BESMELE

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيمِ

10 Temmuz 2009 Cuma

HRİSTİYANLARIN SAPIKLIĞI

Maide Suresi
HRİSTİYANLARIN SAPIK GÖRÜŞLERİ
72- "Allah, Meryemoğlu Mesih'(İsa)dır" diyenler kesinlikle kafir olmuşlardır. Oysa Mesih demişti ki; "Ey israiloğulları, benim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a kulluk ediniz. Kim Allah'a ortak koşarsa Allah ona cenneti kesinlikle haram etmiştir, onun varacağı yer cehennemdir, zalimlerin hiçbir yardım edeni yoktur. "
73- "Allah üçün üçüncüsüdür" diyenler de kesinlikle kâfir olmuşlardır. Tek Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. Eğer onlar bu dediklerinden vazgeçmezler ise onların içinde kafirleri başlarına acıklı bir azap gelecektir.
74- Onlar Allah'a tevbe etseler, O'ndan af dileseler olmaz mı? Hiç kuşkusuz Allah affedicidir, merhametlidir.
75- Meryemoğlu Mesih sadece bir peygamberdir. Ondan önce de birçok peygamber gelip geçmiştir. Annesi de özü-sözü doğru bir kadındı. Her ikisi de (öbür insanlar gibi) yemek yerlerdi. Bak biz onlara ayetlerimizi nasıl açık açık anlatıyoruz ve sonra bak onlar bu ayetleri nerelerinden çarpıtıyorlar!
76- De ki; "Allah'ı bırakıp size ne zarar ve ne de yarar dokundurmaya gücü yetmeyen nesnelere mi tapıyorsunuz? Oysa Allah herşeyi işitir ve herşeyi bilir.
77- De ki; Ey Kitap Ehli, dininiz konusunda gerçeğe aykırı aşırılıklara kapılmayınız, sizden önceki dönemlerde sapıtmış, bir çoklarını saptırmış ve düz yolu şaşırmış kimselerin keyfi arzularına uymayınız.
Daha önce, yüce Allah'ın bir peygamberi sıfatı ile Hz. İsa'nın Allah katından getirdiği inanç sistemine, bu sapık saçmalıkların Kilise konseyleri aracılığı ile nasıl sızdırıldıklarını kısaca anlatmıştık. Dediğimiz gibi Hz. İsa, diğer peygamber kardeşleri gibi, içine hiçbir müşriklik unsuru katılmamış, halis bir Tevhid inancı getirmişti. Çünkü bütün peygamberler, müşrikliğin kökünü kazıyarak Tevhid inancını yeryüzüne egemen kılmak üzere gelmişlerdir.
Şimdi de Teslis ve Hz. İsa'nın ilahlığı konularında söz konusu kilise konseylerinde oluşturulan görüş birliği ve bu görüş birliğinin arkasından meydana gelen düşünce farklılıklarına yine kısaca değineceğiz. Bilindiği gibi bu çelişkili duruma daha önce de parmak basmıştık.
Hristiyan yazar Nuvfel b. Nimetullah b. Serkis, "Sevsenetü Süleyman" adlı eserinde bu konuda şunları yazar:
"Değişik kiliselere göre farklılık göstermeyen ve İznik Konsülü tarafında belirlenen anayasada yeralan hristiyanlık inancının ilkeleri şunlardır: Bir tek ilaha, baba ilaha inanmak. Bu baba ilah herşeyi denetimi altında tutar, göklerin ve yerin, görünür-görünmez herşeyin yaratıcısıdır. Ayrıca bir başka tek ilah olarak Yasu(İsa)ya inanmak gerekir. Yasu, yüzyıllarca önce, Allah'ın nurundan, baba Allah'tan doğmuş tek oğuldur. Hak ilahtan gelmiş hak bir ilahtır. Doğurulmuş fakat yaratılmamıştır. Baba ilah ile aynı cevherdendir. Herşey onun aracılığı ile varolmuştur. O biz insanlar için, bizim günahlarımızdan ötürü gökten yere inerek cesede bürümüş bir Ruhul Kudüs olmuştur. Bakire Meryem'i yoldaş edinmiş, Platus zamanında bizden koparılarak çarmıha gerilmiş, ızdırap çektirilerek mezara konmuş ve kitapların yazdığına göre üçüncü gün ölüler arasından doğrularak göğe çıkmış ve Rabbin sağına oturmuştur. İlerde ölülere ve dirilere dinini aşılamak için şerefle geri gelecektir. Onun mülkü hiç sona ermez. Bir de Ruhul Kudüs'e inanmak gerekir. O baba ilahtan meydana gelmiştir. Oğul ilah ile birlikte baba ilaha secde eder, onu kutsar. O peygamberler aracılığı ile konuşandır."
Öte yandan Dr. R. Bosset "Kitaba Mukaddes Tarihi" adlı eserinde şunları yazar; "Allah'ın tabiatı üç kutsal unsurdan (uknumdan) oluşmuştur bunlar birbirlerine eşittirler: Baba ilah, oğul ilah ve Ruhul Kudüs ilah. Yaratma fonksiyonu oğul ilah aracılığı ile baba ilaha aittir. Fedakarlık oğul ilaha ve günahlardan arındırma da, Ruhul Kudüs'e aittir."
Üç kutsal unsuru bir tek ilahın yapısında düşünmek, Tevhid ile Teslis ilkelerini birbirleri ile bağdaştırmak akıl için son derece zordur. Bu yüzden hristiyan teologlar, aklın daha baştan reddettiği bu mesele üzerinde düşünmeyi erteleme, geriye atma yolunu seçmişlerdir. Nitekim Rahip Poertre'nin "İlkeler ve Ayrıntılar" adlı broşüründen aldığımız şu parağraf sözünü ettiğimiz aklî değerlendirmeyi geriye atma amacını dile getirir:
"Biz bu meseleyi aklımızın gücü oranında anladık. Gelecekte, göklerde ve yerde bulunan herşeyin üzerindeki perdeler kalktığı zaman, bu meseleyi daha iyi anlayabileceğimizi umuyoruz. Şimdi ise anladığımız kadarı bizim için yeterlidir."
İşte yüce Allah "Bu saçma sözler, tümü ile küfürdür" buyuruyor. Daha önce dediğimiz gibi hem Hz. İsa'nın Allah olduğu ve hem de Allah'ın, üç kutsal unsurun üçüncüsü olduğu biçimindeki sözlerin her ikisi bu kategoriye girer. Yüce Allah'ın sözünden sonra başka söz yoktur. O doğruyu söyler ve doğruyu iletir. Okuyoruz:
"Allah, Meryemoğlu Mesih'(İsa)dir" diyenler kesinlikle kafir olmuşlardır. Oysa Mesih demişti ki; `Ey İsrailoğulları, benim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a kulluk ediniz. Kim Allah'a ortak koşarsa Allah ona cenneti kesinlikle haram etmiştir, onun varacağı yer cehennemdir, zalimlerin hiçbir yardım edeni yoktur."
Görüldüğü gibi Hz. İsa, hristiyanları vaktiyle uyardı fakat, bu uyarıya kulak asmayarak peygamberlerinin aralarından ayrılışından sonra sakındırıldıkları sapıklığa düştüler. Hz. İsa'nın sözlerini unutarak cennetten mahrum olmalarına ve cehennemi boylamalarına yol açacak eğri bir yola girdiler. Okuyoruz:
"Ey İsrailoğulları, benim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a kulluk ediniz."
Görüldüğü gibi Hz. İsa hristiyanlara, hiçbir ortağı bulunmayan tek Allah'ın kulları olmaları bakımından kendisi ile onlar aynı düzeyde olduklarını aynı konumu paylaştıklarını açıkça ilan ediyor.
Kur'an-ı Kerim, hristiyanların diğer saçma ve inkarcı sözlerini de yukardaki hükmün kapsamına alıyor. Okuyoruz:
"Allah, üç kutsal unsurun üçüncüsüdür' diyenler de kesinlikle kafir olmuşlardır."
Arkasından bütün peygamberlerin Allah katından getirdikleri inanç sistemlerinin ortak dayanağını oluşturan temel gerçeği vurguluyor. Okuyoruz:
"Tek Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur."
Ayetin devamında hristiyanlar, sözlerine yansıyan ve inançlarına yerleşen bu kâfirliğin kötü akıbetine ilişkin olarak tehdit ediliyorlar. Okuyoruz:
"Eğer onlar dediklerinden vazgeçmezlerse içlerindeki kâfirlerin başlarına acıklı bir azap gelecektir."
Burada sözü edilen "kafirler"den maksat, yüce Allah tarafından açıkça kafirlik sebebi olarak ilan edilen bu saçma sözlerden vazgeçmeyenlerdir.
Bu tehdidi ve korkutucu ifadeyi, özendirici ve umut aşılayıcı bir ifade izliyor. Okuyoruz:
"Onlar Allah'a tevbe etseler, O'ndan af dileseler daha iyi olmaz mı? Hiç kuşkusuz Allah affedicidir, merhametlidir."
Böylece tevbe kapısı önlerinde açık tutuluyor. Henüz fırsat eldeyken, henüz iş işten geçmemişken yüce Allah'ın bağışlayıcılığına ve rahmetine umutla sığınsınlar diye.
Arkasından, bu adamlar, realitenin somut ve tutarlı mantığı ile karşı karşıya getiriliyorlar. Böylelikle fıtratlarının dumura uğramış sağduyusu tekrar canlandırılmak isteniyor. Aynı zamanda bunca ısrarlı açıklamalardan sonra yine de bu yalın mantıktan uzak kalmış olmalarına hayret ediliyor. Okuyoruz:
"Oysa Meryemoğlu Mesih(İsa) sadece bir peygamberdir. Ondan önce de birçok peygamberler gelip geçmiştir. Annesi de özü-sözü doğru bir kadındı. Her ikisi de (öbür insanlar gibi) yemek yerlerdi. Bak biz onlara ayetlerimizi nasıl açık açık anlatıyoruz ve sonra bak onlar bu ayetleri nasıl çarpıtıyorlar?"
Yemek yemek, gerek Hz. İsa'nın ve gerekse özü-sözü doğru annesinin hayatlarında somut biçimde görülen bir realite idi. Bu olgu sonradan yaratılmış (hadis) canlıların karakteristik özelliklerinden biridir. Hz. İsa ile annesinin insan olduklarını, hristiyan teolojisinin deyimi ile O'nun "Nasuti" niteliğe sahip olduğunu kanıtlar. Yemek yemek, karşı konulmaz bir organik içgüdüye tatmin sağlar. Oysa yaşamak için yemek yemek zorunda olan bir canlı ilah olamaz. Yüce Allah, kendinden kaynaklanan öz bir güçle yaşıyor, varlığını sürdürüyor ve etkinliğini devam ettiriyor. Bunların hiçbiri için hiçbir şeye muhtaç değildir. Onun özüne ne dıştan birşey girer ve ne de ondan birşey dışarıya çıkar. Meselâ yemek gibi.
Burada yalın ve realist bir mantık sergileniyor. Öyle ki, hiçbir aklı başında insan ona karşı çıkamaz. Bu yüzden bu mantığın sergilenişinin ardından hristiyanların olumsuz tutumu yeriliyor, bu açık mantığa sırt çevirmeleri hayretle karşılanıyor. Tekrarlıyoruz:
"Bak biz onlara ayetlerimizi nasıl açık açık anlatıyoruz ve sonra bak, onlar bu ayetleri nasıl çarpıtıyorlar?"
Evet, Hz. İsa'nın hayatı somut bir insan hayatı idi. Bu durum, -O'nun aksi yöndeki bütün uyarılarına rağmen- kendisini ilahlaştırmaya yeltenenleri zor duruma düşürüyor, çıkmaza saplandırıyor. Bu yüzden yukarda kısaca anlattığımız gibi bu kimseler, O'nun ilahlığı ve insanlığı (nasutiliği) konusunda sonu gelmez tartışmalara dalmışlar, içinden çıkılmaz görüş ayrılıklarına gömülmüşlerdi. (Maide Suresi, 15-16 ayetlerinin tefsirine bakınız.)
Ayetlerin akışı içinde sergilenmesine devam edilen bu yalın Kur'an mantığı, başka bir açıdan kendini göstererek yine şaşkınlık duygularımızı harekete geçirmeyi amaçlıyor. Okuyalım:
"De ki; `Allah'ı bırakıp ne zarar ve ne de yarar dokundurmaya gücü yetmeyen nesnelere mi tapıyorsunuz?Oysa Allah herşeyi işitir ve o herşeyi bilir. "
Bu ayette, sapıkların tapınmaya yeltendikleri sahte ilâhlara değinilirken, kasıtlı bir şekilde akıl sahibi varlıklar için kullanılan "men(o)" zamiri yerine , "ma(o)" zamiri kullanılıyor. Böylece tapılan tüm "yaratıklar", akıl sahibi olanlar da dahil olmak üzere aynı kategoriye konuyor. Amaç bu sahte ilahların, ilahlık özünden uzak olan "sonradan yaratılmışlık" niteliklerine dikkatleri çekmektir. Bu ortak nitelik Hz. İsa'yı da, Ruhul Kudüs'ü de , Hz. Meryem'i de kapsamına alır. Çünkü bunların ortak özelliği yüce Allah'ın yaratıkları olmaları olgusudur.
Ayet bu noktada mesajının çapını daha da genişleterek yüce Allah tarafından yaratılmış herhangi bir varlığın ilah olma ihtimalinden asla söz edilemeyeceğini son derece kolay anlaşılır somut bir gerekçeye bağlıyor. Çünkü bu sahte ilahlar insanlara yarar ve zarar dokundurabilme gücünden yoksundurlar. Devam ediyoruz:
"Allah herşeyi işitir ve herşeyi bilir."
Yüce Allah işitir ve bilir, bu yüzden de hem yarar hem de zarar dokundurma gücüne sahiptir. O kullarının kendisine yönelttiği çağrıları ve ibadetleri işittiği gibi, bu duaların ve ibadetlerin gerisindeki kalplerde saklı tutulan, açığa vurulmayan duyguları da bilir. Onun dışındaki sahte ilahlar ise, böyle gizli sırları ne işitebilirler ne bilebilirler ve ne de kendilerine yöneltilen çağrılara karşılık verebilirler.
Yüce Allah bütün bu uyarıları ve direktifleri geniş kapsamlı bir çağrı ile noktalıyor. Peygamberimizi bu çağrıyı Kitap Ehli'ne yöneltmekle yükümlü tutuyor. Okuyoruz:
"De ki; `Ey Kitap Ehli, dininiz konusunda gerçeğe aykırı aşırılıklara kapılmayınız; sizden önceki dönemlerde sapıtmış, bir çoklarını saptırmış ve düz yolu şaşırmış kimselerin keyfi arzularına uymayınız."
Nitekim yukardan beri sözünü ettiğimiz sapıklıklar Hz. İsa'ya saygı gösterme konusunda düşülen aşırılıktan kaynaklanmıştır. Bunun yanısıra putperestlikten kalma inançlarını hristiyanlığa aktaran Roma İmparatorlarının keyfi arzuları ile aslında birbirlerinin amansız rakipleri olan kilise konsüllerinin keyfi yorumları elele vererek, bu saçma sözleri yüce Allah'ın saf dinine sokuşturmuşlardır. Oysa Hz. İsa, yüce Allah'tan alıp getirdiği bu dini peygambere yaraşır bir güvenirlikle insanlara duyurmuş ve onlara şöyle demişti:
"Ey İsrailoğulları, benim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a kulluk ediniz. Kim Allah'a ortak koşarsa Allah ona cenneti kesinlikle haram etmiştir, onun varacağı yer cehennemdir, zalimlerin hiçbir yardım edeni yoktur."
Yukardaki sesleniş, Kitap Ehli'ni kurtarmaya yönelik son çağrıdır. Bu çağrı onları sapıklıkların, çatışmaların, keyfi arzuların ve ihtirasların bataklığından çıkarmayı amaçlıyor. Daha önce sapmış, bir çoklarını saptırmış ve düz yolu şaşırmış kimselerin gırtlaklarına kadar gömüldükleri sapıklıklardan, çatışmalardan, keyfi arzulardan ve ihtiraslardan yakalarını kurtarmalarını öğütlüyor. Yukardaki çağrı ile bağlanan bu noktada birazcık durarak şu üç önemli gerçeğe kısaca değinmek istiyoruz:
Birinci gerçek: İslâm sistemi, inanca ilişkin düşünceyi doğrultmak, düzeltmek için yoğun bir çaba harcıyor; bu düşünceyi; Allah'ın kayıtsız-şartsız birliği temeline oturtmaya çalışıyor; bu tevhid ilkesini, Kitap Ehli'nin inançlarını bozan paganizmin ve müşrikliğin izlerinden, sızıntılarından arındırmaya özeniyor; insanlara, ilahlık kavramının özünü tanıtmaya gayret ediyor; onları, ilahlığın karakteristik özelliklerini yüce Allah'ın tekelinde görmeye, gerek bir takım insanları ve gerekse başka yaratıkları bu karakteristik özelliklere ortak etmemeye çağırıyor.
İnanca ilişkin düşünceyi berraklaştırmak için, eksiksiz ve kesin tevhid temeline yönelten bu olağanüstü özen bize açıkça gösterir ki, bu düzeltme işlemi son derece önemlidir, ayrıca inanca ilişkin düşünce, insan hayatının gerek yapılanmasında ve gerekse sağlıklı işleyişinde hayati bir fonksiyona sâhiptir; bunların yanısıra İslâm inancı, bütün insan faaliyetlerinin ve bütün insanlar arası ilişkilerin temeli ve ana ekseni saymaktadır.
İkinci gerçek: Kur'an-ı kerim "Allah, Meryemoğlu Mesih'(İsa)dır" ve "Allah, üç kutsal unsurun üçüncüsüdür" diyenlerin kesinlikle kafir olduklarını belirtiyor. Yüce Allah'ın bu sözünden sonra artık müslümana söylenecek başka söz düşmez. Yüce Allah, "bu adamlar bu saçma sözleri gerekçesi ile kafirdirler" diye, buyururken bu kimseleri, yani bu tür sözler söyleyen hristiyanları ilahî kaynaklı bir dinin mensupları saymak, müslümana yakışmaz.
Gerçi İslâm daha önce dediğimiz gibi, hiç kimseyi kendi inancını bırakarak İslâm'a girmeye zorlamaz, ama müslüman olmayanların sapık inançlarına "Bunlar, yüce Allah'ın hoşlandığı türden birer dindir" demez. Tersine, yukarda okuduğumuz ayetler bu sapıklıkların kâfirlik gerekçesi olduğunu, kâfirliğin de asla yüce Allah'ı hoşnut edecek bir din olamayacağını açık açık söylemektedirler.
Üçüncü gerçek: Bu gerçek, ilk iki gerçeğin zorunlu sonucudur ve şudur: İslâm'ın insanlara öğrettiği biçimde Allah'ın birliğini onaylayan ve Peygamberimizin getirdiği şekli ile İslâm'ın Allah katından gelmiş tek "din" olduğuna inanan bir müslüman, sözünü ettiğimiz Kitap Ehli'nden biri ile dostluk ve işbirliği ilişkisi kuramaz, bunun imkanı yoktur.
Bundan dolayı inkarcı materyalizm ve ateizm karşısında ortak bir mücadele cephesi oluşturmak amacı ile bütün sözde "dinler"in işbirliği yapmasını söylemek, İslâm tarafından ciddiye alınması düşünülemeyecek anlamsız, boş bir sözdür. Çünkü temel inanç ilkeleri konusunda böylesine uçurum çapında ayrılıklar olunca, artık diğer konularda uzlaşmaya imkan kalmaz. Sebebine gelince; İslâm'a göre hayattaki herşey en başta inanç temeline dayanır.

Hiç yorum yok: