Nisa suresi
CAHİLİYET DÖNEMİNDE KADIN
Haram evlilikler anlatıldıktan ve bu yasaklama yüce Allah'ın emrine ve direktifine bağlandıktan sonra insanların evlenme yolu ile fıtrî içgüdülerini tatmin edebilecekleri alanın anlatımına, yüce Allah'ın erkek ve kadınların hangi yoldan bir araya gelerek yuvalar oluşturmalarım, ev-bark kurmalarını sevdiğinin belirtilmesine ve yine O'nun bu kurumun önemine yaraşır temizlik, namusluluk ve ciddiyet içinde erkek ve kadının birbirinden yararlanmalarına ilişkin direktiflerinin irdelenmesine geçiliyor:
"Bunların dışında kalan kadınları, iffetli yaşamanız, zina işlememeniz şartı ile mehirlerini vererek nikâhlamanız size helâl kılındı. Bu kadınlardan sağladığınız faydanın karşılığı olarak kendilerine aranızda kararlaştırdığınız mehirlerini hakları olarak veriniz. Daha önce belirlenen mehri eşinizle anlaşarak yeni bir miktara bağlamanızın sakıncası yoktur. Hiç kuşkusuz Allah herşeyi bilir ve hikmet sahibidir."
Yani, belirtilen bu yasak evlilikler dışında kalan evlilikler helâldir, serbesttir. Yalnız evlenmek isteyenler, kadınlara mehirlerini vereceklerdir, yoksa onların ırzlarını nikâhsız olarak para karşılığında satın almaya başvurmayacaklardır. İşte bu noktayı vurgulamak amacı ile ayette "İffetli yaşamanız, zina işlememeniz şartı ile..." buyuruluyor
Ayet, cümleyi tamamlamadan, sözün devamını getirmeden önce mehir vererek evlenme isteğini bu şarta bağlıyor, bu kayıtla sınırlandırıyor. Üstelik bu şartı sadece olumlu biçimde, yani "İffetli yaşamanız" şeklinde ifade etmekle yetinmemiş, bu anlamı bir de olumsuz biçimde dile getirerek "zina işlememeniz..." diye buyurmuştur.
Maksat yasal düzenlemenin, hüküm getirmenin eşiğinde bu şartı daha da pekiştirmek, daha da açıklığa kavuşturmaktır. Diğer bir amaç da, yüce Allah'ın, gerek sevdiği ve gerekse nefret ettiği kadın-erkek ilişkilerinin somut biçimlerini iki zıt tablo halinde zihinlere işlemektir. O'nun sevdiği ve istediği kadın erkek arası ilişki biçimi evlilik, buna karşılık nefret ettiği ve kendisinden kaçınılmasını istediği kadın-erkek ilişki şekli de dost edinme ve metresliktir. Bu ilişkilerin her ikisi de cahiliye toplumunda bilinen ve normal karşılanan ilişkilerdi.
Nitekim Hz. Ayşe (Allah ondan razı olsun) bu konuda şöyle diyor:
"Cahiliye döneminde dört türlü nikâh vardı:
1- Bunlardan biri insanların günümüzde de bilip uyguladıkları nikâhtır. Yani adam, birinin kızına ya da evlatlığına talip olur, arkasından mihrini vererek onu nikâhlardı.
2- Cahiliye döneminde geçerli olan bir başka nikah şekli şöyle idi:
Erkek, aybaşı kanaması kesilen karısına "Falancaya haber gönder de döl almak amacı ile kendisi ile cinsel ilişkide bulun" derdi. Karısının o erkekten gebe kaldığı anlaşılıncaya kadar ondan uzak durur ve kendisi ile cinsel ilişkide bulunmazdı. Kadının gebe kaldığı anlaşılınca adam, isterse karısı ile yatıp kalkmaya başlardı. Erkekler bu yola, soylu çocuk edinmek amacı ile başvuruyorlardı. Bu erkek kadın birleşmesine "Döl alma amaçlı birleşme" denirdi.
3- Bir başka kadın-erkek arası birleşme biçimi de şöyle idi:
On kişiden az sayıda bir erkek grubu bir arada bir kadına gider ve ayrı ayrı onunla cinsel ilişkide bulunurlardı. Kadın hamile kaldığı taktirde doğum yaptıktan birkaç gece sonra o erkeklere haber salarak kendilerini çağırırdı. Bu çağrıyı alan erkekler gelmemezlik edemezlerdi. Adamlar yanına gelince kadın "Marifetinizin ürününü tanımış oldunuz, onu doğurdum" şeklinde, bir giriş yaptıktan sonra o erkekler arasında kimi seviyorsa ona döner ve kendisine adı ile seslenerek "Ey falanca, bu çocuk senindir" derdi. Bunun üzerine çocuk o erkeğin sayılırdı ve adam bu işe itiraz edemezdi.
4- Cahiliye döneminde geçerli olan diğer bir kadın-erkek arası birleşme biçimi de şöyle idi:
Çok sayıda erkek bir arada bir kadının yanına giderlerdi. Kadın kendisine gelen erkeklerden hiç birini geri çevirmezdi. Bunlar kapılarına özel işaret olsun diye bir bez parçası asan genelev fahişeleri idi. İsteyen herkes onlarla yatmaya gidebilirdi. Bu tür kadınlardan biri gebe kaldığı takdirde doğum yapınca söz konusu erkekler bu kadın için bir toplantı yaparlar ve bu işi bir uzmanlar (bilirkişiler) gurubuna havale ederler, onlar da bu erkekler arasında kimi uygun görürlerse onu bu çocuğun babası ilan ederlerdi. Böylece çocuk o adamın soyuna katılır, onun oğlu olarak anılırdı. Adam bu karara karşı çıkamazdı." (Sahih-i Buhari ve Tercemesi)
Bu kadın-erkek birleşmelerinin üçüncü ve dördüncü biçimleri ayetin açıkça yasakladığı "zina" türünde ilişkilerdir. İster dost tutulan bir kadınla ve isterse bir genelev fahişesi ile yatıp kalkma biçiminde olsun, fark etmez. Bu ilişkilerin birincisi ise ayetin erkekleri teşvik ettiği namuslu evlenme biçimidir. Bu birleşme türlerinin ikincisine ise ne isim vereceğimizi bilemiyoruz!
Kur'an, burada yüce Allah'ın istediği kadın-erkek ilişki biçimini "koruma", `kollama", "sağlama alma" ve "gözetme" anlamlarına gelen "ihsan" kavramı ile tanımlıyor. Burada her erkeğin korunması ve gözetim altına alınması söz konusudur. Bu kavram bizim de benimsediğimiz kıraat şeklinde ism-i fail olarak "muhsanîne" ve başka bir kıraat şeklinde ism-i mefûl olarak "muhsanîne" biçiminde okunuyor. Sözünü ettiğimiz namuslu, sağlıklı ve iffetli birleşme biçimi bu okuyuşların her ikisinin de verdiği anlamı içerir. Bu anlam evin, aile yuvasının, çocukların; bu değişmez, köklü ye temelli esasa dayanan sosyal kurumun korunması, gözetim altında tutulmasıdır.
İkinci şekil de zinadır. Ayette kadın-erkek ilişkisini tanımlamak amacı ile kullanılan öbür terim "Sifah"tır. Bu terim "Suyun eğimli bir yatak, bir çukur boyunca akıtılması" anlamına gelen "safh" kökünün işteşlik (müşareket) ifade eden kalıbıdır. Yani burada erkek ile kadının ortaklaşa gerçekleştirdikleri bir eylem meydana geliyor. Bu eylemde kadın ile erkeğin ortak katkısı altında, temiz soylu çocuk meydana getirmek, bu çocuğu gözetmek, eğitmek ve büyütmek amacı ile kullanılsın diye Allah tarafından verilmiş olan "hayat suyu"nu geçici bir haz, içgüdüsel bir dürtü uğruna "Eğimli bir toprak parçası bir çukur boyunca akıtılması" söz konusudur. Bu başıboş aldatma eylemi ne bu çifti kirlenmekten, ne ortaya çıkacak çocuğu telef olmaktan ve ne de aile yuvasını yıkımdan kurtaramaz.
Burada Kur'an-ı Kerim, iki kelime aracılığı ile iki ayrı hayat tarzını iki eksiksiz tablo halinde gözlerimizin önünde canlandırıyor. Bir yandan bu iki ilişki biçiminin pratik hayattaki mahiyetlerini tasvir ederken öbür yandan beğendiği ilişki biçimini övme ve hoşlanmadığı ilişki biçimini yerme amacını gerçekleştiriyor. Bu ifade, Kur'an üslûbunun en sanatsal örneklerinden birini oluşturur."
Mal vererek eş edinilmesi işleminin öncesinde yer alan şart açıklandıktan sonra mal vererek eş edinme işleminin nasıl olacağının anlatımına geçiliyor.
"Bu kadınlardan sağladığınız faydanın karşılığı olarak kendilerine aranızda kararlaştırdığınız mehirlerini hakları olarak veriniz."
Bu ifade, kadınların mehrini, onlardan yararlanmanın karşılığı olan bir hak, ödenmesi zorunlu olan bir borç olarak belirliyor. Erkek, daha önceki bir ayette tek tek sayılan yasaklı kadınlar dışındaki bütün kadınlardan yararlanabilir.
Fakat bunun yolu, bu kadınlarla "ihsan" şartına bağlı kalarak, yani nikaha dayalı evlenme aracılığı ile eşleşmektir, başka bir şekilde onlara el sürmeye kalkışmamalıdır. Ayrıca erkek, evleneceği kadının mehrini de vermelidir. Mehir, kadının kesin ve belirli bir hakkıdır. Yoksä erkeğin kadına vereceği bir bağış, bir hediye, "Olmasa da olur" türünden bir cömertlik tezahürü değildir. Tersine yüce Allah tarafından verilmesi farz kılınmış bir kadın hakkıdır.
Bunun yanısıra erkek kadına, cahiliye döneminin bazı uygulamalarında görüldüğü gibi, karşılıksız bir miras biçiminde sahip olamaz. Ayrıca erkek, cahiliye döneminin takas esasına dayalı evlilikleri gibi değiş-tokuş nitelikli bir yolla da evlilik yapamaz.
Bu tür cahiliye dönemi evliliklerinde "Ben sana istediğin bir kızı ya-da kadını vereyim, karşılığında sen de bana kızını ya da evlâtlarını ver" şeklinde pazarlık yapılırdı. Başka bir deyimle kadınlar ya da kızlar birer hayvan ya da ticaret malıymışlarcasına birbiri ile takas edilirlerdi.
Ayet, mehrin kadının hakkı olan bir farz olduğunu belirttikten sonra karı ile kocanın, ortak hayatlarının gerekleri, karşılıklı duygularının bütünleştiriciliği uyarınca bu konuda yeni bir uyuşmaya varmalarının önündeki kapıyı açık bırakıyor. Şöyle ki:
"Daha önce belirlenen mehri eşiniz ile anlaşarak yeni bir miktara bağlamanızın sakıncası yoktur."
Mehrin miktarı belirlendikten ve açıklandıktan, kadının diğer malları gibi istediği şekilde kullanabileceği öz malı ve hakkı olduğu kesinliğe kavuştuktan sonra kendisi isterse bu hakkının tümünden ya da bir bölümünden vazgeçebilir.
Ayrıca erkek de daha önce belirlenen mehir miktarını arttırabilir. Bu onun arzusuna kalmış bir şey. Kısacası bu konuda karı ile kocanın karşılıklı özgürlük ve hoşgörü içinde diledikleri yeni bir karara varmalarının hiçbir sakıncası yoktur.
Bu cümlenin arkasından ayetteki bütün bu hükümleri ana kaynağına bağlayan ve dikkatlerimizi bu hükümlerin arkasındaki engin bilgiye ve ufuk açıcı hikmete çeken yorum cümlesi geliyor. Okuyalım:
"Hiç kuşkusuz Allah herşeyi bilir ve hikmet sahibidir."
Bu hükümleri yasallaştıran, onları bilgiye ve hikmete dayalı olarak ortaya koyan O'dur. O halde müminin vicdanı, özellikle eşi ile arasındaki meseleleri ve genel olarak hayatının tüm gelişmelerini düzenleyen hükümleri nereden alacağını bilir. Bunun yanısıra bilgiden ve hikmetten kaynaklanan bu hükümler ile tatmin olur. Çünkü "Allah her şeyi bilir ve hikmet sahibidir."
CAHİLİYET DÖNEMİNDE KADIN
Haram evlilikler anlatıldıktan ve bu yasaklama yüce Allah'ın emrine ve direktifine bağlandıktan sonra insanların evlenme yolu ile fıtrî içgüdülerini tatmin edebilecekleri alanın anlatımına, yüce Allah'ın erkek ve kadınların hangi yoldan bir araya gelerek yuvalar oluşturmalarım, ev-bark kurmalarını sevdiğinin belirtilmesine ve yine O'nun bu kurumun önemine yaraşır temizlik, namusluluk ve ciddiyet içinde erkek ve kadının birbirinden yararlanmalarına ilişkin direktiflerinin irdelenmesine geçiliyor:
"Bunların dışında kalan kadınları, iffetli yaşamanız, zina işlememeniz şartı ile mehirlerini vererek nikâhlamanız size helâl kılındı. Bu kadınlardan sağladığınız faydanın karşılığı olarak kendilerine aranızda kararlaştırdığınız mehirlerini hakları olarak veriniz. Daha önce belirlenen mehri eşinizle anlaşarak yeni bir miktara bağlamanızın sakıncası yoktur. Hiç kuşkusuz Allah herşeyi bilir ve hikmet sahibidir."
Yani, belirtilen bu yasak evlilikler dışında kalan evlilikler helâldir, serbesttir. Yalnız evlenmek isteyenler, kadınlara mehirlerini vereceklerdir, yoksa onların ırzlarını nikâhsız olarak para karşılığında satın almaya başvurmayacaklardır. İşte bu noktayı vurgulamak amacı ile ayette "İffetli yaşamanız, zina işlememeniz şartı ile..." buyuruluyor
Ayet, cümleyi tamamlamadan, sözün devamını getirmeden önce mehir vererek evlenme isteğini bu şarta bağlıyor, bu kayıtla sınırlandırıyor. Üstelik bu şartı sadece olumlu biçimde, yani "İffetli yaşamanız" şeklinde ifade etmekle yetinmemiş, bu anlamı bir de olumsuz biçimde dile getirerek "zina işlememeniz..." diye buyurmuştur.
Maksat yasal düzenlemenin, hüküm getirmenin eşiğinde bu şartı daha da pekiştirmek, daha da açıklığa kavuşturmaktır. Diğer bir amaç da, yüce Allah'ın, gerek sevdiği ve gerekse nefret ettiği kadın-erkek ilişkilerinin somut biçimlerini iki zıt tablo halinde zihinlere işlemektir. O'nun sevdiği ve istediği kadın erkek arası ilişki biçimi evlilik, buna karşılık nefret ettiği ve kendisinden kaçınılmasını istediği kadın-erkek ilişki şekli de dost edinme ve metresliktir. Bu ilişkilerin her ikisi de cahiliye toplumunda bilinen ve normal karşılanan ilişkilerdi.
Nitekim Hz. Ayşe (Allah ondan razı olsun) bu konuda şöyle diyor:
"Cahiliye döneminde dört türlü nikâh vardı:
1- Bunlardan biri insanların günümüzde de bilip uyguladıkları nikâhtır. Yani adam, birinin kızına ya da evlatlığına talip olur, arkasından mihrini vererek onu nikâhlardı.
2- Cahiliye döneminde geçerli olan bir başka nikah şekli şöyle idi:
Erkek, aybaşı kanaması kesilen karısına "Falancaya haber gönder de döl almak amacı ile kendisi ile cinsel ilişkide bulun" derdi. Karısının o erkekten gebe kaldığı anlaşılıncaya kadar ondan uzak durur ve kendisi ile cinsel ilişkide bulunmazdı. Kadının gebe kaldığı anlaşılınca adam, isterse karısı ile yatıp kalkmaya başlardı. Erkekler bu yola, soylu çocuk edinmek amacı ile başvuruyorlardı. Bu erkek kadın birleşmesine "Döl alma amaçlı birleşme" denirdi.
3- Bir başka kadın-erkek arası birleşme biçimi de şöyle idi:
On kişiden az sayıda bir erkek grubu bir arada bir kadına gider ve ayrı ayrı onunla cinsel ilişkide bulunurlardı. Kadın hamile kaldığı taktirde doğum yaptıktan birkaç gece sonra o erkeklere haber salarak kendilerini çağırırdı. Bu çağrıyı alan erkekler gelmemezlik edemezlerdi. Adamlar yanına gelince kadın "Marifetinizin ürününü tanımış oldunuz, onu doğurdum" şeklinde, bir giriş yaptıktan sonra o erkekler arasında kimi seviyorsa ona döner ve kendisine adı ile seslenerek "Ey falanca, bu çocuk senindir" derdi. Bunun üzerine çocuk o erkeğin sayılırdı ve adam bu işe itiraz edemezdi.
4- Cahiliye döneminde geçerli olan diğer bir kadın-erkek arası birleşme biçimi de şöyle idi:
Çok sayıda erkek bir arada bir kadının yanına giderlerdi. Kadın kendisine gelen erkeklerden hiç birini geri çevirmezdi. Bunlar kapılarına özel işaret olsun diye bir bez parçası asan genelev fahişeleri idi. İsteyen herkes onlarla yatmaya gidebilirdi. Bu tür kadınlardan biri gebe kaldığı takdirde doğum yapınca söz konusu erkekler bu kadın için bir toplantı yaparlar ve bu işi bir uzmanlar (bilirkişiler) gurubuna havale ederler, onlar da bu erkekler arasında kimi uygun görürlerse onu bu çocuğun babası ilan ederlerdi. Böylece çocuk o adamın soyuna katılır, onun oğlu olarak anılırdı. Adam bu karara karşı çıkamazdı." (Sahih-i Buhari ve Tercemesi)
Bu kadın-erkek birleşmelerinin üçüncü ve dördüncü biçimleri ayetin açıkça yasakladığı "zina" türünde ilişkilerdir. İster dost tutulan bir kadınla ve isterse bir genelev fahişesi ile yatıp kalkma biçiminde olsun, fark etmez. Bu ilişkilerin birincisi ise ayetin erkekleri teşvik ettiği namuslu evlenme biçimidir. Bu birleşme türlerinin ikincisine ise ne isim vereceğimizi bilemiyoruz!
Kur'an, burada yüce Allah'ın istediği kadın-erkek ilişki biçimini "koruma", `kollama", "sağlama alma" ve "gözetme" anlamlarına gelen "ihsan" kavramı ile tanımlıyor. Burada her erkeğin korunması ve gözetim altına alınması söz konusudur. Bu kavram bizim de benimsediğimiz kıraat şeklinde ism-i fail olarak "muhsanîne" ve başka bir kıraat şeklinde ism-i mefûl olarak "muhsanîne" biçiminde okunuyor. Sözünü ettiğimiz namuslu, sağlıklı ve iffetli birleşme biçimi bu okuyuşların her ikisinin de verdiği anlamı içerir. Bu anlam evin, aile yuvasının, çocukların; bu değişmez, köklü ye temelli esasa dayanan sosyal kurumun korunması, gözetim altında tutulmasıdır.
İkinci şekil de zinadır. Ayette kadın-erkek ilişkisini tanımlamak amacı ile kullanılan öbür terim "Sifah"tır. Bu terim "Suyun eğimli bir yatak, bir çukur boyunca akıtılması" anlamına gelen "safh" kökünün işteşlik (müşareket) ifade eden kalıbıdır. Yani burada erkek ile kadının ortaklaşa gerçekleştirdikleri bir eylem meydana geliyor. Bu eylemde kadın ile erkeğin ortak katkısı altında, temiz soylu çocuk meydana getirmek, bu çocuğu gözetmek, eğitmek ve büyütmek amacı ile kullanılsın diye Allah tarafından verilmiş olan "hayat suyu"nu geçici bir haz, içgüdüsel bir dürtü uğruna "Eğimli bir toprak parçası bir çukur boyunca akıtılması" söz konusudur. Bu başıboş aldatma eylemi ne bu çifti kirlenmekten, ne ortaya çıkacak çocuğu telef olmaktan ve ne de aile yuvasını yıkımdan kurtaramaz.
Burada Kur'an-ı Kerim, iki kelime aracılığı ile iki ayrı hayat tarzını iki eksiksiz tablo halinde gözlerimizin önünde canlandırıyor. Bir yandan bu iki ilişki biçiminin pratik hayattaki mahiyetlerini tasvir ederken öbür yandan beğendiği ilişki biçimini övme ve hoşlanmadığı ilişki biçimini yerme amacını gerçekleştiriyor. Bu ifade, Kur'an üslûbunun en sanatsal örneklerinden birini oluşturur."
Mal vererek eş edinilmesi işleminin öncesinde yer alan şart açıklandıktan sonra mal vererek eş edinme işleminin nasıl olacağının anlatımına geçiliyor.
"Bu kadınlardan sağladığınız faydanın karşılığı olarak kendilerine aranızda kararlaştırdığınız mehirlerini hakları olarak veriniz."
Bu ifade, kadınların mehrini, onlardan yararlanmanın karşılığı olan bir hak, ödenmesi zorunlu olan bir borç olarak belirliyor. Erkek, daha önceki bir ayette tek tek sayılan yasaklı kadınlar dışındaki bütün kadınlardan yararlanabilir.
Fakat bunun yolu, bu kadınlarla "ihsan" şartına bağlı kalarak, yani nikaha dayalı evlenme aracılığı ile eşleşmektir, başka bir şekilde onlara el sürmeye kalkışmamalıdır. Ayrıca erkek, evleneceği kadının mehrini de vermelidir. Mehir, kadının kesin ve belirli bir hakkıdır. Yoksä erkeğin kadına vereceği bir bağış, bir hediye, "Olmasa da olur" türünden bir cömertlik tezahürü değildir. Tersine yüce Allah tarafından verilmesi farz kılınmış bir kadın hakkıdır.
Bunun yanısıra erkek kadına, cahiliye döneminin bazı uygulamalarında görüldüğü gibi, karşılıksız bir miras biçiminde sahip olamaz. Ayrıca erkek, cahiliye döneminin takas esasına dayalı evlilikleri gibi değiş-tokuş nitelikli bir yolla da evlilik yapamaz.
Bu tür cahiliye dönemi evliliklerinde "Ben sana istediğin bir kızı ya-da kadını vereyim, karşılığında sen de bana kızını ya da evlâtlarını ver" şeklinde pazarlık yapılırdı. Başka bir deyimle kadınlar ya da kızlar birer hayvan ya da ticaret malıymışlarcasına birbiri ile takas edilirlerdi.
Ayet, mehrin kadının hakkı olan bir farz olduğunu belirttikten sonra karı ile kocanın, ortak hayatlarının gerekleri, karşılıklı duygularının bütünleştiriciliği uyarınca bu konuda yeni bir uyuşmaya varmalarının önündeki kapıyı açık bırakıyor. Şöyle ki:
"Daha önce belirlenen mehri eşiniz ile anlaşarak yeni bir miktara bağlamanızın sakıncası yoktur."
Mehrin miktarı belirlendikten ve açıklandıktan, kadının diğer malları gibi istediği şekilde kullanabileceği öz malı ve hakkı olduğu kesinliğe kavuştuktan sonra kendisi isterse bu hakkının tümünden ya da bir bölümünden vazgeçebilir.
Ayrıca erkek de daha önce belirlenen mehir miktarını arttırabilir. Bu onun arzusuna kalmış bir şey. Kısacası bu konuda karı ile kocanın karşılıklı özgürlük ve hoşgörü içinde diledikleri yeni bir karara varmalarının hiçbir sakıncası yoktur.
Bu cümlenin arkasından ayetteki bütün bu hükümleri ana kaynağına bağlayan ve dikkatlerimizi bu hükümlerin arkasındaki engin bilgiye ve ufuk açıcı hikmete çeken yorum cümlesi geliyor. Okuyalım:
"Hiç kuşkusuz Allah herşeyi bilir ve hikmet sahibidir."
Bu hükümleri yasallaştıran, onları bilgiye ve hikmete dayalı olarak ortaya koyan O'dur. O halde müminin vicdanı, özellikle eşi ile arasındaki meseleleri ve genel olarak hayatının tüm gelişmelerini düzenleyen hükümleri nereden alacağını bilir. Bunun yanısıra bilgiden ve hikmetten kaynaklanan bu hükümler ile tatmin olur. Çünkü "Allah her şeyi bilir ve hikmet sahibidir."
 
 
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder