BESMELE

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيمِ

10 Temmuz 2009 Cuma

İSLAM'DA AKLIN YERİ

Nisa suresi

İSLAM'DA AKLIN YERİ

Şu ayetin önünde bir miktar duralım:

" . Peygamberlerden sonra insanların Allah'a karşı ileri sürebilecekleri hiçbir bahaneleri kalmasın diye..."

Kendimizi latif ve derin ilhamların önünde buluyoruz. Bu ilhamlardan sadece üçünü seçiyoruz, bizi Kur'an gölgesinden çıkarmayacak bir özetle.

Öncelikle insan aklının, "insanlığın" en önemli problemi olan Allah'a iman problemi konusundaki değerini, görev ve rolünü ele alalım. Yeryüzündeki hayat, tüm yönleriyle, ilke ve prensipleriyle, realite ve uygulamalarıyla bu probleme dayanmaktadır. Nitekim yeryüzündeki hayatın devamı olan fakat ondan çok daha büyük ve sonsuz olan ahiret hayatı da buna dayanmaktadır.

İnsanı ve tüm yeteneklerini en iyi bilen yüce Allah, insana bahşettiği aklın, dünya ve ahirette kendisi için doğru yolu bulması ve hayatını düzeltmesi için yeterli olacağını bilseydi iç ve dış dünyada yer alan hidayet kanıtlarını ve iman belirtilerini araştırıp böylece, hayatını dayandıracağı bir sistemi belirlemeyi, sonuçta hak ve doğruluk üzere bulunmayı sadece insan aklına bırakmış olsaydı, tarih boyunca bunca peygamberi göndermezdi. Rablerinden getirdiklerini tebliğ eden peygamberleri göndermeyi, onlara karşı bir belge kılmazdı. Ayrıca peygamberin gönderilmeyişini de kendi katında bir mazeret olarak kabul etmezdi:

"Peygamberlerden sonra insanların Allah'a karşı ileri sürebilecekleri hiçbir bahaneleri bulunmasın diye..."

Ancak yüce Allah, insana verdiği aklın, peygamberliğin direktifleri, yardımı ve koruması olmaksızın kendi başına doğru yolu bulmak için yetersiz olduğunu, aynı zamanda insanlığın hayatı için bir sistem belirleyemeyeceğini, bu sistemin insanlığın hayatında doğruluğu gerçekleştiremeyeceğini, dünya ve ahirette kendisine mensup olan kötü sonuçtan kurtaramayacağını bilmektedir. Bu yüzden yüce Allah'ın hikmeti ve rahmeti insanlara peygamber göndermeyi üstelik peygamber ve tebliğle karşılaşmadan insanları sorumlu tutmamayı dilemiştir: "... Biz peygamber göndermeden azap edecek değiliz." (İsra Suresi, 15)

Bu husus şu Kur'an ayetinde açıkça görülen gerçeklerden biridir neredeyse. Şayet o kadar net olmasa bile ayetin tartışmasız gerçeklerinden biridir.

O halde... İnsan aklının görevi nedir? İman ve hidayet, hayat sistemi ve düzeni konusundaki rolü nedir?

Kuşkusuz insan aklının rolü; peygamberin mesajını almak, görevi ise; peygamberlerden aldığını anlamaktır. Peygaınberin görevi ise; anlatmak, açıklamak ve insan fıtratını üzerine çullanan ağırlıklardan kurtarmaktır. İç ve dış dünyada yer alan hidayet kanıtlarını ve iman belirtilerini düşünmesi için insan aklını uyarmaktır. Ona doğru bir algılama ve bakış metotlu belirlemiştir. Dünya ve ahirette iyiliğin gerçekleşmesini sağlayan pratik hayat sisteminin dayandığı temeli atmaktır.

İnsan aklının görevi, dine hakim olmak değildir. Allah'tan geldiğinden emin olduktan ve maksadını da anladıktan sonra, yani dil ve kavram olarak ayetin anlamını kavradıktan sonra doğruluğuna, yanlışlığına kabul edilmesine yada reddine karar vermek değildir.. Kabul veya reddetmekte serbest olduğu halde, anlamını kavradıktan sonra reddediyorsa, bu anlamı iyice özümsememiş yada kendisine yüce Allah'ın kafirlere hazırladığı azap açıklandıktan sonra olumlu karşılık vermemiş demektir. O halde doğru bir kanalla kendisine ulaştıktan ve aklın da anlam ve maksadını kavradıktan sonra insan, dinin hükümlerini kabul etmek zorundadır.

Kuşkusuz bu mesaj, akla hitap etmektedir. Onu uyandırmak, yönlendirmek ve kendisine doğru bir bakış açısı kazandırmak anlamında elbette, yoksa bu mesajın doğruluğuna yada yanlışlığına karar vermesi yada kabul veya red yetkisine sahip olması anlamında değildir. Gelen nassın hükmü kesin olarak anlaşıldıktan sonra, ister alışılmış bir anlama sahip olsun ister alışılmamış, insan aklına düşen; kabul etmek, uyup uygulamaktır.

İnsan aklının -bu alandaki- fonksiyonu, hükmün amacını anlamaktır. Sözcük ve terim bakımından metnin içerdiği işaretleri göz önünde bulundurarak anlamını kavramaktır. İşte bu noktada insan aklının fonksiyonu bitmektedir. Kuşkusuz bu hükmün doğru anlamı, akıl tarafından yükselen yanlışlık ve red itirazlarını kabul etmemektedir. Çünkü bu hüküm, Allah'tan gelmiştir. Akıl ise; Allah katından gelen şeyin doğruluğuna, yanlışlığına, kabul edilmesine veya reddedilmesine karar verecek bir ilah değildir.

Bu hassas noktada bir takım yanlışlıklar yapılmaktadır. Bu ister insan aklını ilahlaştırıp, gerçek dinin hükümlerinin doğruluk veya yanlışlığa karar verecek bir hakem konumuna getirmek isteyenler tarafından işlensin, isterse insan aklını tamamen fonksiyonsuz bırakıp, iman ve hidayet konusundaki rolünü inkar etmek isteyenlerce işlensin fark etmez. Bu hususta orta ve doğru yol burada açıkladığımızdır. Peygamberlik akla hitap etmektedir, hükümlerini kavraması için. Hem bu hükümlere hem de tüm hayatta doğru bir bakış yöntemi kazandırması için. Akıl bu hükümleri kavrayınca yani kastedileni anlayınca; önünde doğrulamak, uyup ve uygulamaktan başka seçenek kalmaz. Çünkü anlayıp anlamadığına bakmaksızın, insandan, bu hükümleri uygulaması beklenemez. Ayetlerin anlamına uygun olarak hükümler kavrandıktan sonra tartışılmasına, izin verilmez. Haktan başka birşey anlatmayan, iyilikten başka birşey emretmeyen yüce Allah'tan geldiği kesinleştikten sonra; kabul edilmesini yada reddedilmesini, doğruluğunu yahut yanlışlığını tartışmak yersizdir.

Yüce Allah'tan geleni karşılamanın doğru yöntemi, insan aklının -amacını kavradıktan sonra- dinin gerçek hükümlerine; mantıksal sözlerden, sınırlı değerlendirmelerden yada eksik deneyimlerden kaynaklanan hükümlerle karşı çıkmamasıdır. Doğru yöntem; insan aklının doğru hükümleri; kabul edilmesi gereken hükümler oldukları için kabul etmesidir: Çünkü bu hükümler kişisel hükümlerden daha doğrudurlar. Dosdoğru dinsel görüşün terazisiyle ölçülmeden önce onun metodu kişisel metodtan çok sağlamdır. Bu yüzden -yüce Allah'ın katından geldiğini anladıktan sonra- insan aklının, kendi ürünü herhangi bir hükme göre, dinin hükümlerine hakemlik yapması söz konusu olamaz.

Akıl, yüce Allah'ın bildirdiği hükümleri, kendine özgü ilkelerle değerlendirecek bir ilah değildir.

Ancak, insan aklı, Allah'tan gelmiş hüküm hakkında ileri sürülen akla dayanan beşeri anlama kendisine ait aklı ve beşeri bir anlamla itiraz edebilir. Bu onun sahasıdır. Yorum ve farklı anlayışlarını sağlıklı temellere dayandırdığı sürece de hiçbir zorluk ve engelle karşılaşmaz. Bu sağlıklı temellere ve bizzat dinin belirlediği kurallara dayanması koşuluyla, farklı bakış özgürlüğü, bu alanda, insan aklına tanınan en geniş alandır. Hiçbir grup, otorite veya kişi, insan aklını, doğru hükmün maksadını ve uygulama alanını düşünmekten alıkoyamaz. Değişik görüşleri her zaman ileri sürebilir. Dinin hükümlerinden gelen doğru bir kaynağın ve sistemin sınırları içinde kaldığı sürece, kendisine bakış açısı belirleyebilir. İşte risaletin akla hitap ettiğinin anlamı budur.

Kuşkusuz İslâm akıl dinidir... Evet... Hükümler ve ilkeleriyle akla hitab eden anlamında, kabul etmekten başka seçenek bırakmayan ve maddi harikalarla baskı altında tutmak anlamında değil. Ona doğru bir bakış metodu kazandırıp, iç ve dış dünyada bulunan hidayet kanıtlarını ve iman işaretlerini düşünmeye çağırır. Böylece fıtratı; alışkanlıkların, geleneklerin, aptallıkların, akıl ve fıtratı saptıran ihtirasların baskısından kurtarır. Ayetlerin anlamlarının taşıdığı prensipleri anlamayı ona bırakmak şeklinde akla hitab eder bu din. Anlamadığı yada kavramadığı bir şeye inanmaya zorlamak anlamında değil. Anlamları kavrayacak ve hükümleri anlayacak aşamaya geldikten sonra artık önünde iki seçenek vardır; ya teslim olup mümin olacaktır yada isyan edip kafir olacaktır. Yoksa doğruluğuna yada yanlışlığına karar verecek bir hakem değildir akıl. Aklı tanrılaştırıp, dosdoğru dinin hükümlerinden kimisini kabul edip kimisini reddeden, dilediğini seçip dilediğini bırakan bir konuma çıkarmak isteyenlerin söylediği gibi; kabul ve red yetkisine sahip değildir. Yüce Allah'ın hakkında "Siz kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkar mı ediyorsunuz?" (Talak Suresi, 22) dediği durumdur bu. Bunu küfür olarak nitelendiriyor ve o korkunç azapla tehdit ediyor.

Yüce Allah, evren konusunda, insan yada diğer bir yaratık hakkında bir gerçeği belirledikten yahut farzlar veya yasaklara ilişkin bir hüküm verdikten sonra, yüce Allah'ın belirlediği bu hükmün anlamını kavrar-kavramaz kendisine ulaşan herkesin, kabul edip uyması zorunludur.

Yüce Allah:

"Allah odur ki, yedi gök yaratmış, onların benzerini de yerden aratmış. (Talak Suresi, 12)

"Kafirler, göklerle yerin bitişikken ayırdığımı ve her şeye sudan hayat verdiğimizi görmediler mi?" (Enbiya Suresi, 30)

"Allah her canlıyı sudan yaratmıştır." (Nur Suresi, 45)

"O insanı pişmiş çamur gibi kuru balçıktan yarattı. Cinleri de yalın bir alevden yaratmıştır." (Rahman Suresi, 14-15)

Bunun gibi evrenin canlılar ve eşyanın mahiyetine ilişkin söyledikleri gerçeğin ta kendisidir.

Ayetlerin anlamını ve bunlardan kaynaklanan prensipleri anladıktan sonra, insan aklının kalkıp da; ilkelerime, bilgime ve deneyimine uymuyor diyemez. çünkü insan aklının bu alanda ulaştığı her düzey, doğruluk ve yanlışlık ihtimaline açıktır. Ancak yüce Allah'ın belirlediği hüküm ise bütünüyle hak ve doğrudur.

Yine Yüce Allah:

"Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler kafirlerin ta kendileridir." (Maide Suresi, 14)

"Ey müminler, Allah'tan korkun ve faizden arta kalandan vazgeçin, Şayet müminseniz. Eğer bunu yapmazsanız Allah ve Resulünün ilan edeceği savaşa hazırlanın. Eğer tevbe ederseniz ana mallarınız sizindir. Bu şekilde ne haksızlık edersiniz ne de haksızlığa uğrarsınız." (Bakara Suresi, 278-279)

"Evlerinizde oturun. İlk cahiliyedeki gibi süslenip, püslenip sokaklara dökülmeyin." (Ahzab Suresi, 33)

"Başörtülerini yakalarının üzerine koysunlar ve süslerini göstermesinler." (Nur Suresi, 31)

Bunun gibi hayat sistemine ilişkin söyledikleri tartışmasız gerçektir. Hiç bir akıl, yararının yüce Allah'ın emrine muhalif olan yada insanlara izin vermediği ve hükmetmediği şu hususta olduğunu söyleyemez. Çünkü aklın yararlı gördüğü şey doğru da olabilir yanlış da. İhtiras ve içgüdülere açıktır. Ancak yüce Allah'ın hükmünde yarar ve iyilikten başka ihtimal söz konusu değildir.

Yüce Allah'ın inanç ve düşüncelere yada hayat sistemi ve düzenine ilişkin belirlediği hükümler, aklın ortaya koyduklarıyla aynı değerde değildir. Hükmün yüce Allah'tan geldiği doğrulandıktan ve anlamı kesinleştikten sonra, herhangi bir zamanla sınırlandırılamaz. O halde akıl şunu ileri süremez: İnanç ve kullukla ilgili kısmını kabul ediyorum ancak, hayat sistemi ve düzeni bakımından zaman değişmiştir. Kuşkusuz yüce Allah hükümlerinin uygulanışını belli bir zamana sınırlandırmayı dileseydi bunu yapardı. Hüküm mutlak olduğu sürece, ilk nazil olduğu dönem ile kıyamete kadar ki her hangi bir dönem arasında fark yoktur. Bunun nedeni, Allah'a karşı gelmekten sakınmak ve O'nun ilmini eksiklik ve kusur töhmetinden uzak tutmaktır. Kuşkusuz O, söylenenlerden münezzehtir, yücedir, uludur. İçtihada gelince; bu, genel hükmün uygulanışı esnasında baş gösteren somut ayrıntılarda söz konusu olabilir. Herhangi bir nesil içinde aklın etkisinde kalarak, genel ilkeyi kabul veya reddetmek konusunda içtihada başvurulmaz.

Bütün bu söylediklerimizden insan hayatında aklın değerini ve rolünü azımsamak anlamı çıkmaz. Allah'ın dini ve onun doğru öğretisinden beslenen ölçü ve bakış yöntemine bağlı kaldıktan sonra, yenilenen durumlara göre hükmü uygulama konusunda insan aklının önünde oldukça geniş bir alan vardır. Şu evrenin mahiyetini, oradaki gizli enerji ve güç kaynaklarını, içindeki varlık ve canlıların özelliklerini bilmeğe ilişkin önünde son derece geniş imkanlar vardır. Yüce Allah'ın emrine sunduğu evren, varlık ve canlılardan yararlanma ve hayatı geliştirme, yüceltme ve ilerletme bakımından, büyük bir ortama sahiptir. Ancak Allah'ın sisteminin sınırları içinde kalmak şartıyla. Yoksa aklı saptıran, fıtratı birtakım tortularla örten, ihtirasların ve arzuların öngördüğü biçimde değil.

Hiç yorum yok: