BESMELE

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيمِ

15 Temmuz 2009 Çarşamba

HİCAP VE TAKVA

7-Araf Suresi

HİCAP VE TAKVA

26- "Ey insanoğulları, size ayıp yerlerinizi örtecek ve süslenmenizi sağlayacak elbiseler gönderdik. Takva elbisesi bunlardan daha hayırlıdır. Bu Allah'ın ayetlerinden biridir. Ola ki, düşünüp ders alırlar. "

Bu çağrı, hikâyeden sunulan sahnenin ışığında yapılmaktadır. Çıplak kalma, ayıp yerlerinin ortaya çıkması ve cennet yapraklarıyla bu yerleri örtme sahnesi... Bütün bunlar bir hatanın meyvesiydi. Hata ise, Allah'ın emrine karşı çıkma ve O'nun yasakladığı meyveyi yeme noktasında işlenmişti. Yoksa -kitabı mukaddes'te yer alan- efsanelerin ve gerek bu efsanelerden, gerekse `Freud'un zehirli düşüncelerinden beslenen batının sanat çevrelerinin gevelediği gibi bir hatanın işlenmesi sözkonusu değildir. Bu hata, ahd-i kadimde -tevratta- yer alan efsanelerin ileri sürdüğü gibi "bilgi amacından" yemede değildir. Yine aynı efsanelerin iddia ettiği gibi yüce Allah'ın, insanoğlunun hayat ağacından yiyip tanrılardan biri haline gelmesini kıskanması ve korkması da sözkonusu değildir. (Yüce Allah onların vasfettiklerinden yücedir, büyüktür)

Aynı şekilde, yahudi Freud'un kendilerine öğrettiği gibi hayatta olup biten her şeyi ona göre yorumlamak için cinsel bataklığın etrafında dönen Avrupa sanatının düşündüğü gibi işlenen hata cinsel ilişki de değildir.

Hatayı takip eden çıplaklık sahnesini ve cahiliye toplumunda müşriklerin yaşadığı çıplaklığı karşılamak açısından ayetlerin akışı bu çağrıda yüce Allah'ın insanlara öğrettiği, kolaylaştırdığı, aynı şekilde yasalaştırdığı nimetinden; ortaya çıkan avret yerlerini örten giysiden söz etmektedir. Çıplaklığın çirkinliğine ve iğrençliğine karşılık giysi -bu örtücü özelliğiyle- bir süs ve güzellik unsuru olarak belirmektedir. Bunun için yüce Allah "indirdik" yani "indirdiğimiz kitapta sizin için yasalaştırdık" diye buyurmaktadır. "Libas-giysi" kelimesi, ayıp yerlerini örten giysiler için kullanılır, bunlarda iç çamaşırlarıdır. "Riyaş" ise vücudun tümünü örten ve süsleyen giysiler için kullanılır, bunlar da dış giysilerdir. Aynı şekilde "Riyaş" kelimesi, rahat bir hayat, nimet ve mal için de kullanılır. Bunların tümü de birbirine girmiş ve birbirlerini gerekli kılan anlamlardır.

"Ey insanoğulları, size ayıp yerlerinizi örtecek ve süslenmenizi sağlayacak elbiseler gönderdik."

Aynı şekilde burada -takva elbisesi- sözkonusu edilmekte ve "Daha hayırlıdır" şeklinde nitelendirilmektedir.

"Takva elbisesi bunlardan daha hayırlıdır. Bu, Allah'ın ayetlerinden biridir."

Abdurrahman b. Eslem: "Adam Allah'dan korkar avret yerlerini örter. İşte takva elbisesi budur" derdi.

Yüce Allah'ın avret yerlerinin örtülmesi ve süslenme için giysiyi yasalaştırması ile takva arasında bir bağ vardır. Çünkü her ikisi de giysidir. Şu, kalbin ayıplarını örter ve onu süsler, bu da vücudun ayıplarını örter ve onu süsler. Her ikisi de birbirlerini gerekli kılmaktadır. Çünkü vücudun çıplaklığından iğrenme ve utanma duygusu Allah'dan korkma ve O'ndan utanma duygusundan kaynaklanır. Allah'dan utanmayan ve O'ndan korkmayan biri çıplaklığa aldırmadığı gibi, çıplaklığa çağırılması da önemli değildir O'nun açısından. Çünkü utanma ve takva duygusundan soyutlanma ile giysilerin çıkarılması dolayısıyla ayıp yerlerinin ortaya çıkması arasında bir fark yoktur.

Çünkü vücudun örtülmesi hayadır. Yoksa siyon protokollarının içerdiği iğrenç yahudi planları uyarınca insanlıklarını mahvetmek için insanların utanma duygularına ve iffetlerine musallat olmuş çığırtkanların ileri sürdüğü gibi sırf çevresel bir alışkanlık ve gelenekten ibaret değildir. Yüce Allah'ın insanın içinde yarattığı fıtrattır giysi... Sonra giysi, yüce Allah'ın insan için indirdiği bir yasadır. Ayrıca yüce. Allah, yeryüzünde insanların emrine verdiği güç ve rızıklarla onlara bu yasayı uygulama imkânını da vermiştir.

Yüce Allah, Ademoğulları'na kendileri için yasalaştırdığı giysi ve örtü nimetini hatırlatıyor. Bu sayede insanlıklarını hayvanların düzeyine yuvarlanmaktan korumuştur. Ayrıca bu konuda gerekli olan araçları rahatlıkla elde edebilecekleri de hatırlatılmaktadır:

"Ola ki, düşünüp ders alırlar."

Bu noktadan hareketle müslüman, insanların utanma duygularına ve ahlâklarına yönelik yoğun saldırılarla, süslenme, uygarlık ve moda adı altında vücudun çıplaklığı için başlatılan propagandalar ve insanlıklarını yok etmeye, siyonist egemenliğe daha kolay kul olmalarını sağlamak için çözülmelerini çabuklaştırmaya yönelik siyonist plan arasında bir ilgi kurabilir. Sonra tüm bunlarla, ruhların derinliklerinde gizli kalmış bu dinin temellerini yıkmaya yönelik planlar arasında ilgi kurabilir. Öyle ki, dünyanın her yerinde yahudi şeytanların hesabına çalışan kalemlerin, propaganda araçlarının çağırdığı ruhsal ve bedensel çıplaklığa ilişkin ahlâksız ve adi atılımlar, bu öldürücü balyozlarını dinin bu kalıntılarına bile yöneltirler. Oysa "insanlığın" süsü örtüdür. "Hayvanlığı" süsü de çıplaklıktır. Ancak zamanımızda insanlar, yüce Allah'ın "insanlıklarını" korumaya ve onurlandırmaya ilişkin nimetini hatırlatmaksızın kendilerini hayvanlık aleminin düzeyine indiren cahiliye gericiliğine dönüyorlar.

27- "Ey insanoğulları, şeytan ana-babanızı elbiselerinden soyundurup ayıp yerlerini meydana çıkararak cennetten çıkardığı gibi sizleri de ayartıp tuzağa düşürmesin. " Sizin şeytanı ve adamlarını göremeyeceğiniz yerlerden onlar sizi görürler. Biz şeytanları inanmayanlara dost yaptık. "

28- "Onlar bir kötülük işlediklerinde `Biz atalarımızdan böyle gördük, böyle yapmamızı emreden Allah'dır' derler. Onlara de ki; ,Allah kötülük işlemeyi emretmez. Allah adına bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?"

29-" De ki; "Rabbim bana ölçülü ve dengeli olmayı emretti. Her secde yerinde ve anında tüm varlığınızla O'na yönelerek müşriklikten tamamen arınmış bir bağlılıkla O'na dua ediniz. Sizi ilkin yarattığı gibi yine O'na döneceksiniz. "

30- "Allah, insanların bir kesimini doğru yola iletti, bir kesimi de sapıklığı haketti. Çünkü onlar Allah'ı bir yana bırakarak şeytanları dost edindiler ve (buna rağmen) doğru yolda olduklarını sanıyorlar. "

Bu, anne-babalarının hikâyesinin ve şeytanla başlarından geçen olayların ve Rabblerinin emrini unutup düşmanların vesvesesine kulak vermeleri nedeniyle, düşmanlarının başlarına getirdiği çıplaklık sahnesinin ardından yer alan değerlendirme amaçlı duraklamanın içinde Ademoğulları'na yapılan ikinci çağrıdır.

Bu çağrı, Allah'ın evini çıplak tavaf etme hikâyesi ve atalarının yapa geldikleri şeylerin Allah'ın emri ve hükmü olduğunu ileri sürmeleri konusundaki cahiliye geleneklerine ilişkin söylediklerimizle anlaşılmış oluyor.

Birinci çağrı; Ademoğulları'na anne-babalarının yaşadığı sahneyi ve ayıp yerlerini örten iç elbiseyle insanı güzelleştiren dış elbiseyi göndermedeki yüce Allah'ın nimetini hatırlatma amacına yöneliktir. Şu ikinci çağrı ise; genelde tüm insanlara ilk günlerinde islâmın karşılaştığı müşriklere yönelik şeytana teslim olmamalarına ilişkin bir sakındırma mahiyetindedir. Hayatları için seçtikleri sistem, yasa ve gelenekler noktasında ona uyup fitneye kapılmamaları için bir uyarıdır. Nitekim şeytan daha önce anne-babalarının cennetten çıkarılmalarına neden olmuş, avret yerlerini göstermek için elbiselerini çıkarıp çıplak bırakmıştı. Dolayısıyla eski ve yeni cahiliye toplumlarının karakteristik özelliği olan çıplaklık ve açık-saçıklık, şeytanın saptırması sonucu işlenen eylemlerden biridir. Adem ve çocuklarını yoldan çıkarmaya yönelik inatçı düşmanın planını uygulamasıdır.

Bu, insanla düşmanı arasında süren savaşın bir cephesidir. O halde Ademoğulları kendilerini, tuzağa düşürmek için düşmanlarına fırsat vermemelidirler. Bu savaşta galip gelip en sonunda cehennemi onlarla doldurmasına imkân tanımamalıdırlar.

"Ey insanoğulları, şeytan ana-babanızı elbiselerinden soyundurup ayıp yerlerini meydana çıkararak cennetten çıkardığı gibi sizleri de ayartıp tuzağa düşürmesin."

Yüce Allah, sakındırmayı artırmak, sakınma duygusunu ön planda tutmak için onlara şeytan ve yardakçılarının kendilerinin göremeyeceği yerlerden onları görebildiklerini haber vermektedir. O halde şeytan, gizli yöntemleriyle onları tuzağa düşürme açısından son derece güçlüdür. Dolayısıyla kendilerini saptırmaması için çok daha ihtiyatlı olmaya, fazlasıyla uyanık olmaya ve sürekli hazırlıklı bulunmaya ihtiyaçları vardır.

"Sizin şeytanın ve adamlarının göremeyeceğiniz yerlerden onlar sizi görürler."

Sonra da sakınma gereğini ifade eden etkin ve anlamlı bir mesaj yer alıyor... Kuşkusuz yüce Allah, şeytanların mü'min olmayanlara dost olmalarını takdir etmiştir. Dostu düşman olan kişinin vay haline... O zaman düşmanı onu boyunduruğu altına alacak, saptıracak, Allah'dan bir yardım, bir destek ve bir dostluk görmeden dilediği yöne sürükleyecektir.

"Biz şeytanları, inanmayanlara dost yaptık."

Bu bir gerçektir. Allah müminlerin dostu olduğu gibi, şeytan da mümin olmayanların dostudur. Bu aynı zamanda ürkütücü bir gerçektir. Ve son derece tehlikeli sonuçlar doğurmaktadır. Bu gerçek bu şekilde kesin olarak ifade edildikten sonra müşrikler olmuş bir durum gibi bununla karşı karşıya bırakılmaktadır. Biz de şeytanın dostluğunun nasıl olduğunu, insanların düşüncelerinde ve hayatlarında ne şekilde hareket ettiğini gözlerimizle görüyoruz. Bu, onün örneklerinden biridir:

"Onlar bir kötülük işlediklerinde "Biz atalarımızdan böyle gördük, böyle yapmamızı emreden Allah'dır derler."

Arap müşriklerinin yaptığı ve söylediği buydu. Aralarında kadınlar da bulunduğu halde Allah'ın evini çıplak tavaf etme kötülüğünü işliyor sonra böyle yapmalarını emredenin yüce Allah olduğunu ileri sürüyorlardı! Oysa ataları böyle emredip yapmışlardı. Onlar da bu davranışı atalarından miras alıp uyguluyorlardı.

Onlar -müşrik olmalarına rağmen- dinin hayatın problemleri ile ne işi var? diyen ve Allah'ın dışında sistem, yasa, değer yargıları, ölçüler, gelenek ve görenekler belirleme hakkına sahip olduğunu ileri süren modern cahiliye toplumları gibi büyüklenmiyorlardı. Bir yalan uyduruyor, bir yasa belirliyorlardı. Sonra da "böyle yapmamızı emreden Allah'dır" diyorlardı. Kuşkusuz bu, son derece iğrenç ve alçakça bir plandır. Çünkü gönüllerinde dini duyguların kalıntıları bulunan kimseleri kandırıp bu uydurmalarının Allah katından gelmiş bir şeriat olduğu kuruntusuna kapılmalarına neden olmaktadır. Bununla beraber bunlar Allah'ın dışında insanların durumlarına en uygun olanı görüp, onlar için kanun koyma yetkisine sahip olduğunu iddia edenden daha az küstahtılar.

Yüce Allah Peygamberine, -salât ve selâm üzerine olsun- Allah'a yapılan bu iftirayı yalanlamak, O'nun şeriatının tabiatını ve kötülükten uzak oluşunu açıklamakla onları karşılamasını emretmektedir. Çünkü yüce Allah'ın kötülüğü emretmesi O'nun yüce şanına yaraşır bir şey değildir:

"Onlara de ki; "Allah kötülük işlemeyi emretmez. Allah adına bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?"

Yüce Allah kesinlikle kötülüğü emretmez. Kötülük ise; aşırı yani sınırı aşan her şey demektir. Çıplaklık da bu tür kötülüklerden biridir. Yüce Allah'ın böyle bir şeyi emretmesi mümkün değildir. Yüce Allah belirlediği sınırlara tecavüz edilmesini, örtü, haya ve takvaya ilişkin emirlerine karşı çıkılmasını nasıl emreder? Sonra yüce Allah'ın emir ve yasaları iddiayla olmaz. O'nun emirleri ve hükümleri peygamberlerine indirdiği kitaplarında yer alır. Allah'ın sözlerinin ve hükümlerinin öğrenileceği diğer bir kaynağın varlığı sözkonusu değildir. Allah'ın kitabına ve Allah'ın peygamberinin tebliğine dayanmadığı sürece bir insanın herhangi bir emrin Allah'ın hükmü olduğunu ileri sürmesi geçersiz bir iddiadır. Çünkü Allah'ın dini hakkında söz söyleyen birinin dayanacağı şey Allah'ın sözü ile kanıtlanmış kesin bilgi olmalıdır. Yoksa her insan kendi arzusunu öne sürüp, bu Allah'ın dinidir iddiasında bulunduğu zaman, bir kargaşanın baş gösterme imkânı doğmuş olur.

Kuşkusuz cahiliye aynı cahiliyedir. Ve o, her zaman temel özelliklerini korur. İnsanlar cahiliyeye geriye dönüş yaptıkları her seferse, benzer sözleri söylemiş, zaman ve mekân farklılığına rağmen aralarında benzer düşünceler gelişmiştir. Günümüzde içinde yaşadığımız şu cahiliye toplumunda bir yalancının çıkıp kendi arzusunun yönelttiği birtakım şeyler söyleyip sonra da "İşte Allah'ın şeriatı" demediği gün olmuyor. Gün geçmiyor ki, küstah ve büyüklük taslayan birinin çıkıp dinin belirlenmiş emir ve yasaklarını inkâr edip "dinin böyle olması mümkün değildir", "dinin böyle emretmesi imkânsızdır", "dinin bunu yasaklamış olması mümkün değildir" demesin... Kanıt ise; kendi arzusudur tabii...

"Allah adına bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?"

Bu kötülüğü işlemelerini emredenin yüce Allah olduğuna ilişkin iddiaları reddedildikten sonra yüce Allah'ın emrinin aksi yönden belirdiği açıklanmaktadır. Yüce Allah her işte adalet ve dengeyi emretmiştir, kötülük ve aşırılığı değil. İbadet ve ayinlerde Allah'ın hayat metoduna uygunluğu, Peygamberine -salât ve selâm üzerine olsun- indirdiği kitaba başvurmayı emretmiştir. Sorunu her insanın arzusuna uyarak birtakım şeyler söyleyip sonra da bunun Allah'ın dini olduğunu iddia edeceği şekilde başıboş bırakmamıştır. Boyun eğmenin sırf kendisine yönelik olmasını, kulluğun eksiksiz bir şekilde kendisi için olmasını emretmiştir. Hiç kimse hiç kimsenin şahsından kaynaklanan kurallara uyamaz. Aynı şekilde hiç kimse de bir başkasının şahsından kaynaklanan buyruklarına boyun eğemez.

"De ki; "Rabbim bana ölçülü ve dengeli olmayı emretti. Her secde yerinde ve anında tüm varlığınızla O'na yönelerek müşriklikten tamamen arınmış bir bağlılıkla O'na dua ediniz."

Allah'ın emrettiği budur. Bu da onların söylediklerinin aksi bir durumdur. Bunları bize emreden Allah'dır iddiasında bulunmalarına rağmen atalarına ve kendileri gibi kulların koyduğu yasalara uymalarına, çıplaklık ve açık-saçıklığa karşıt bir açıklamadır. Çünkü yüce Allah, Ademoğulları'na ayıp yerlerini örten ve onları süsleyen elbiseyi göndermekte lütufta bulunduğunu belirtmektedir. Ayrıca bu, hayatları ve ibadetleri için hükümler koyan iki ayrı kaynak edinmek suretiyle içinde yüzdükleri şirk durumuyla da uyuşmayan bir durumdur.

Açıklamanın bu kesitinde hatırlatma ve uyarı yer almaktadır. Sınanmaları için kendilerine belirlenen surenin sonunda yüce Allah'a dönüşlerine, bu esnada biri Allah'ın emrine, biri de şeytanın emrine uyan ïki gruba ayrılacaklarına işaret edilmektedir.

"...Sizi ilkin yarattığı gibi yine O'na döneceksiniz."

"Allah, insanların bir kesimini doğru yola iletti, bir kesimi de sapıklığı haketti. Çünkü onlar Allah'ı bir yana bırakarak şeytanları dost edindiler ve (buna rağmen) doğru yolda olduklarını sanıyorlar."

Bu büyük yolculuğa başlama noktası ile bitiş noktasını, ilk hareket noktasını ve sona ulaşma noktasını birleştiren tek ve olağanüstü bir açıklamadır.

"...Sizi ilkin yarattığı gibi yine O'na döneceksiniz."

Yolculuğa iki grup halinde başlamışlardı; biri Adem ve eşi, biri de şeytan ve adamları... Aynı şekilde de dönecekler. İtaatkârlar babaları Adem ve anneleri Havva ile birlikte Allah'a teslim olmuş, O'na inanmış ve O'nun emirlerine uymuşların grubu olarak dönecekler (isyancılar da iblis ve adamlarıyla birlikte dönecekler). İblisi dost edinmeleri, O'nun da onları dost edinmesi nedeniyle yüce Allah cehennemi onlarla dolduracaktır. Halbuki kendilerinin doğru yolda olduklarını sanıyorlardı.

Kuşkusuz yüce Allah, dostluğu Allah'a yönelik olanı doğru yola iletmiş, dost olarak şeytanı seçenleri de saptırmıştır. İşte onlar, iki grup halinde geri dönüyorlar:

"Allah insanların bir kesimini doğru yola iletti, bir kesimi de sapıklığı haketti. Çünkü onlar Allah'ı bir yana bırakarak şeytanları dost edindiler ve (buna rağmen) doğru yolda olduklarını sanıyorlar."

Bakın, işte dönüyorlar. Hem de yolculuğun iki yanını da kapsayan bir tabloda... Tabii ki, Kur'an'ın yöntemi üzere... Kur'an'ın ifade tarzının dışında böyle bir şeyin gerçekleşmesi imkânsız bir şey çünkü.

Hiç yorum yok: