BESMELE

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيمِ

11 Temmuz 2009 Cumartesi

İLÂHÎ ÇAĞRI

Ali İmran Suresi

İLÂHÎ ÇAĞRI

Onun için ayetlerin akışı içinde bu tehditten sonra ehli kitabın ortak bir söze daveti yer almaktadır. Yalnız Allah'a kulluğa, O'na ortak koşmamaya ve birbirini Allah'ın dışında Rabbler edinmemeye davet. Aksi takdirde bu mesaja aykırı bir davranış hiçbir konuşmaya ve tartışmaya yer verilmeyecek bir yol ayrımını gerektirecektir:

"De ki: "Ey kitap ehli, sizinle aramızda ortak olan şu söze geliniz: Sırf Allah'a kulluk edelim, hiçbir şeyi O'na ortak koşmayalım ve Allah'ı bırakıp birbirimizi ilah edinmeyelim."

Şüphesiz ki bu insaflı bir çağrıdır. Peygamberin (salât ve selâm üzerine olsun) kendisinin ve beraberindeki müslümanların onlara üstünlük sağlamaya çalıştığı bir çağrı değildir. Ortak bir çağrıdır. Hepsi aynı hizada O'nun önünde duracaktır. Bazısı bazısına üstünlük taslamayacak, bir kısmı bir kısmını kul edinmeyecektir. Bu çağrıyı inatçı, bozguncu, sarsılmaz gerçeğe gelmek istemeyenden başkası reddedemez.

Bu, yalnız Allah'a kulluğa çağrıdır. Ona hiçbir varlığı.. hiçbir insanı hiçbir taşı ortak koşmamaya çağrıdır. İnsanların birbirlerini hiçbir Nebiyi, hiçbir Resulü Allah ile birlikte ilah edinmemesine çağrısıdır. Peygamberlerin hepsi de Allah'ın kullarıdır. Allah onları emirlerini tebliğ etsinler diye seçmiştir. İlahlık ve Rububiyette kendilerini Allah'a ortak etsinler diye değil...

"Eğer sırt çevirirlerse, deyin ki: Bizim müslüman olduğumuza tanıklık edin" Eğer ortaksız olarak yalnız Allah'a ibadet etmeyi, yalnız Allah'a kulluk ki bu iki eylem, kulların uluhiyete karşı tutumlarını belirlemektedir reddederlerse... "Eğer yüz çevirirlerse, deyin ki: "Bizim müslüman olduğumuza tanıklık edin"

Müslümanlarla Allah'a rağmen birbirlerini Rabbler edinenler arasındaki bu karşılaştırma, müslümanların kimliğini net ve kesin olarak ortaya koymaktadır. Müslümanlar yalnız Allah'a ibadet edenler, kendisine kul olmaya yalnız Allah'ı lâyık görenler ve Allah'a rağmen birbirini Rabbler edinmeyenlerdir. Müslümanları diğer uluslardan ve inançlardan, müslümanların yaşam tarzını, bütün insanların yaşam tarzından ayıran başlıca nitelikler bunlardır. Ya bu nitelikler onların üzerinde gerçekleşecek ve onlar müslüman olacaktır. Ya da bu vasıflar onların üzerinde gerçekleşmeyecek ve ne kadar müslüman olduklarını iddia etselerde müslüman olmayacaklardır!

İslâm insanları, kullara kulluktan kurtaran tam bir özgürlüktür. İslâm nizamı da diğer düzenler arasında özgürlük hareketini gerçekleştiren biricik düzendir. İnsanlar, yeryüzü kaynaklı düzenlerin hepsinde birbirini Allah'a rağmen Rabbler edinirler.. Bu birbirini rabb edinme olayı en katı dikta rejimlerinde göze çarptığı gibi, en ileri demokrasilerde de ortaya çıkmaktadır. İlahlığın en başta gelen özelliği, insanları kendisine taptırma ve kurumlarını, sistemlerini yasalarını, kanunlarını, değer yargılarını ve ilkelerini benimsetmedir. Bu, yeryüzü kaynaklı bütün düzenlerde şu veya bu şekilde birtakım insanların tekeline girmiştir. Şu veya bu konumda insanlardan bir topluluğa havale edilmiştir. Geniş halk kitlelerinin kendisinin belirlediği yasalara, değer yargılarına, ilkelerine ve düşüncelerine boyun eğdiği bu topluluk yeryüzü ilahlarıdır. İnsanların ilahlık ve rububiyet özelliklerini kendilerinde görmelerine izin vermeleri ve Allah'a rağmen birbirlerini rabler edinmelerinin tipik örneğidir bu. İnsanlar, bu ilahları böyle kabul etmekle, onlara secde etmeseler de, önünde eğilmeseler de Allah'a rağmen onlara kulluk etmiş olurlar. Zira kulluk Allah'tan başkasına yönelme imkanı olmayan bir ibadettir. İşte ancak İslam nizamında insan bu boyunduruktan kurtulur. Özgürlüğe kavuşur. Düşüncelerini, düzenlerini, yaşam biçimlerini, yasalarını, kanunlarını, değer yargılarını ve ilkelerini yalnız Allah'tan alan bir özgürlüğe kavuşur. Bu konuda onun konumu diğer tüm insanların konumu gibidir. O ve diğer bütün insanlarla eşit konumdadır. Hepsi aynı düzeydedir. Hepsi Allah'ın emrindedir. Allah'a rağmen birbirlerini Rabbler edinmezler. İşte bu anlamıyla İslâm, Allah katında kabul gören tek dindir. Ve tüm Peygamberlerin Allah katından getirmiş olduğu din budur. Allah, peygamberleri bu din ile gönderdi ki, insanları kullara kulluktan kurtarıp Allah'a kul etsinler. Kulların zulmünden Allah'ın adaletine kavuştursunlar... Bundan yüz çeviren Allah'ın şehadetine göre müslüman olmamıştır.. Meseleyi çarptıranlar istediği kadar çarptırsın... Saptıranlar istediği kadar saptırmaya çalışsın.

"Allah katında geçerli olan din İslâm'dır." (Al-i İmran suresi; 19)

Sûrenin bu bölümü, baştaki geniş ve temel çizgiye paralel olarak devam etmektedir. Ehli kitap ile müslüman cemaat arasındaki savaş... İnanç savaşı çizgisi. Bu dinin düşmanları tarafından yapılan çalışmalar, oyunlar, tuzaklar, aldatmalar, yalanlar, planlar, hakk ile batılı karıştırmalar, şüphe ve kuşku tohumlarım yayma; bu ümmete kötülük etmek ve zarar vermek için ortaya koydukları ardı arkası kesilmez amansız mücadeleyi dile getirmektedir... Sonra... Kur'an'ın bunların hepsine karşı koyuşu.. Kur'an'ın müminleri, üzerinde bulundukları Hakkın gerçekliği ile düşmanlarının üzerinde bulunduğu batılın gerçekliği, bu düşmanların kendilerine karşı kurdukları tuzakların mahiyeti bilincine erdirmesi... Sonra bu düşmanların vasıflarını, karakterlerini, ahlâklarını, eylemlerini ve niyetlerini müslüman cemaatin gözleri önüne sermesi. Müslüman cemaate düşmanlarının mahiyetini bildirmesi, kendilerine yakıştırdıkları bilgi ve marifet süslerini kaldırması ve aldatılmış müslümanların onlara güvenlerini yok etmesi önemlidir. Müslümanları onların tutumlarından nefret ettirmesi. Onların tuzaklarım gözler önüne serip çirkinliklerini göstermekle, kimseyi kandıramayacak ve kimseye şirin görünmeyecek şekilde etkisiz bırakması detaylıca ele alınmıştır.

Bu bölüm, ehli kitabın Hz. İbrahim (selâm üzerine olsun) hakkında tartışmak suretiyle düşmüş oldukları gülünç duruma parmak basmakla söze başlı-yor. Yahudiler. İbrahim'in yahudi olduğuna inanıyor. Hıristiyanlar da O'nun Hıristiyan olduğuna inanıyor. Halbuki İbrahim Yahudilikten ve Hıristiyanlıktan; Tevrat'tan ve İncil'den önce yaşamıştır. Bu konuyu bu tarzda tartışmak hiçbir delile dayanmadan münakaşa etmektir. Sonra İbrahim'in üzerinde bulunduğu hakikat belirtiliyor. O, İslâm üzerindeydi... Allah'ın sağlam dini üzerinde... Allah'ın dostları onun yolu üzerinde yürüyenlerdir.. ve Allah bütün müminlerin dostudur. Böylece Yahudilerin ve Hıristiyanların da iddiaları suya düşüyor. Asırlar boyunca Allah'ın peygamberini ve onlara iman edenleri birbirine bağlayan İslâm çizgisi netleşiyor.

`Gerçekten İbrahim'e en yakın insanlar O'na uymuş olanlar ile bu Peygamber ve de O'na inananlardır. Allah müminlerin dostudur."

Ardından ehli kitabın Hz. İbrahim ya da diğer peygamberler hakkında kuşkulandırmaların ve gizli olan temel amacın ne olduğu belirtmektedir. Sûrenin daha önceki bölümlerinde ve gelecek bölümlerde de belirtildiği gibi, bu temel amaç; müslümanları dinlerinden saptırmak ve onları inançlarında kuşkuya düşürmekti. Bu nedenle ayetler saptıranlara azarlamalar yöneltmektedir:

"Ey Kitap ehli, niye göz göre göre Allah'ın ayetlerini inkar ediyorsunuz?"

"Ey Kitap,ehli niye gerçeğin üzerine batılı örtüyor ve bile bile gerçeği saklıyorsunuz?" (Al-i İmran suresi; 70-71)

Biraz ilerde düşmanlarının onları inançlarında ve dinlerinde kuşkuya düşürmek için baş vurdukları çirkin bir yola, alçakça düzenlenen bir tezgaha ve bir oyuna müslümanların dikkati çekiliyor. Başvurulan bu oyun; sabahleyin İslâm'a iman ettiklerini ilan edip akşamleyin İslâm'ı inkara kalkışmaları, Müslümanların saflarında henüz sağlam olarak yer almamış kimseleri -bu tür insanlara her safta ve her zaman rastlamak mümkündür- kuşkuya düşürmekti. Kitaplardan, Peygamberlerden ve önceki dinlerden haberi olan ehli kitap mutlaka önemli bir iş için Ïslâm'dan dönmüş olmalıdır kanaatini uyandırmak idi amaçlan...

"Kitap ehlinden bir gurup dedi ki; "Mü'minlere indirilen mesaja günün başlangıcında inanınız, fakat günün sonunda onu reddediniz, böylece belki onlar da inançlarından dönerler." (Al-i İmran suresi; 72)

Ardından ehl-ı kitabın karakteri, ahlâkı, antlaşma ve sözleşmelere bakış açıları açıklanıyor. Onlardan bazılarının emanet duygusuna sahip oldukları teslim edilmekle beraber diğerlerinin ne emanet ne sözleşme ne de sorumluluk görevi diye bir dertlerinin olmadığı belirtiliyor. Onların bu dönekliklerine ve hainliklerine felsefi bir temel, dinlerinde bu yaptıklarına bir dayanak bulmaya çalıştıklarım ifade ediyor. Halbuki dinlerinin bu yaptıklarından uzak olduğu belirtiliyor.

"Kitap ehlinden öylesi var ki, yanına yüklü bir emanet bıraksan onu sana geri verir, buna karşılık öylesi var ki, eğer ona bir dinarcık emanet versen, sürekli tepesinde dikilmedikçe onu sana geri vermez. `Ümmîlere (kendi dinimizden olmayanlara) karşı hiçbir sorumluluğumuz yoktur.' dedikleri için böyle davranırlar, böylece bile bile Allah adına yalan söylerler. (Al-i İmran suresi; 75)

Tam bu esnada İslâm'ın ahlâk görüşünün karekteri, kaynağı ve Allah korkusu ile ilişkisi belirtiliyor.

"Hayır, öyle değil. Kim sözünü yerine getirir ve günahtan sakınırsa bilsinki Allah kesinlikle takva sahiplerini sever."

"Allah'a verdikleri sözü ve yeminlerini birkaç para karşılığı satanlar var ya, onların ahirette hiçbir payları olmaz; Kıyamet günü Allah onlarla konuşmaz, taraflarına bakmaz ve kendilerini günahlardan arındırmaz; onları acıklı bir azap beklemektedir." (Al-i İmran suresi; 76-77)

Daha ilerde ehl-i kitabın, hepsi ucuz bir pahadan ibaret olan yeryüzü kazançlarını elde etme uğruna din konusundaki yalanlarına ve dönekliklerine bir örnek veriliyor.

"Onlardan öyleleri var ki, kutsal kitabı dil kıvırarak okurlar, okuduklarını Allah'ın kitabından sanmanızı sağlamaya çalışırlar. Oysa, bu okudukları şeyler kitaptan değildir. `Bu Allah katındandır' derler. Oysa Allah katından değildir. Böylece bile bile Allah adına yalan söylerler." (Al-i İmran suresi; 78)

Ehl-i kitabın diline doladığı meselelerden biri de Mesih ve Kutsal Ruh'un ilahlığı iddialarıydı. Yüce Allah, Mesih'in (selâm üzerine olsun) kitapta bu ilahlığı onlara getirmiş olması ihtimalini veya onlara bunu emretmiş olmasını reddediyor.

"Hiçbir insana yakışmaz ki, kendisine kitap, yetki ve peygamberlik verildikten sonra insanlara dönsün de "Allah'ı bırakarak bana kul olunuz" desin tersine ona yakışan söz "Okuyup öğrendiğiniz bu kitap gereğince Allah'a kul olmayı benimseyiniz" demektir."

"Onun size melekleri ve peygamberleri ilâh edinmenizi emretmesi de düşünülemez. O size müslüman olduktan sonra, kâfir olmayı emreder mi hiç?" (Al-i İmran suresi; 79-80)

Bu münasebetle birbirini izleyen peygamberler kafilesinin gerçek ilişkisi dile getiriliyor: Allah'ın, peygamberlerin kendilerinden sonra gelen peygamberlere bu görevi devretmeleri ve onlara destek olmaları için onlardan söz aldığı belirtiliyor. Burada ehl-i kitabın son gönderilen peygambere iman etmesi ve O'na destek olmaları gerektiği kesinleşiyor. Fakat onlar, Allah'ın kendileriyle ve daha önceki peygamberleriyle yaptığı antlaşmaya bağlı kalmıyorlar. Hâla yürürlükte bulunan bu antlaşmanın gereği olarak Allah'ın dininden İslâm'dan başka din arayanların, Allah'ın belirttiği gibi `Aslında evrenin bütün düzenine karşı koymuş oldukları' belirtiliyor.

"Yoksa onlar Allah'ın dininden başka bir din mi arıyorlar. Oysa göklerde ve yerde bulunanların tümü ister istemez O'na eslim olmuşlardır ve O'nun huzuruna döndürüleceklerdir." (Al-i İmran suresi; 83)

İşlerini bütünüyle Allah'a teslim etmeyenlerin ve gönül huzuru ve teslimiyetle Allah'ın yoluna itaat edip bağlanmayanların büyük kainat düzeninin dışına çıkan anormal yaratıklar olduğu ortaya çıkıyor. Burada ayetler Peygamberi (salât ve selâm üzerine olsun) ve O'nunla beraber bulunan müslümanlar bütün peygamberlerin getirdiği herşeyde somutlaşan Allah'ın biricik dinine iman edişlerini ilan etmeye yöneltiyor Allah'ın bu dinden başkasını insanlardan kabul etmeyeceği belirtiliyor.

"Kim İslâm'dan başka bir din ararsa o din ondan kabul edilmez ve ahirette hüsrana uğrayanlardan olur." (Al-i İmran suresi; 85)

Bu dine iman etmeyenlerin Allah'ın hidayetine ermesi onun azabından kurtulması beklenemez, Kafir olarak ölenler bütün servetlerini dağıtmış olsalar dahi onlara bir yararı olmayacaktır. Dünya dolusu fidye verseler bile onları kurtaramayacaktır! Bu malların verilmesi ve dağıtılması ile ilgili olarak müslümanlara dönülmekte sevdikleri mallardan Allah yolunda dağıtmaları sevdirilmektedir. Böylece onlar kıyamet gününde dağıttıkları malların karşılıklarını Allah katında göreceklerdir.

"Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe iyilik mertebesine eremezsiniz. Her ne infak ederseniz, hiç şüphesiz Allah onu bilir." (Al-i İmran suresi; 92)

Böylece bu bir tek bölüm onca yüklü gerçekleri ve yönlendirmeleri bir arada sunmaktadır ve bunlar sûrenin değindiği büyük savaşın bir parçasıdır. Müslüman cemaat ile bu dinin düşmanları arasında asırlardan beri süre gelen savaş... Bu savaş, kullanılan vasıta ve araçların şekli değişse de hedefleri ve amaçları değişmeden bugünde bütün şiddetiyle sürmektedir. Uzun zamandan beri sürüp gelen çizgisini devam ettirmektedir. Bu toplu bakıştan sonra şimdi ayetleri kapsamlı ve detaylı olarak ele alalım:

65- Ey kitap ehli; ne diye İbrahim hakkında tartışıyorsunuz? Oysa Tevrat ve İncil O'ndan sonra indirildi. Bunu düşünemiyor musunuz?

66- Diyelim ki, hakkında bilgi sahibi olduğunuz İsa konusu üzerinde tartıştınız. Peki hiç bilmediğiniz bir konu üzerinde ne diye tartışıyorsunuz? Allah bilir fakat siz bilmezsiniz.

67- İbrahim ne yahudi ve ne de hıristiyan idi. O dosdoğru bir müslümandı. müşriklerden değildi.

68- Gerçekten İbrahim é en yakın insanlar O'na uymuş olanlar ile bu peygamber ile O'na inananlardır. Allah müminlerin dostudur.

Muhammed İbni İshak diyor ki: Zeyd İbni Sabit'in Muhammed İbni Ubeyy, Said bin Cübeyr'den -veya İkrime'den-, O da İbni Abbas'tan (Allah hepsinden de razı olsun) bana haber verdi. İbni Abbas dedi ki: "Necran Hıristiyanları ile yahudilerin hahamları Resulullah'ın (salât ve selâm üzerine olsun) yanında biraraya geldiler ve O'nun yanında tartışmaya başladılar. Yahudi hahamlar İbrahim yahudi idi diyorlardı hıristiyanlarda: İbrahim Hıristiyan'dı diyorlardı. Bunun üzerine yüce Allah "Ey kitap sahipleri ne diye İbrahim hakkında tartışıyorsunuz?.." ayetini indirdi.

Ayetin iniş nedeni ister bu olay, isterse başka bir olay olsun metninden anlaşıldığına göre ehli kitabın iddialarını reddetme amacıyla indiği anlaşılıyor. Peygamber ile ya da peygamberin huzurunda birbiriyle tartışmaktan ve bu konuda tezler ileri sürmekten birinci amaç; Allah'ın vaadini yalnız Hz. İbrahim'de (selâm üzerine olsun) sınırlı kılmak, peygamberliği yalnız O'nun ailesine bağlamak, hidayet ve fazileti de O'nda odaklaştırmaktı. İkincisi; -önemli olan da budur Peygamberimizin kendisinin İbrahim'in dini üzerinde bulunduğu ve müslümanların Hanifliğin başta gelen mirasçıları olduğu iddiasını yalanlamaktı. Böylece müslümanları bu gerçekten kuşkuya düşürmek ya da en azından onlardan bazılarının gönlüne şüphe tohumları ekmek istiyorlardı.

Onun içindir ki Allah onları bu şekilde eleştirmekte ve hiçbir delile dayanmayan göstermelik tartışmalarını açıklamaktadır. Hz. İbrahim Tevrat'tan da önce; İncil'den de önceydi. Peki bu durumda O nasıl Yahudi veya Hıristiyan olabilirdi? Bu akla aykırı bir iddiaydı. Gerçeğe aykırılığı, tarihe bir göz atmakla hemen anlaşılıverirdi.

"Ey kitap ehli, ne diye İbrahim hakkında tartışıyorsunuz? Oysa Tevrat ve İncil O'ndan sonra indirildi. Bunu düşünemiyor musunuz?"

Sonra onların eleştirilmesine, getirdikleri delillerin değersizliğine, inatlarının açıklanmasına, tartışma ve diyalogda sağlıklı bir mantık yoluna dayanmamalarına değinmektedir.

"Diyelim ki hakkında bilgi sahibi olduğunuz İsa konusu üzerinde tartıştınız. Peki hiç bilmediğiniz bir konu üzerinde ne diye tartışıyorsunuz. Allah bilir fakat siz bilmezsiniz."

Onlar Hz. İsa (selâm üzerine olsun) konusunda tartışmışlardı. Aralarında hükmetmesi için Allah'ın kitabına çağırıldıkları sırada hukuki birtakım hükümlerde tartıştıkları ve sırtlarını dönüp yüz çevirdikleri de bir vakıa idi. Bu da, Hz. İsa konusu da onların bildiği şeylerin kapsamına giriyordu.

Fakat kendilerinden, kitaplarından ve dinlerinden önceki bir kişi hakkında tartışmanın anlamı nedir? Bu sırf tartışmış olmak için tartışmaydı. Hiçbir dayanağı olmayan bir münakaşaydı. Öyleyse bu, şehevî arzuların heva ve hevesin peşinde sürüklenmekti. Bu durumda olan bir kişinin söylediklerine güven olmaz onun söylediklerine kulak vermek bile gerekmez!

Ayeti kerimeler, onların tartışmalarının temelsiz olduğunu belirtip söylediklerinin güvenilir olmadığını beyan ettikten sonra Allah'ın öğrettiği gerçeği tekrar belirtmeye geçiyor. Bu uzak tarihin gerçekliğini öğreten yüce Allah'tır. Kulu İbrahim'e indirdiği dinin gerçekliğini de bilen O'dur. O'nun sözü öyle nettir ki O'na kimsenin diyeceği olmaz. Delilsiz desteksiz tartışmaya ve münakaşaya kalkışanlar hariç tabi:

"İbrahim ne yahudi idi ne de hıristiyan idi. O dosdoğru bir müslümandı, müşriklerden değildi."

Daha önce dolaylı belirttiği noktayı şimdi biraz daha açıyor Hz. İbrahim'in (selâm üzerine olsun) ne yahudi ne de Hıristiyan olduğunu, Tevrat'ın ve İncil'in ancak O'ndan sonra indirildiğini belirtiyor ve O'nun İslâm dışında bütün dinlerden yüz çevirdiğini ifade ediyor: O'nun sadece müslüman olduğunu, detaylı olarak açıkladığımız kapsamlı anlamıyle müslüman olduğunu belirtiyor.

"Müşriklerden değildi."

Bu gerçek daha önceki "Dosdoğru bir müslümandı" ifadesinde anlamını bulur. Onun burada açıkça belirtilmesi birtakım ifade ve işaret inceliklerine dikkat çekmektedir:

l- Dinleri bu saptırılmış inançlara dönüşen yahudi ve hıristiyanlar artık müşrik olmuşlardır. Onun içindir ki Hz. İbrahim'in ne yahudi ne de hıristiyan olması mümkün değildir. Yalnız O dosdoğru bir müslümandır.

2- İslâm başka, şirk başkadır. İkisi bir noktada buluşamaz. İslâm bütün özellikleriyle ve tüm gerekleriyle mutlak Tevhidin adıdır. Bu nedenle şirkin herhangi bir çeşidi ile asla bağdaştırılamaz.

3- Kureyş müşriklerinin İbrahim'in dini üzere oldukları ve Mekke'deki evinin hizmetçileri oldukları şeklindeki iddialarını da reddediyor. Hz. İbrahim dosdoğru bir müslümandı. Onlar ise müşrik: "Ve O, müşriklerden değildi."

İbrahim (selâm üzerine olsun) dosdoğru bir müslüman olduğuna ve müşriklerden olmadığına göre, hiçbir yahudinin veya hıristiyanın yahud da bir müşrikin O'na varislik iddia etme hakkı olamaz. O'nun inancından uzak oldukları halde O'nun dinine bağlı olduklarını söylemelerinin anlamı olmaz. İnanç, İslâmda insanların üzerinde birbiriyle buluştuğu ilk bağdır. Burada insanları birbirine bağlayan bağlar; soy, kabile, ırk ve vatan değildir. İman edenlerin üzerinde buluştuğu bu bağ sağlamlaştığında insanlar; artık, soy, kabile, ırk ve ülke bağlarıyla birbirine bağlanmazlar. İslam'a göre insan özü itibariyle insandır. Bu nedenle insan, kendisindeki özün en özel niteliklerine varıncaya kadar inanç üzerinde buluşabilir. İnsan, hayvanlar gibi toprak, ülke, ot, otlak, sınır ve ırk üzerinde buluşmaz. Birey ile birey arasında, topluluk ile topluluk arasında, insanlardan bir nesil ile başka bir nesil arasındaki dostluk; inanç bağı dışındaki hiçbir bağ üzerinde kurulamaz. Müminin mümin, ilk müslüman cemaatın müslüman cemaat ile zaman-ve mekan sınırlarının ardından soy ve kan bağının, ırk ve ülke sınırlarının ötesinde, müslüman neslin müslüman nesiller ile buluşmasını sağlayacak, onları birbirinin dostu olarak bir araya getirecek bağ, yalnız ve yalnız inanç bağıdır. Bunların bütününün yanında Allah hepsinin dostudur.

"Gerçekten İbrahim'e en yakın insanlar O'na uymuş olanlar ile bu peygamber ve O'na inananlardır. Allah müminlerin dostudur."

Sağlığında Hz. İbrahim'e uyanlar, O'nun yolu üzerinde yürüyenler, ve O'nun sünnetini esas alanlar O'nun dostlarıdır. Sonra İslam'da onunla buluşan şu peygamber, Allah'ın şehadetiyle de şahitlerin en doğrusudur. Sonra bu Peygamber'e (salât ve selâm üzerine olsun) iman edip İbrahim'le (selâm üzerine olsun) sistemde ve yolda buluşanlar da O'nu izleyenlerdir.

"Ve Allah, müminlerin dostudur."

Onlar, kendilerini Allah'a izafe eden, O'nun sancağı altında birleşen, O'na bağlanan ve O'ndan başka hiç kimseye bağlanmayan Allah'ın hizbidir. Onlar bir ailedir. Bir tek ümmettir... Nesiller ve asırların ötesinde yurt ve vatanların ötesinde ulusların ve ırkların ötesinde evlerin ve boyların ötesinde bir ümmet!..

Bu tablo, insanın yapısına uygun düşen en ideal toplum tablosudur. Onları hayvan sürülerinden ayıran özellik de budur zaten. Bu, aynı zamanda gizli veya açık zincirlere vurulmadan toplanmaya izin veren biricik sosyal yapıdır. Çünkü buradaki bağ iradeye bağlıdır. Herkes kendi isteğiyle bu bağı çözme özgürlüğüne sahiptir. Bu bağ inançtır. Kişi kendisi onu seçer ve iş biter... Buna göre eğer toplumsal yapının temeli ırki olursa insan ırk değiştiremez. Eğer toplumsal yapının temeli millet olarak alınırsa, insan milletini değiştiremez. Eğer toplumsal yapının temeli renk olursa insan rengini değiştiremez. Eğer toplumsal yapının temeli dil olarak alınırsa, insan zorluğa katlanmadan dilini değiştiremez. Eğer toplumsal yapının temeli sınıf olarak alınırsa, insan kolay kolay sınıfını değiştiremez. Hatta Hindistan'daki Kast sistemi gibi sınıflarda babadan oğula geçiyorsa insan bunu asla değiştiremez. Bu nedenle sürekli olarak insanın toplumsal yapılanması önünde bu tür engellere rastlanacaktır. İnsanların toplumsal yapılanma temeli, insanın bireysel yönelişlerine terk edilen; bireyin kendi aslını, rengini, dilini, sınıfını değiştirmeden rahatlıkla değiştirebileceği ve buna bağlı olarak safını seçebileceği düşünce, inanç ve yaklaşım bağı üzerine kurulduğunda ancak mesele çözülebilir.

Bu niteliği toplumsal yapının esası kabul etmek insana bahşedilen bir şeref olmasının yanında, O'nu hayvan sürüsünden ayıran en değerli unsurlarıyla da ilgili bir meseledir!

İnsanlık ya İslâm'ın öngördüğü biçimde insanca yaşayacak ruhun azığı, gönlün huzuru ve bilincin bir işareti üzerinde bir araya gelecektir... Ya da toprak sınırları, ırk ve renk sınırları ardında paramparça hayvan sürüleri halinde yaşayacaktır. Aslında ikinci türdeki sınırların hepsi otlakta bir sürünün diğerine karışmasını önlemek amacıyla hayvanlar için belirlenen sınırlardır.

Hiç yorum yok: