Nisa suresi
ALLAH YOLUNDA SAVAŞIN
Ayetlerin akışı, ve hayattaki konumuna etki eden saftaki kusurları düzelttikten sonra -bu düzeltme konunun başından beri sürmektedir- şimdi de konuda sözü edilen savaşa teşvik konusunda zirveye ulaşıyor. Bu zirve, şahsi sorumluluktur. Kişi, ağırdan almak ve desteklememek şeklinde bu sorumluluktan geri kalamaz. Ne saftaki kargaşa ne de yolun engelleri geride kalmasına neden olamaz. Tek başına da olsa savaşması için hitap Rasulullah'a yöneltilmektedir. Çünkü o cihatta kişisel sorumluluğundan başka bir şeyle yükümlü değildir. Bu arada müminleri savaşa teşvik etmesi de emredilmektedir. Böylece gönüllere güven ve zafer ümidi estirilmektedir. Çünkü savaşı yönlendiren yüce Allah'tır. Şüphesiz ki Allah'ın azabı ve darbesi çok şiddetlidir:
84- Allah yolunda savaş. Sen sadece kendinden sorumlusun Müminleri de savaşmaya teşvik et de ola ki Allah kafirlerin ağır baskılarını geri püskürtür. Hiç kuşkusuz Allah'ın kahrı, öldürücü darbesi pek şiddetlidir.
Bu ayetten, -öncekiyle bağlantılı olarak- o günkü müslüman kitlenin bir çok belirtilerini gördüğümüz gibi her zaman için insan ruhunun bazı karakteristik özelliklerini de görüyoruz:
a- Müslüman safta baş gösteren kargaşanın boyutlarını, ağırdan almanın, engel olmanın ve alıkoymanın derin izlerini görüyoruz. Öyleki, Resulullah'ı tek başına da olsa Allah yolunda savaşmakla yükümlü tutmak ve sadece kendisinden sorumlu olduğunu belirtmek böylece müminleri teşvik etmesini istemeyi gerektirecek derecede ve teşvikte neden olacak bir düzeye ulaşmıştı bu davranışlar. Buna göre, onların uyması ve uymaması Resulullah'ı cihad görevinden alıkoymamalıdır. Her ne kadar topluca çağrısına uymamaları söz konusu olmasa bile, meseleyi bu şekilde ortaya koymak, bu yükümlülüğü bu şekilde coşturmanın zorunluluğunu göstermektir. Bunun ötesinde -tabiatıyla- ayet-i kerime İslâm düşüncesinin temel ve değişmez bir gerçeğini, her ferdin tek başına hesap vereceği gerçeğini de içermektedir.
b- Aynı şekilde, o gün müşriklerle savaşmaktan duyulan korku ve çekilen zorlukların boyutlarını da görüyoruz. Öyle ki yüce Allah, en sonunda müminlerin ümidini; kendisinin savaşı üstleneceğine, kafirlerin baskısını önleyeceğine, müslümanların sadece kafirleri müslümanlara baskı yapmaktan alıkoymak konusunda O'nun kudretinin örtü olacağına bağlamaktadır. Bu arada yüce Allah, kendi azabının daha şiddetli ve darbesinin daha öldürücü olduğunu vurgulayarak gücünü göstermektedir. Kuşkusuz bu sözler, o günkü kafirlerin son derece etkin baskılarını ve müslüman safta saldıkları korkuyu göstermektedir. Bu durum Uhut ve Hendek savaşları arasındaki dönemde söz konusu olması muhtemeldir. Çünkü bu dönem Medine'deki müslüman kitlenin, münafıklar, yahudilerin tuzakları ve müşriklerin baskısı altında geçirdiği en zor dönemdi. Müslümanlar arasında İslâm düşüncesinin yeterince olgunlaşmadığı, netleşmediği ve uyuma kavuşmadığı bir dönemdir.
c- Ayrıca, kendisine zor gelen bir yükümlülük altına sokulan insan ruhunun Allah'a, O'na güvenmeye, O'ndan yardım dilemeye, O'nun güç ve kuvvetine dayanmaya olan güçlü ilgisini de göstermektedir. Çünkü tehlike doruğa çıkınca bunun dışındaki, tüm takviye yöntemleri işe yaramaz olur. Bunların tümü İlâhi metodun başvurduğu gerçeklerdir. Çünkü bu ruhları yaratan Allah'tır. Nasıl eğitileceklerini, nasıl güçlendirileceklerini, nasıl coşturulacaklarını ve ne reaksiyon göstereceklerini en iyi bilen O'dur.
CİHAD ETME YÜKÜMLÜLÜĞÜ
Peygamber'in müminleri, konunun sonunda sözü edilen savaşa teşvik etmesi ve dersin başında da Uhud'a çıkmayı ağırdan alan ve başkalarını da alıkoyanların hatırlatılması münasebetiyle aracılık konusunda direktif, öğüt ve yardımlaşmayı kapsayan genel bir kural yerleştirilmektedir.
85- Kim iyi bir işe aracı olursa kendisinin de o iyilikte bir payı olur. Kim bir kötülüğe aracı olursa onun da kötülükte bir sorumluluk payı olur. Allah herşeyin karşılığını verir. "
Allah yolunda savaşmak için insanları cesaretlendiren, teşvik edip yardımlaşan kişinin davanın ecir ve etkilerinde bir payı vardır. Ağırdan alıp başkalarını da alıkoyanlarsa bundan ve sonuçlarından sorumludurlar. Metinde geçen "kifl" (günah) kelimesi, bunu yapanların bu davranışlarının sonuçlarından sorumlu olduklarını ilham ettirmektedir.
İyi olsun kötü olsun her aracılık için geneldir bu ilke. Ayrıntılı bir olay üzerine genel bir kural yerleştiren, aynı şekilde bireysel bir olguyu genel ilkeye bağlayan Kur'an'ın metodu uyarınca bu genel ilke de özel koşullar nedeniyle hatırlatılmış oluyor.
Bütün işleri... Herşeyin rızkını veren ya da herşeye gücünü bahşeden Allah'a bağlamak.. Evet bu, ayetin sonunda yer alan "makît" kelimesini açıklamaktadır.
"Allah herşeyin karşılığını verir."
Ardından, ayetlerin akışı, aracılığı anlattıktan sonra, selam verildiğinde onu daha iyisiyle veya benzeriyle karşılama konusuna dönmektedir. Selâm; gerekli kurallarına uyulduğu sürece toplumun hayat çarklarının rahatlıkla dönmesini sağlayan ilişkilerden birisidir. Toplumsal atmosferde, selam ile daha önce açıklanan aracılık arasında yakın bir ilişki vardır:
86- Size bir selam verildiğinde ona daha güzeli ile ya da aynısı ile karşılık veriniz. Hiç kuşkusuz Allah her şeyi hesaba katar.
İslâm, müslüman toplumun belirginleştiği özel bir selam getirmiştir. Böylece toplumun taşıdığı tüm çizgileri hatta günlük basit çizgiler bile farklı ve belirgin olmuştur. Öyle ki bu çizgiler, başka toplumların karakteristik çizgileri ve işaretleri arasında silinip yok olmaz.
İslâm selâmı; "Es selâmualeyküm" veya "Esselâmu aleyküm ve rahmetullah" ya da "Esselamü aleyküm ve rahmetullahi ve berakatuhu" şeklinde belirlemiştir. bunlara karşılık verme; daha güzel bir şekilde ve kelimeleri arttırmak şeklinde olacaktır. -Ancak üçüncüsü hariç çünkü arttırılacak bir şey kalmamıştır- Buna göre birincinin karşılığı: "Ve aleyküm selam ve rahmetullah" ikincisinin ise, "Ve aleyküm selam ve rahmetullahi ve berakâtuhu" üçüncüsünün ise "Ve aleyküm selâm ve rahmetullahi ve berakâtühü"dur. Bu yüzden benzeriyle karşılık vermek yeterlidir. Evet bu husus Resulullah'tan bu şekilde rivayet edilmiştir.
Şu selam ayetinde gizli hikmetlerin önünde biraz duralım:
Öncelikle selâm, İslâm'ın kendine özgü kanunları ve düzeni olduğu gibi özel işaret ve gelenekleri de olması için müslüman topluma kazandırmak istediği farklı bir özelliktir. Nitekim kıble değişikliğinden söz ederken bu özellikten müslüman toplumun akidesiyle olduğu kadar kıblesinin belirginleşmesi hususunda söz etmiştik. Bu konu Fi zılal'de Bakara suresinde ele alınmıştı.'
İkinci olarak selâm; müslüman kitleyi oluşturan fertler arasındaki sevgi ve yakınlık bağlarını güçlendirmeye yönelik sürekli bir çabadır. Kuşkusuz selamı yaygınlaştırmak ve selâma daha güzeliyle karşılık verme, bu bağların oluşması ve güçlenmesi için en iyi araçlardır. Nitekim Resulullah'a "hangi iş hayırlıdır?" diye sorulmuş, O da "Yemek yedirmen ve tanıdığın, tanımadığın kimselere selâm vermendir"' buyurmuştur." (Buhari) Bu, öncelikle müslüman toplum arasında selamı yaygınlaştırmaya ilişkindir. Ve bu sünnettir. Verilen selâma karşılık vermek ise bu ayete göre farzdır. Kalplerin temizlenmesi, tanışmayanların tanışması ve birbirlerine bağlı bulunanların arasındaki bağın güçlendirilmesi konusunda bu geleneğin pratik etkileri göz önünde bulundurulduğunda bu işe verilen önemin değeri de anlaşılır. Bu, böylesi geleneklerin toplumda bıraktığı etkileri göz önünde bulundurup olağanüstü sonuçlarını inceleyenler tarafından rahatlıkla algılanabilecek bir gerçektir.
Üçüncü olarak selâm, öncesinde sonrasında yer alan savaş ayetlerinin arasında rahatlatıcı bir esintidir. Belki de bununla da İslam'ın esas temeline yani barışa işaret etmek istenmiştir. Çünkü İslâm barış dinidir. Ve o, geniş ve kapsamlı anlamıyla yeryüzüne, insan fıtratının Allah'ın metodu üzere istikamet bulmasından kaynaklanan barışı yerleştirmekten başka bir şey için savaşmaz.
 
 
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder