BESMELE

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيمِ

14 Temmuz 2009 Salı

SEMUD KAVMİ

Hud Suresi

SEMUD KAVMİ

Hz. Hud ile Adoğulları'na ilişkin hikâyeden ilham alarak yaptığımız bu değerlendirmeyi burada noktalayarak tekrar surenin kaldığımız yerine dönüyor ve bu defa Hz. Salih ile Semudoğulları'na ilişkin hikâyenin ayrıntılarına giriyoruz.

61- Semudoğulları'na da kardeşleri Salih'i peygamber olarak gönderdik. Salih dedi ki; `'Soydaşlarım, sadece Allah'a kulluk sununuz, O'ndan başka bir ilahınız yoktur. Sizi topraktan yaratan ve yeryüzüne yerleştirerek burayı kalkındırmakla görevlendiren O'dur. O'ndan af dileyiniz, O'na yöneliniz. Çünkü Allah, kullarına yakındır ve dileklerin kabul edicisidir.

Bunlar, peygamberler tarihi boyunca hiç değişmeksizin hep söylenen sözlerdir. Onları ayrıntılı biçimde inceleyelim:

"Ey soydaşlarım, sadece Allah'a kulluk sununuz, O'ndan başka bir ilahınız yoktur."

Bu da peygamberler tarihi boyunca hiç değişmemiş bir çağrı. Devam edelim:

"O'ndan af dileyiniz, O'na yöneliniz."

Arkasından ilahlık gerçeği tanıtılıyor bize. Tıpkı O'nun peygamberinin kalbinde yaşadığı gibi. Okuyoruz:

"Çünkü Allah, kullarına yakındır ve dileklerin kabul edicisidir."

Hz. Salih, bu ayette onlara topraktan oluştuklarını, varlık kaynaklarının "yer" olduğunu hatırlatıyor. Bir defa insan olarak türleri toprak kaynaklıdır. Tek tek fertler olarak da toprağın oluşumlarındaki payı çok büyüktür. Yedikleri besinler toprakta yetişir, organizmalarını oluşturan çeşitli elementler toprak kökenlidir. Topraktan meydana gelmelerine, "yer" kökenli elementlerden oluşmalarına rağmen, yüce Allah onları yeryüzüne halife olarak atadı. Burayı kalkındırsınlar, geliştirsinler, bayındır hale getirsinler diye. Allah, parçası oldukları insan türünü yeryüzü halifesi yaptığı gibi, kendilerini de bu halifelikle görevlendirmiş, bu amaçla onları daha önceki insan kuşağının yerine geçirmiştir.

Bütün bunlardan sonra onlar ne yapıyorlar? Yüce Allah'a başka ilahları ortak koşuyorlar. O halde:

"O'ndan af dileyiniz, O'na yöneliniz."

Eğer O'na dönerseniz, tevbelerini kabul edeceğinden, yalvarmalarınıza olumlu cevap vereceğinden emin olunuz. Çünkü;

"Allah, kullarına yakındır ve dileklerin kabul edicisidir."

Bu ifadede "Rabbimin" tamlaması, gerekse "yakın" ve "kabul edici" kelimelerinin yanyana getirilişi, Allah gerçeğini yansıtan, somut bir tablo çizer. Bu tablo, tıpkı seçkin bir kulun, bir peygamberin kalbini donatan Allah gerçeğini açığa vurur. Ayetin havasına cana yakınlık, bağlantılık ve sevecenlik katar. Bu hava Salih peygamberin kalbinden taşarak diğer duyarlı kalplere geçer. Ama eğer adamların kalpleri olsa!

Evet, Hz. Salih'in soydaşlarının kalpleri o kadar bozuk, o kadar gözenekleri sımsıkı kapalı ve o derece katı ki, ne bu tablonun güzelliğini ve çarpıcılığını ve ne bu yumuşak sözlerin okşayıcılığını ve ne de bu uçan havanın. tatlılığını duyamıyorlar. Bir de ne görelim. Onlar hiç beklenmedik biçimde bambaşka bir telden çalıyorlar. Kardeşleri Salih hakkında olmadık kanaatler, akıl almaz kuruntular besliyorlar.

62- Soydaşları dediler ki; "Ya Salih, bundan önce sen kendisine umut bağladığımız bir kişi idin. Şimdi bize atalarımızın taptıkları ilahlara tapmayı mı yasaklıyorsun? Bizi benimsemeye çağırdığın ilkeler konusunda koyu bir kuşku içindeyiz. "

Sende umudumuz vardı. Sana umut bağlamamızın sebebi ya bilgin, ya akıllılığın, ya doğruluğun, ya ileri görüşlülüğün, ya da bu meziyetlerin tümü idi. Fakat bu umudumuz şimdi suya düştü. Sebebine gelince;

"Şimdi bize atalarımızın taptıkları ilahlara tapmayı mı yasaklıyorsun?"

Felâket bu! Her şey olabilir, ya Salih, ama bu olamaz! Senden böyle demeni hiç beklemezdik. Ne kadar da yanılttın, hayal kırıklığına düşürdün bizi. Ayrıca bizi kabul etmeye çağırdığın ilkeler hakkında kuşku içindeyiz. Öyle bir kuşku ki, bu bizi hem sana hem de söylediklerine inanmaktan alıkoyuyor. Okuyoruz:

"Bizi benimsemeye çağırdığın ilkeler konusunda koyu bir kuşku içindeyiz."

Görülüyor ki, Hz. Salih'in soydaşları hiçbir şaşırtıcı yanı olmayan bir teklif karşısında hayrete düşüyorlar. Daha doğrusu gerekli ve gerçek olan bir öneriyi yadırgıyorlar, onu işittiler diye dehşete kapılıyorlar. Kardeşleri Hz. Salih onları tek Allah'a kulluk sunmaya çağırıyor diye küplere biniyorlar. Niye? Bir delile, bir gerekçeye ya da bir düşünceye dayandıkları için değil. Sırf ataları, karşılarındaki şu putlara taptılar diye.

İşte katı bağnazlık, gözü kapalı geçmişe bağlılık insanı öyle dondurur ki, açık gerçek karşısında şaşkına döner, inançları; ataların davranışları ile gerekçelendirme saçmalığına düşürür.

Böylece ikinci ve üçüncü kez açıkça ortaya çıkıyor ki, "tek Allah" inancı özünde geniş kapsamlı, eksiksiz ve tutarlı bir özgürlük çağrısıdır; insan aklını taklitçilik boyunduruğundan kurtarma çağrısıdır; yine insan aklını hiçbir delile dayanmayan asılsız kuruntuların, saplantıların, önyargıların ve hurafelerin zincirinden kurtarma çağrısıdır.

Semudoğulları'nın, Hz. Salih'e yönelttikleri "Sen umut bağladığımız bir kişi idin" şeklindeki hayal kırıklığı içeren söz, bize bir zamanlar Kureyşli müşriklerin Peygamberimize karşı duydukları sarsılmaz güveni hatırlatıyor. Fakat Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- onları tek Allah'ı "Rabb" olarak tanımaya çağırınca tıpkı Hz. Salih'in soydaşları gibi, bu çağrıyı tuhaf karşılayarak karşısına dikildiler. Arkasından O'nun için "büyücüdür, uydurmacıdır" dediler. Böyle derken O'nun lehindeki eski tanıklıkları ve güvenlerini unutuverdiler.

Karakter hep aynı karakter. Bu yüzden aynı belge yüzyıllar ve çağlar boyunca her aşamada tekrarlanarak önümüze geliyor.

Hz. Salih, bir sonraki ayette soydaşlarına atası Hz. Nuh'un karşısındakilere söylediği sözlerin aynısını söylüyor.

63- "Ey soydaşlarım, baksanıza, eğer ben Rabbimden gelen açık bir belgeye dayanıyorsam, O bana kendi katından bir rahmet bağışladı ise, emrine karşı geldiğim taktirde beni O'ndan kim kurtaracak? Sizin bana zararımı arttırmaktan başka hiç bir katkınız olamaz. "

Ey soydaşlarım, baksanıza. Eğer ben içimde Allah gerçeğini açık ve belirgin bir realite olarak algılıyorsam, bu algı bana bu yolun doğru olduğuna dair kesin bir inanç kazandırıyorsa, üstelik bana Rabbimden bir rahmet inmiş de bu rahmetinin sonucu olarak O beni peygamber olarak seçmiş ise, beni bu göreve lâyık kılıcı ayrıcalıklarla donatmış ise, söyleyin bana bakalım, eğer O'nun mesajını size iletmekte kusur ederek O'na asi olursam, bana bağladığınız umutları boşa çıkarmamak endişesi ile bu peygamberlik görevimi savsaklarsam; sizin şahsıma yönelik umutlarınızın bana bir faydası olur mu, beni yüce Allah'ın elinden kurtarabilir mi? Asla!

"Emrine karşı geldiğim taktirde beni O'ndan kim kurtaracak? Sizin bana zararımı arttırmaktan başka hiçbir katkınız olamaz:"

Siz bana zarar üstüne zarardan başka bir katkıda bulunamazsınız. Eğer sizin hatırınızı kırmayayım diye görevimi ihmal edersem yüce Allah bana kızar, beni peygamberlik şerefinden mahrum eder, o zaman dünyada rezil olurum, ahirette ise azaba çarpılırım. Bu ise zarar üstüne zarardan başka nedir ki? Kısacası size uymanın sonucu zarardan, yıkımdan, ağır cezadan ve şiddetli pişmanlıktan başka bir şey olamaz. Bir sonraki ayeti okuyoruz:

64- "Ey soydaşlarım, bu Allah'ın devesidir, size bir mucize olarak gönderildi; bırakın onu Allah'ın toprağında dolaşıp yesin-içsin; ona bir kötülük dokundurmayın, yoksa yakın vadeli bir azaba çarpılırsınız. "

Salih'in soydaşlarına bir mucize, bir olağanüstülük belirtisi olsun diye gönderildiği bizzat Hz. Salih tarafından belirtilen bu dişi devenin nasıl bir deve olduğu ayette anlatılmıyor. Yalnız onun "Allah'ın devesi" diye anılmasından ve "size bir mucize olsun diye" denilerek Salih'in soydaşlarına özel olarak gönderildiğinin vurgulanmasından anlıyoruz ki, o sıradan bir deve değildir, ayırıcı özellikler taşımaktadır ve bu özellikler sayesinde Hz. Salih'in soydaşları onun Allah tarafından kendilerine gönderilmiş bir mucize olduğunu bilebilmektedirler.

Bu deve konusunda bu kadarlık bilgi ile yetiniyoruz. Bu konudaki efsanelerin ve yahudi uydurmalarının (israiliyatın) okyanusuna dalmak istemiyoruz. Zaten bu efsaneler ve uydurma rivayetler yüzünden tefsir bilginleri bu deve konusunda -deve hikâyesinin gerek geride kalan bölümü ve gerekse gelecek bölümü ile ilgili olarak- birbirinden farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Evet;

"... Bu Allah'ın devesidir, size bir mucize olarak gönderildi; bırakın onu Allah'ın toprağında dolaşıp yesin-içsin; sakın ona bir kötülük dokundurmayınız."

Yoksa Allah'ın azabı sizi hemen yakalayıverir. Cümleye bu "acele" anlamını kazandıran "fe" edatı ile "yakın" sözcüğüdür. Okuyoruz:

"Yoksa yakın vadeli bir azaba çarpılıverirsiniz."

Sözkonusu azap kıskıvrak yakalayıverir sizi. Burada "dokunma" ve "meydana gelme" fiillerinin ifade ettiğinden daha sert bir hareket ifade edilmek istenmiştir.

Bir sonraki ayeti okuyalım:

64- "Ey soydaşlarım, bu Allah'ın devesidir, size bir mucize olarak gönderildi; bırakın onu Allah'ın toprağında dolaşıp yesin-içsin; ona bir kötülük dokundurmayın, yoksa yakın vadeli bir azaba çarpılırsınız. "

Salih'in soydaşlarına bir mucize, bir olağanüstülük belirtisi olsun diye gönderildiği bizzat Hz. Salih tarafından belirtilen bu dişi devenin nasıl bir deve olduğu ayette anlatılmıyor. Yalnız onun "Allah'ın devesi" diye anılmasından ve "size bir mucize olsun diye" denilerek Salih'in soydaşlarına özel olarak gönderildiğinin vurgulanmasından anlıyoruz ki, o sıradan bir deve değildir, ayırıcı özellikler taşımaktadır ve bu özellikler sayesinde Hz. Salih'in soydaşları onun Allah tarafından kendilerine gönderilmiş bir mucize olduğunu bilebilmektedirler.

Bu deve konusunda bu kadarlık bilgi ile yetiniyoruz. Bu konudaki efsanelerin ve yahudi uydurmalarının (israiliyatın) okyanusuna dalmak istemiyoruz. Zaten bu efsaneler ve uydurma rivayetler yüzünden tefsir bilginleri bu deve konusunda -deve hikâyesinin gerek geride kalan bölümü ve gerekse gelecek bölümü ile ilgili olarak- birbirinden farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Evet;

"... Bu Allah'ın devesidir, size bir mucize olarak gönderildi; bırakın onu Allah'ın toprağında dolaşıp yesin-içsin; sakın ona bir kötülük dokundurmayınız."

Yoksa Allah'ın azabı sizi hemen yakalayıverir. Cümleye bu "acele" anlamını kazandıran "fe" edatı ile "yakın" sözcüğüdür. Okuyoruz:

"Yoksa yakın vadeli bir azaba çarpılıverirsiniz."

Sözkonusu azap kıskıvrak yakalayıverir sizi. Burada "dokunma" ve "meydana gelme" fiillerinin ifade ettiğinden daha sert bir hareket ifade edilmek istenmiştir.

Bir sonraki ayeti okuyalım:

66- Azaba ilişkin emrimiz geldiğinde Salih ile beraberindeki mü'minleri helak olmaktan ve o günkü onur kırıcı perişanlıktan, rahmetimizin sonucu olarak, kurtardık. Hiç şüphesiz senin Rabbin güçlüdür, üstün iradelidir.

67- O zalimleri müthiş bir gürültü yakaladı da evlerinde, oldukları yerde yığılıp kalıverdiler.

Daha önceki uyarılarımız gereğince helâk etmeye ilişkin emrimizin gerçekleşmesine sıra gelince Hz. Salih ile beraberindeki mü'minleri, özel ve dolaysız merhametimizin sonucu olarak kurtardık. Onları hem ölümden ve hem de o günün utandırıcı perişanlığından kurtardık. Semudoğulları'nın ölümü, gerçekten utandırıcı, rezil edici bir ölüm biçimi idi. Korkunç, tüyler ürpertici bir gürültü onları oldukları yere cansız olarak devirmişti. Evlèrinde yerlere serilmiş leşleri gerçekten komik, utandırıcı, yerin dibine geçirici bir perişanlık manzarası sergiliyordu. Devam ediyoruz:

"Hiç kuşkusuz, senin Rabbin güçlüdür, üstün iradelidir."

O şımarıkları, burnu büyükleri yakalayıp derslerini verir. Yapamayacağı hiçbir şey yoktur. Ayrıca kendisine sığınanları ve emirlerine uyanları da asla yüzüstü bırakmaz.

Daha sonra Semudoğulları'nın sahnesi gözlerimizin önüne seriliyor. Bu sahneye adamların sapık tutumlarına ve son derece büyük bir hızla yok oluşlarına ilişkin bir hayret de eşlik ediyor. Okuyoruz:

68- Sanki az önce o evlerde yaşayanlar onlar değildi. Haberiniz olsun ki, Semudoğulları Rabblerini inkâr ettiler. Hey, kahrolsun Semudoğulları!

Sanki o evlerde hiç oturmamışlar, hiç yaşamamışlardı. Sahne son derece etkileyici ve tabloyu çizen fırçanın darbesi son derece dokunaklıdır, manzara bütün dehşeti ile gözlerimizin önünde somutlaşmaktadır. Hayat ile ölümün arası -ölüm gerçekleştikten sonra- göz açıp kapama arası kadar kısacıktır. Hayatın tümü de hızla akıp giden bir şerittir. Evet, `sanki az önce o evlerde yaşayanlar onlar değildi."

Arkasından, bu surede ifadeleri ile artık iyice tanıştığımız değerlendirme ve sonuç bölümü geliyor. Bu bölümde Semudoğulları'nın sicilleri hatırlatılıyor, arkalarından lânet ediliyor, sayfaları dürülerek somut hayattan ve hafızalardan siliniyorlar. Okuyoruz:

"Haberiniz olsun ki, Semudoğulları Rabblerini inkâr ettiler. Hey, kahrolsun (gözden ırak olsun) Semudoğulları!

Hiç yorum yok: