuğundan hareketle Muhammed'e ve yeni dine iman etmemek için kendilerine bir kulp bulmaya çalışan bir toplulukla tartışmaktadır. Bu ne doğruluk. Bu ne ululuk. Bu dinin kaynağını ve O'nun önderi bulunan güvenilir kişinin doğruluğunu gösteren şahane bir delildir bu...

O, Rabbinden Meryem ve İsa (selâm üzerine olsun) ile ilgili "Gerçeği" alıyor. Bu gerçeği açıkça dile getiriyor. Hem de bu ortamda. Eğer Allah tarafından görevlendirilen gerçek bir elçi olmasaydı bu ortamda söz konusu gerçeği asla açıklamazdı!

"Ey Meryem, Rabbinin huzurunda saygı ile dur, secdeye kapan ve rukuya varanlar ile birlikte sen de rükûa var."

Bağlılık ve ibadet, boyun eğmek ve rükû etmek... Tehlikeli ve büyük olaya giriş için sürekli olarak Allah'a bağlı bir yaşam...

Kıssanın bu bölümünde, büyük olaya geçmeden önce kıssaların veriliş hikmetinden bir meseleye parmak basılıyor. Bu mesele Peygambere (salât ve selâm üzerine olsun) görmediği gayb haberlerini getiren valıyin ispati meselesidir.

44- Bunlar sana vahiy yolu ile bildirdiğimiz gayb alemine ilişkin haberlerdir. Onlardan hangisi Meryem'in sorumluluğunu üstlenecek diye kalemleri ile kur`a çekerlerken sen yanlarında değildin, bu konuda çekişirken de orada değildin.

Bu âyet, annesi onu bir kız çocuğu olarak Havra'ya getirdiğinde, Rabbine verdiği sözü ve adağı teslim ettiğinde Havra'nın hizmetlilerinin Meryem'in ihtiyaçlarını üstlenmede yarıştıklarına işaret etmektedir. Ayetin metni elde bulunan Eski Ahit (Tevrat) ve Yeni Ahit (İncil) de kaydedilmeyen bir olaya değinmektedir. Yalnız bu olayın Hahamlar ve Rahipler tarafından havra hizmetlerinin kalemlerinin atılması olayı bilinen bir mesele olması gerekmektedir. Meryem'in kimin payına düştüğünü öğrenmek için atılan kalemlerin... Kur'an ayetleri olayın detaylarına inmez. Bazen bunun, muhatap alınan kimselerce bilindiğinden böylece yapar. Ya da bu detayların gelecek nesillere vermek istediği mesajın gerçek temeline fazla bir katkısı olmadığından onları öz olarak verir. Fakat biz Havra hizmetlilerinin Meryem'in kimin payına düştüğünü anlamak amacıyla özel bir yöntem kullanmada kalemleri atma yoluyla anlaştıklarını anlayabiliriz. Nitekim biz de bu tür olaylarda kura yöntemini kullanıyoruz. Bir takım rivayetler onların kalemlerini Ürdün nehrine attıklarını hepsinin kalemlerinin akıntıya kapıldığını yalnız Zekeriyya'nın kaleminin atıldığı yerde kaldığını ve bu durumun aralarında işaret olarak kabul edildiğinden Meryem'i O'na teslim ettiklerini kaydetmektedirler.

Bunların hepsi Resulullah'ın (salât ve selâm üzerine olsun) görmediği, ilmini elde etme imkânına ulaşmadığı gayp konularındandı. Hatta bunlar çoğu zaman Havra'nın deşifré`edilmeyen ve açıklanması doğru olmayan sırlarından sayılırdı. Kur'an bu sırları -o zamanki ehl-i kitabın ileri gelenlerine karşı- bir delil olarak kullandı. O'nu doğru sözlü peygamberine Allah'tan vahiy geldiğine bir işaret olarak gösterdi. Ehl-i Kitabın bu delili red ettiğine dair hiçbir kayda rastlanmamıştır. Eğer bu mesele tartışma konusu olsaydı peygamberle tartışırlardı. Zira kendileri tartışmaya gelmişlerdi!

BİR MUCİZE

Şimdi İsa'nın doğuşuna geliyoruz. İnsanlara göre gerçekten büyük bir hayretengiz, Allah'ın mutlak iradesine göre ise normal bir iş olan meseleye...

45- Hani Melekler dediler ki; `Ey Meryem, Allah seni dolaysız Kelime'si İle müjdeliyor. Onun adı Meryemoğlu İsa Mesih'tir. O dünyada da ahirette de yüce, şanlıdır ve Allah'ın yakınlarındandır.

46- O daha beşikteyken ve yetişkinlik çağında insanlarla konuşacaktır ve salih kullarındandır.

47- Meryem `Ey Rabbim, bana hiçbir insan dokunmamışken nasıl olur da çocuğum olabilir?' dedi. De ki: `İşte böyledir, Allah dilediğini yaratır. O bir şeyin olmasına karar verince ona sadece "ol " der o da hemen oluverir.'

48- Allah O'na Kitab'ı, Hikmet'i, Tevrat'ı ve İncil'i öğretecek.

49- O'nu, İsrailoğullarına şöyle diyecek olan bir peygamber olarak gönderecek; `Ben size Rabbinizden mucize ile geldim. Ben sizin önünüzde çamurdan kuş biçiminde bir cisim yapar, sonra ona bir nefes üflerim de Allah'ın izni ile kuş oluverir; Doğuştan körler ile alacalık (ebras) hastalarını iyileştiririm; Allah'ın izni ile ölüleri diriltirim; evlerinizde hangi yiyeceklerinizi yediğinizi ve hangilerini sonraya bıraktığınızı haber veririm. Eğer mümin iseniz, bu sizin için ibret alacağınız kesin bir delildir.

50- Benden daha önce inen Tevrat'ı onaylayıcı olarak size haram kılınmış olan bazı şeyleri helâl ilan etmek üzere Rabbiniz tarafından kesin bir kanıtla size geldim. Allah'tan korkunuz ve bana itaat ediniz.

51- Allah benim de sizin de Rabbimizdir, O'na kulluk ediniz, doğru yol işte budur.

Bu sırada Meryem, arınması duası ve ibadetiyle bu üstün fazilete ve bu olayı taşıyabilecek ehliyete sahip bulunuyordu. İşte şimdi O, -ilk defa- Melekler aracılığıyla bu önemli olaydan haberdar ediliyor:

"Hani melekler dediler ki; "Ey Meryem, Allah seni dolaysız kelimesi ile müjdeliyor. Onun adı Meryemoğlu İsa Mesih'tir. O dünyada da ahirette de yüce şanlıdır ve Allah'ın yakınlarındandır. O daha beşikteyken ve yetişkinlik çağında insanlarla konuşacaktır ve salih kullardandır."

Bu, gerçekten büyük bir müjde ve olayı bütünü ile ortaya koyan bir açıklamadır. Adı Meryem oğlu İsa Mesih olan Allâh'tan bir sözün müjdesidir. Mesih metindeki bir sözü konumundadır ve gerçekten de sözdür. Peki bu ifadenin sırrı nedir?

Bu ve benzeri olaylar, gerçek bir biçimde nitelikleri kavranamayacak olan gayb olaylarındandır. Belki de bunlar Cenabı Allah'ın şu sözünde kastettiği işlerdir:

"Sana bu kitabı indiren O'dur. Bu kitabın bir kısım ayetleri kesin anlamlı (muhkem)'dir, bunlar O'nun özünü oluştururlar. Diğer bir kısmı da birden çok anlamlı (müteşabih)dir. Kalplerinde eğrilik olanlar fitne çıkarmak ve keyfî yorumlar yapmak amacı ile bu kitabın birden çok anlamlı ayetlerinin ardına düşerler. Oysa onların yorumunu sadece Allah bilir. Köklü bilgiye sahip olanlar ise `Bu kitaba inandık, o bütünü ile Allah katından gelmiştir' derler. Bunu ancak aklı başında olanlar düşünebilirler."

Yalnız biz bu gerçeğin özelliğini gönlümüzü Allah'a, O'nun sanatına, kudretine ve özgür olan dilemesine bağlayacak bir anlayışla kavramak istediğimizde iş gerçekten kolaylaşır.

Allah, Adem'i topraktan yaratmakla beşerin hayatını başlatmayı diledi: Çünkü insan bu Allah'tan başkasının bilmeyeceği gizli olgunun yapısında ileri-geri en ufak bir fonksiyona sahip değildir. Bu gizli olgu ilk canlı yaratığa giydirilen hayat sırrıdır. Ya da eğer onun yaratılışı doğrudan ölü topraktan meydana getirilmişse, Adem'e giydirilen hayat sırrıdır! Allah'ın yanında bu da diğeri gibidir. Varlıkta ve tabiatında biri diğerinden daha ilerde değildir... (Biz burada tartışma gereği olarak böyle diyoruz. Yaratılış ve tekamül teorisini tartışmıyoruz. Zaten bu teori bilimsel temellerini yitirmek üzeredir. O artık sırf bir teoriden ibarettir.)

Peki bu hayat nereden geldi? Nasıl geldi? Hayatın topraktan ve yeryüzündeki diğer ölü maddelerden ayrı bir varlık olduğu kesindir. Bu bambaşka bir gerçektir. Ne toprakta ne de ölü maddelerde asla bulunmayan etkileri ve görünümleri doğuran bir sırdır o.

Peki. bu sır nereden geldi? Bilemediğimiz varlık hakkında uluorta konuşmak ya da O'nun varlığını inkar etmeye kalkışmak yeterli olmayacaktır! Nitekim materyalistler, bu noktada, değil bilgin bir kimsenin, aklı başında normal bir insanın bile değer vermeyeceği basit demagojilere dayanmaktadır!

Biz bilmiyoruz! Biz insanlar olarak hayatın kaynağını tanımak istedik yahut ellerimizle onu ölülerden çıkarmaya çalıştık. Bizim bu çalışmalarımızın tamamı gerçekten boşa gitmiş bulunmaktadır!

Biz bilmiyoruz! Yalnız insanoğluna hayatı bağışlayan Allah biliyor. Ve O bize diyor ki: Hayat benim ruhumdan bir nefhadır. İş ondan gelen bir tek söz ile tamamlanmıştır. "Ol" der, o da oluverir...

Peki bu nefha nedir? Nasıl ölü elementlere üfürülür de insanların anlayamadığı bir gizlilik ve incelikle onda bu sır meydana gelir?

O sır nedir? Nasıl bir varlıktır? İşte bu insan aklının üstesinden gelemeyeceği için anlamakla yükümlü olmadığı bir olgudur. Akla, onu kavrayacak güç bağışlanmamıştır. -Hayatın niteliği ve nefhanın yolunu öğrenmek Allah'ın yerine getirmesi için yarattığı insanın, görevi yeryüzünde hilafet görevine katkıda bulunmayacaktır. İnsan, ölü varlıklardan bir hayat yaratacak değildir... O zaman hayatın özelliğini, Allah'ın yarattığı ruhtan gelen nefhanın niteliğini, Adem ile nasıl ilişki kurduğunu veya çamurun ilk olarak canlanmaya başladığı hayatın birinci basamağını nasıl oluşturduğunu öğrenmenin ne fonksiyonu olabilir?

Yüce Allah Adem'i meleklere bile üstün kılan ve onu onurlandıran nesnenin ruhundan O'na üfürmesi olduğunu belirtmektedir. Öyleyse bunun kurtcuklara ve mikroplara bahşedilen soyut hayattan daha başka bir hayat olması gerekir! İşte bu olay bizi insanı yalnız başına ayrı bir tür olarak kabul etme görüşüne götürmektedir. Onu evrenin düzeni içinde diğer canlılarda bulunmayan özel bir konumda değerlendirmemize neden olmaktadır!

Her neyse burada konumuz bu değildir. İnsanın yaradılışı konusunda tartışma gereği olarak kaydettiğimiz bir takım açıklamaların okuyucunun gönlünde bazı şüphelere dönüşmemesi için bunları kısaca kaydetmeyi uygun gördük! Burada önemli olan Allah'ın bize hayatın sırrından haber vermesidir. Bu sırrın özelliğini ve ölülere nasıl üfürüldüğünü kavrayamasak da önemli değildir...

Cenabı Allah Adem'i doğrudan yaratma şekliyle halk ettikten sonra, insanın yaratılışı için belli bir yol belirlemeyi dilemiştir. Bu yol kadın ile erkeğin birleşmesidir. Yumurtanın sperm ile döllenmesidir. Yumurta ile spermanın döllenmesi böylece tamamlanır. Doğum da bu şekilde gerçekleşir. Yumurta ölü değil çanlıdır. Sperm dé aynı şekilde diridir ve hareketlidir.

Artık insanlar yaradılışın bu kurala göre meydana gelmesine alıştılar. Bu esnada yüce Allah insanoğullarından biri üzerinde daha önce seçtiği kurala aykırı bir uygulamak bulunmayı diledi. Onu, ilk yaratmaya tıpatıp uymasa da ona yakın ve benzer bir biçimde yaratmak istedi. Bu yaratılışta yalnız bir kadın unsuru vârdı. Burada başlangıçta hayatı meydana getiren nefhayı almakta ve kadında bir hayat meydana gelmiş olmaktadır!

Bu nefha sözün kendisi midir? Bu söz iradeyi yönlendiren bir söz müdür? Bu söz hem gerçek olabilen hem de iradeyi yönlendirmekten kinaye olabilen "ol" emri midir? Bu söz İsa mıdır? Yoksa İsa'nın kendisinden yaratıldığı nesne midir?

Bunların hepsi şüphelerin dışında hiç bir fayda sağlamayan konulardır. Bunlardan anlaşılması gereken şudur: Yüce Allah benzeri bulunmayan bir hayat yaratmàyı dilemiş, hayatı kendi ruhundan bir nefha ile fakat özgür iradesine uygun bir biçimde bu hayatı yaratmıştır. Biz bu hàyatın sonuçlarını kavrayabiliyor niteliğini bilmiyoruz. Aslında onu bilmememiz gerekir. Zira onu bilmemiz yeryüzünde Hilafet görevini yerine getirmede gücümüzü artırmıyor. Çünkü hayatı yaratma, halife olma görevinin kapsamına girmiyor.

İşte mesele bu kadar kolay anlaşılabilecek niteliktedir. Olayın meydana gelişi şüpheleri uyandırmaz!

İşte bu şekilde melekler Meryem'i Allah'tan adı Meryem oğlu İsa Mesih olan bir söz ile müjdelenmişlerdi. Bu müjde O'nun türünü, kapsadığı gibi, adını ve nisbetini de içeriyordu. Onun bu nisbetten kaynağının annesi olduğu ortaya çıkıyordu. Sonra bu müjde aynı zamanda O'nun niteliklerini ve Rabbinin katındaki değerini de içeriyordu. "Dünyada da Ahirette de şanı yücedir. Ve yakınlaştırılanlardandır." Doğuşu ile birlikte meydana gelen mucize bir olayada yer veriyordu: "Beşikte insanlarla konuşur", geleceğine de bir işarette bulunulmuştu: "Erginliğinde de..." Karakteristiğine ve katıldığı kervana da değinilmiştir. "Ve o iyi kimselerdendir."

İnsanların beşeri alışkanlıklarına bağımlı olan bakire, el değmemiş genç Meryem'e gelince; O, bu müjdeyi bir genç kızın karşılayacağı biçimde karşılamıştır. Rabbine yönelmiş, O'na niyazda bulunmuş, insanın aklını hayrete düşüren bu bilmecemsi olayı deşifre etmesini taleb etmiştir:

"Dedi ki: Rabbim! Hiç kimse bana dokunmamışken nasıl bir erkek çocuğum olabilir?"

Derhal kendisine cevap geliyor: İnsanların sebep-sonuçlarà bağlı kalışları, bilgilerinin kıtlığı ve sınırlı bakışları nedeniyle hesaba katmadıkları basit gerçeğe Meryem'in dikkatini çekiyor:

"Dedi ki: İşte böyle, Allah dilediğini yapar. Bir işe hükmettiğinde yalnız ona "ol" demesi yeter O da oluverir."

İş bu birinci plandaki gerçeğe havale edildiğinde şaşkınlık ortadan kalkıyor, hayret kayboluyor, gönül huzura kavuşuyor. İnsan kendi iç alemine yöneliyor ve hayret içinde soruyor. Bu kadar yakın olduğum fıtrî ve açık bir işe nasıl oldu da hayret ettim!

İşte bu şekilde Kur'an İslâm düşüncesinin bu büyük gerçeklere bakış açısını böylesine kolay yakın ve fıtrî yolla ortaya koyuyor. Aynı şekilde karmaşık felsefelerin kördüğüm haline getirdiği şüpheleri aydınlatıyor, onu sağlam biçimde hem kalbe hem de akla yerleştiriyor.

Sonra Melek, Allah'ın doğurması için eşsiz bir şekilde Meryem'i seçtiği hakkındaki müjdelerin ve İsrailoğulları arasında nasıl yaşayacağı ile ilgili bilgileri vermeyi sürdürüyor. Burada Meryem'e verilen müjde Mesih'in geleceği tarih ile kenet!eniyor. Bir anlatımda buluşuyor. Kur'an üslûbunda sanki iki olay aynı anda gerçekleşiyor.

"Ona Kitabı, Hikmeti, Tevrat'ı ve İncili öğretecek."

Burada Kitaptan amaç, yazı yazma olabileceği gibi Tevrat ve İncil de olabilir. İkinci şıkta Tevrat ve İncilin kitaptan sonra belirtilmesi, ek bir açıklama olur. Hikmet, psikolojik bir haldir. İnsan onunla herşeyi yerli yerine koymayı, doğru olanı kavramayı ve ona bağlanmayı elde eder. Bu gerçekten paha biçilmez bir olgudur. Tevrat da İncil gibi İsa'nın, kitabıydı. İsa'nın getirdiği dinin temelini oluşturuyordu. İncil ise, İsrailoğullarının gönül!erinde bozulan dinin özünü ve Tevrat'ı diriltecek tamamlayıcı bir kitaptı. Bu Hıristiyanlıktan söz eden pek çok kimsenin hataya düştüğü gibi bir hatadır. Onlar, Tevrat'ı ihmal ediyorlar. Halbuki, Tevrat, Mesih dininin temelidir. Toplum düzeninin üzerinde kurulduğu hayat nizamı ondadır. İncil ancak, Tevrat'ın çok az bir kısmını düzeltmiştir. İncil ise, dinin özünü yenilemek ve diriltmek için, bir nefhadır. İlahi direktifler doğrultusunda doğrudan Allah'a bağlanmakla insanın vicdanını eğitme çabasıdır. Zaten Mesih bu diriltme ve eğitme için gönderilmiş ve ilerde değinileceği gibi, tuzağa düşürülünceye kadar bu uğurda çalışmıştır.

"O'nu İsrailoğullarına şöyle diyecek olan bir peygamber olarak gönderecek "Ben size Rabbinizden mucize ile geldim. Ben sizin önünüzde çamurdan kuş biçiminde bir cisim yapar sonra ona bir nefes üflerim de Allah'ın izni ile kuş oluverir; doğuştan körler ile alacalık (ebras) hastalarını iyileştiririm. Allah'ın izni ile ölüleri diriltirim. Evlerinizde hangi yiyeceklerinizi yediğinizi ve hangilerini sonraya bıraktığınızı haber veririm. Eğer mümin iseniz bu sizin için ibret alacağınız kesin bir delildir"

Bu ayeti kerime İsa'nın (selâm üzerine olsun) İsrailoğullarına peygamber gönderildiğini ifade etmektedir. İsa, onların peygamberlerïnden biridir. Bu nedenle Musa'ya.(selâm üzerine olsun) indirilen Tevrat, aynı zamanda İsa'nın da kitabıydı. Onda da İsrailoğulları topluluğunun hayatı için düzenlenen yasa vardı. Yani Tevrat yasama ve yürütme kanunlarını da kapsıyordu. İsa buna ilave olarak İncil'e de sahiptir. İncil de ruhun dirilişini, kalbin eğitilmesini ve vicdanın uyarılmasını kapsıyordu.

Allah'ın, annesi Meryem'e O'nunla beraber olacağını müjdelemesi ve pratik olarak İsrailoğullarına,gösterdiği mucizeler olan ölülere üflediğinde onların dirilmesi, kör olarak doğan çocuğu iyileştirmesi, alacalıyı iyileştirmesi, -kendisi açısındàn- gayb olan olayları haber vermesi (İsrailoğullarının gözlerinde sakladıkları yemek ve saireyi gözüyle görmekten uzak olduğu halde, haber vermesi) mucizesidir.

Bu olağanüstü olayların meydana gelişi sürekli olarak Allah'ın iradesine bağlanmıştır. Hz. İsa (selâm üzerine olsun) daha gayb aleminde, Allah'ın takdirinde yàratılıp Hz. Meryem'e müjdelendiğinde bu gerçeği dile getirmiş, daha sonra dünyaya gelip büyüdüğünde de, o gerçeği her fırsatta dile getirmiştir. Ayetler özellikle bu noktaya Allah'ın iznine detaylı ve yoğun biçimde yer vermektedir. Yanlış anlaşılmasını önlemek amacıyla sonunda Allah'ın iznine yer verilmeden sözü kesmemektedir!

Bu mucizeleri genellikle hayat ve ölüm, sağlık ve afiyet, körlük ve görmeyle ilgilidir. Bunlar öz olarak İsa'nın doğuşu, Adem'in (selâm üzerine olsun) örneği dışında hiçbir eşine rastlanmayacak biçimde İsa'ya varlık ve hayatın bahşedilmesiyle ilgilidir. Madem ki Allah, bu mucizeleri bir kulunun eliyle gerçekleştirmeye güç yetirebiliyor. Öyleyse Allah bu tek varlığı örneksiz de yaratmaya güç yetirebilir. İşi Allah'ın özgür dilemesine havale ettiğimizde ve yüce Allah'ın insanların alışılageldiği sınırlamalara bağımlı kalmadığımızda bu özel doğuşun yaratışı etrafında oluşturulan bütün şüphelere ve masallara hiç de gerek kalmayacaktır!

Hiç yorum yok: