BESMELE

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيمِ

13 Temmuz 2009 Pazartesi

YARATILIŞ VE HAYAT

6-Enam Suresi
Surenin hemen başında önümüze çıkan bu iki kütleli dalga, insan kalbine, insan aklına dış dünyada ve insanın iç aleminde somut ifadeye kavuşan "yaratma" ve "hayat verme" kanıtları ile sesleniyor. Fakat bu iki realitenin insan idrakine yönelttiği sesleniş ne diyalektik ne teolojik ve ne de felsefî yöntemi kullanıyor. Bu seslenişle insan fıtratını uyarma, ona mesaj iletme metodunu kullanıyor. insan fıtratını yaratmanın ve can vermenin somut hareketi, çekip çevirmenin ve üstün egemenliğin somut hareketi ile yüzyüze getiriliyor. Bu yüzyüze getirmeyi diyalektikçi bir tartışma ile değil, ikna edici bir anlatma yöntemi ile, ilâhi anlatımdan kaynaklanan kesin bilginin gücüne dayanarak, kendisine anlatılanları gördükleri ile doğrulayan fıtratın dolaysız tanıklığı ile gerçekleştiriyor.

Gökler ile yeryüzünün varoluşu birer objektif realitedir, bunların belirli bir düzene göre yönetildikleri de açık bir gerçektir. Bunun yanısıra başta insan hayatı olmak üzere bütün canlıları kapsayan bir canlılık olgusu ile karşı karşıyayız. Belirli bir noktada ortaya çıkan bu olgu, gördüğümüz şu çizgi boyunca gelişiyor: Bu iki realite insan fıtratını gerçekle yüzyüze getiriyor, ona yüce Allah'ın birliğine ilişkin kesin bir mesaj iletiyor.

Zaten yüce Allah'ın birliği bu surenin tümünün, hatta bütün Kur'an'ın anlatmak istediği temel ilkedir. Kur'an'ın ana meselesi "Allah'ın varlığı"m kanıtlamak değildir. Çünkü tarih boyunca karşı karşıya kalınan temel problem, Allah'ın varlığına inanmamak olmamıştır. Allah'ı gerçek nitelikleri ile gerçek anlamda tanımamak olmuştur.

Bu surenin muhatapları olan müşrik Araplar, Allah'ın varlığını kökten inkâr etmiyorlardı. Tersine Allah'ın varlığını, yaratıcılığını, rızık verici, mülk egemenlik sahibi, hayat veren ve dirilten bir güç kaynağı olduğunu kabul ediyorlardı. Kur'an-ı Kerim onlarla tartışırken, onların sözlerini bize aktarırken, onların bu inancı taşıdıklarını, yüce Allah'a ait sıfatların birçoğunu onayladıklarını açıkça belirtiyor. Fakat onların sapıklıklarının ve müşriklikle damgalanmalarının sebebi şu idi: Onlar bu inançlarının gerektirdiği sonucu onaylamaktan kaçınıyorlardı. Bu inançlarına göre her işlerinde, her meselelerinde yüce Allah'ın ortaksız hakemliğine başvurmaları, pratik hayatlarının yönlendirilmesinde O'na koşulan bütün ortakları reddetmeleri, sadece Allah'ın şeriatını yasa edinmeleri, hayatın herhangi bir alamı Allah'dan başkasının egemenliğine devretme girişimine ilke olarak karşı çıkmaları gerekirdi.

İşte o günkü Araplar, bu yüzden müşriklikle damgalanmışlar, yüce Allah'ın varlığını ve saydığımız sıfatları taşıdığını kabul etmelerine rağmen, kâfir diye adlandırılmışlardır. Oysa onların yüce Allah'ın yaratıcı, rızık verici, malik ve egemen olduğu inançları, hayatları ile ilgili her olayda da O'nun egemenliğini kabul etmelerini gerektiriyordu.

Bu surenin başında onlara, yüce Allah'ın evrenin ve insanın yaratıcısı olduğu, evreni ve insanın gelişimini her adımda yönlendirdiği, insanların gizli-açık bütün yönlerini, bütün eylem ve davranışlarını bilgisi ile kuşattığı bildiriliyor. Bu bilgi, onlara şu kaçınılmaz yükümlülüğü yükleyen bir ön birikim niteliğini taşır: Surenin ana eksenini ve yöntemini anlatan kısa tanıtım yazısında belirttiğimiz gibi, onlar bu bilginin ışığında yüce Allah'ın egemenlikte ve yasa koymada ortaksız egemen olduğunu kabul etmek zorundadırlar.

"Yaratıcılık" ve "can vericilik" kanıtları, eski çağların müşriklerine karşı koyup onlara yüce Allah'ın birliğini ve kayıtsız egemenliğini anlatmaya elverişli olduğu gibi, yüce Allah'ın varlığını kökten inkâr eden modern cahiliyenin iğrenç saplantılarına da karşı koymaya elverişlidir.
Gerçekten günümüzde Allah'ın varlığını kökten inkâr eden ateistlerin söylediklerine inanıp inanmadıkları konusunda yoğun kuşkular vardır. Bu iğrenç saplantının başlangıcında hıristiyan kilisesine karşı bir manevra olarak ortaya çıkmış olması ve sonradan yahudiler tarafından insanlığın temel dayanağını yıkmak amacı güden bir silâh olarak kullanılmış olması güçlü bir ihtimaldir.

"Siyon Protokolleri" adlı belgelerde itiraf ettikleri bu muhtemel hesaplara göre, yeryüzünde kendileri dışında başka inançlara dayanan hiçbir toplum kalmayacak, böylece de inanç bunalımına düşüp çökecek olan insanlık kolayca kendilerinin egemenlikleri altına düşecekti. Çünkü inanç sisteminin sağladığı güç kaynağına sadece onlar sahip olacaklardı.

Yahudi tuzaklarının, siyonist komploların çapı ne kadar geniş olursa olsun bunlar insan fıtratını, kıvrımlarının en kuytu bucaklarında Allah'ın varlığı inancını taşıyan insan fıtratını yenilgiye uğratamazlar. Gerçi bu fıtrat yüce Allah'ın sıfatlarını gerçek anlamları ile tanıma hususunda başarısız kalabiliyor, ayrıca insan hayatı üzerinde Allah'ın kesin egemenliğini tanımazlıktan gelerek sapıklığa düşüyor ve bu yüzden kâfirlikle, müşriklikle damgalanmayı hak ediyor. Ama temelde Allah'ın varlığına inanmaktan da geri kalmıyor. Fakat fıtratları yozlaşan, doğuştan getirdikleri algılama ve karşılık verme cihazları dumura uğrayan, iletişim aygıtları işlemez hale gelen bazı insanlar vardır. işte insan vicdanının derinliklerinde kök salan Allah inancını silmeyi amaçlayan yahudi plânları, sadece bu tür vicdanlar üzerinde başarıya ulaşabilir. Fakat bu tür fıtri duyarlığı dumura uğramış vicdanlar, insanlık camiası içinde her zaman kural dışı, küçük bir azınlık olarak kalacaktır.

Günümüzün gerçek ateistler, Allah tanımazlar, tüm yeryüzünde birkaç milyonu aşmaz. Bunlar Rusya ve Çin gibi komünist ülkelerde yaşayan, ülkelerinde iktidarda bulunan ateist rejimlerin eli süngülü diktatörlükleri altında inleyen yüzmilyonlarca insan arasında bile azınlıkta kalan bir avuçluk bir kitledir. Bu ülkelerde kırk yıldan beri insanları Allah inancından tamamen arındırmak için harcanan sürekli çabalara, yoğun eğitim ve propaganda faaliyetlerine rağmen varılabilen nokta ancak bu olabilmiştir.

Fakat yahudinin başarısı başka bir alanda gerçekleşebilir. Bu alan dini, sırf duygulara ve ibadet şekillerine dönüştürme, indirgeme alanıdır. Bu alanda başarılı olabilirlerse insanlara hayatlarını düzenleyici yasaları, Allah dışında başka ilâhların koymasına razı olmalarına rağmen yine de Allah'a inanmışlıklarını sürdürebilecekleri vehmini aşılayacaklar ve böylece halâ Allah'a inandıklarını zannederek tüm insanları fiili yıkıma uğratabileceklerdir.

Yahudiler bu sinsi plânları ile her dinden önce İslâm'ı hedef seçiyorlar. Çünkü onlar tüm tarihlerinin birikiminden şunu öğrenmişlerdir. Kendilerini yenilgiye uğratacak tek güç, hayata egemen olmak şartı ile İslâm'dır. Buna karşılık eğer müslümanlar dinlerini hayatlarına egemen kılmazlarsa, istedikleri kadar Allah'a inanan müminler olduklarını sanmaya devam etsinler, yahudilere yenik düşmeye mahkûm olurlar. İnsanların hayatında varolmayan dinin yine de varolabileceğine inanan bu zehirli saplantı, o sözünü ettiğimiz yahudi komplosunun başarısını kaçınılmaz kılar. Kurtuluş çaresi yüce Allah'ın izni ile müslümanların bu gafletten uyanmalarıdır.
Allah bilir, ama benim görüşüme göre gerek siyonist yahudiler ve gerekse haçlı hıristiyanlar Afrika'nın, Asya'nın ve Avrupa'nın geniş alanlarında kök salmış olan bu dinin bağlılarını, materyalist ideolojiler aracılığı ile ateistliğe sürüklemekten, müslümanların kalblerindeki Allah inancını tamamen söküp atmaktan umut kesmişlerdir. Tıpkı bunun gibi, müslümanları gerek misyonerlik faaliyetleri aracılığı ile ve gerekse emperyalist baskılar altında başka bir dine döndürmekten de umutlarını kesmişlerdir. Çünkü bizzat insan fıtratı, değil İslâm inancı altında, putperestlik inancı altında bile ateistliği tiksinti ile reddetmektedir. Bunun yanısıra hiçbir din, İslâm'ı tanımış, hatta onun sadece mirasçısı olabilmiş bir kalbi pençesi altına almaya cüret bile edemez.

Allah bilir ama, kişisel kanaatime göre siyonist yahudiler ve haçlı hıristiyanlar bu ümitsizliğin sonucu olarak komünist ideoloji ya da misyonerlik faaliyeti aracılığı ile bu dine açıkça karşı çıkma yönteminden vazgeçerek, bunun yerine daha iğrenç, daha sinsi yollara başvurmuşlardır. Bu daha sinsi ve aldatıcı, tuzaklı yollardan biri İslâm ülkelerinin başına kendilerine bağımlı rejimler, ajan yönetimler getirme yoludur. Bu rejimlerin ve yönetimlerin hepsi İslâm kılığına bürünürler, İslâm inancına bağlı görünürler, hiçbir zaman dini kökünden inkâr etmezler. Fakat bu aldatıcı perde arkasında misyonerlik kongrelerinin karara bağladıkları, "Siyon Protokolleri"nin öngördüğü fakat bunca zamandır yürürlüğü koyamadıkları plânların ve projelerin tümünü yürürlüğe koyarlar.
Bu rejimler ve yönetimler ellerinde İslâm sancağı taşırlar, ya da en azından bu dine, saygılı olduklarını ilân ederler. Ama öte yandan yüce Allah'ın indirdikleri dışındaki hükümlere göre toplumları yönetirler. Yüce Allah'ın şeriatını hayattan uzaklaştırırlar. Yüce Allah'ın yasaklarını serbest ve helâl kılarlar. İslâm düşüncesinin ve İslâmî değer yargılarının köküne kibrit suyu dökecek maddeci düşünceleri ve değer yargılarını yayarlar. Bütün eğitim kurumlarını ve propaganda organlarını seferber ederek İslâm'ın ahlak değerlerini yıkmaya, İslâmî düşünceleri ve yönelişleri kökten silmeye, "Siyon Protokolleri"nin ve misyoner kongrelerinin karara bağladıkları programları uygulamaya çalışırlar.

Bu programların ortak maddelerinden biri müslüman kadını sokağa dökmek; onu ilericilik, uygarlık, işgücü sağlama ve üretimi geliştirme adına toplumda bir fitne unsuru haline getirmektir. Onlar bu sinsi plânı topluma işgücü amacına bağlarken, tüm İslâm ülkelerinde milyarlarca işsiz erkek kapı kapı dolaşarak iş aramakta, karınlarını doyuracak ekmek parası peşinde koşmaktadır. Yine bu rejimler ve yönetimler, ahlâk bozucu faaliyetleri özendirmekte, erkeği de kadını da hem propaganda yolu ile ve hem de pratik uygulamalarla bu amaca yöneltmektedirler.

Bu uşak yönetimler ve rejimler bütün bu melânetleri işlerken müslüman olduklarını, bu dinin inancına saygı duyduklarını iddia ederler. Halk yığınlarına gelince onlar da müslüman bir toplumda yaşadıklarını sanırlar ve onlar da kendilerini müslüman kabul ederler. Öyle ya, içlerindeki saflar namaz kılıp oruç tutmuyorlar mı? Egemenliğin sırf Allah'ın tekelinde olması ya da perakende ilâh taslaklarının güdümünde bulunması meselesine gelince, onlar bu konuda siyonistlerin, haçlıların, misyonerlerin, emperyalistlerin, oryantalistlerin ve yönlendirici propaganda organlarının yutturmacasına kapılmışlar ve bütün bu yıkıcı çalışmalar sonunda bu meselenin din ile hiçbir ilgisi olmadığını düşünmeye zorlanmışlardır. Bu zehirlenmiş görüşlerin taraftarlarına göre müslümanların düşünceleri, yaşama tarzları, değer yargıları, hukuk sistemleri ve yasaları bu dinin dışındaki kaynaklara dayandığı halde onlar yine de müslüman kalabilirler, kendilerini bu dinin bağlıları sayabilirler·.

Uluslararası siyonizm ile dünya haçlı hareketi, bu aldatmacayı ve yanıltmacayı daha derin boyutlara vardırmak ve varlığını gözlerden daha iyi saklayabilmek için, zaman zaman kendisi ile bu uydu rejimler vé yönetimler arasında soğuk ya da sıcak nitelikli düzmece savaşlar çıkarırlar. Böylece kendisi ile bu uydu rejimler ve yönetimler arasında düşmanlık ve bağdaşmazlık varmış izlenimi uyandırmaya çalışırlar. Maddi ve manevi yardımları ile desteklediği, gizli ve açık güçlerle koruduğu, haber alma ve casusluk şebekelerini direkt hizmetlerine verdiği bu rejimlerin ve yönetimlerin satılmışlığını kamufle etmeye uğraşırlar. Onlar bu düzmece savaşları, bu yalancı düşmanlıkları, aldatmanın boyutlarını derinleştirmek ve uşaklarına yönelik kuşkuları dağıtmak için çıkarırlar. Bu yöntemle, üç yüzyıldan belki de daha uzun bir süreden beri gerçekleştiremedikleri plânları sözünü ettiğimiz uşakları eli ile gerçekleştirirler. Bu plânların başta gelen maddeleri İslâm ahlâkını, İslâmcı değer yargılarını yıkmak, İslâm kaynaklı inanç sistemini ve düşünce tarzını silmek, müslümanları bu geniş coğrafya parçası üzerinde dinlerine ve şeriatlerine dayalı bir hayat sistemi kurmaktan ibaret olan ana güç kaynaklarından yoksun bırakmak, gözlerin ve gözlemcilerin umursamazlıkları altında "Siyon Protokolleri"nin ve misyonerlik kongrelerinin öngördükleri korkunç projeleri, plânları uygulamaktır.
Bütün bunlara rağmen İslâm dünyasında bu aldatmacaya kanmayan küçük bir azınlık bulunabilir. Bu bir avuç bilinçli azınlık düzmece bir din adına yürütülen zehirlenme kampanyasına teslim olmayabilir, eski yahudi hahamları gibi dinin ilkelerini çarpıtsınlar diye görevlendirilen, kafirliği müslümanlık olarak yuttursunlar diye işbaşına getirilen resmi din kurumlarının yozlaştırma girişimlerine boyun eğmeyebilir; fasıklığı, facirliği ve ahlâk cellâtlığını ilericilik, çağdaşlık ve gelişmecilik yaftaları altında sunmaya çalışan sinsi ellerin hainliklerini teşhis edebilir. Eğer böylesine bir küçük azınlıkla karşılaşılırsa acımasız bir savaş kampanyasının bütün okları göğsüne çevrilir, düşünülebilecek olan bütün asılsız ve uydurma suçlamaların hedef tahtası haline getirilerek önce toplumun gözünden düşürülür, arkasından da en acımasız darbeler altında eziliverir. Bütün bu cinayetler işlenirken milletlerarası haber ajansları ve iletişim araçları kör, sağır ve dilsiz kesilir.

Bu arada iyi niyetli, saf müslümanlar bu amansız savaşı bazı kişilere ya da gruplara yönelik basit bir savaş sanırlar. Bu savaşın, İslâm'a yöneltilmiş top yekün savaşın bir parçası olduğunun farkına varmazlar. Bunların bazıları din gayretine ya da ahlâkça sahip çıkma gayretine kapılabilirler. O zaman aptallık derecesine varan bir saflıkla basit ahlâk ihlâllerine, küçük kötülüklere karşı çıkmaya koyulurlar. Böyle yapınca, bu kısık çığlıkları basınca görevlerini yerine getirdiklerini sanırlar.

Öte yandan da din tümü ile ayaklar altına alınmış ve temelinden çökertilmişken, yüce Allah'ın tekelinde olması gereken egemenliği birtakım yetki hırsızları gasb etmişken ve emirlerine karşı çıkmakla yükümlü oldukları tağutlar, zorbalar sosyal hayatın hem bütününü hem ayrıntılarını keyfi egemenliklerinin altına almışken, bütün bunlar bu iyi niyetli aptalların umurlarında değildir!

Siyonist yahudiler ile haçlı hıristiyanlar bu gelişmeler karşısında plânlarının başarıya ulaştığını, aldatmacalarının geçerlilik kazandığını görmenin sevinci ile ellerini oğuştururlar. Oysa gerek Allah tanımazlık-ateistlik silâhı ile bu dini doğrudan doğruya yıkabilmekten ve gerekse misyonerlik kampanyaları aracılığı ile müslümanları dinlerinden çıkarıp başka bir dine döndürmekten çoktandır umutlarını kesmişlerdi.
Yalnız iş bitmiş değil. Yüce Allah'a yönelik umudumuz büyük ve bu dine beslediğimiz güven köklüdür. Evet, onlar entrikacılıkta ve tuzak kurmakta ustadırlar, ama yüce Allah tuzak kuranların en üstünüdür. Nitekim bu konuda O, bize şöyle buyuruyor.
"Onlar tuzaklarını kurdular. Oysa bu hileleri dağları yerlerinden oynatacak güçte olsa bile hep Allah'ın eli ile gerçekleşti.

O halde sakın Allah'ın, Peygamberine vermiş olduğu sözü tutmayacak diye sanma. Hiç kuşkusuz Allah üstün, güçlü ve öc alıcıdır." ( İbrahim Suresi: 46-47)
Enam Suresi

Hiç yorum yok: