BESMELE

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيمِ

14 Temmuz 2009 Salı

ALLAH'IN EŞSİZ KUDRETİ

Hud Suresi

ALLAH'IN EŞSİZ KUDRETİ

Sonraki ayetlerde insanlara Rabbleri tanıtılmaya devam ediliyor, O'nun gücünün ve hikmetinin izlerine dikkatleri çekiliyor. Bu izler, öncelikle göklerin ve yerin belirli süreler, belirli zaman birimleri içinde belirli bir düzende yaratılması olgusunda irdeleniyor. Bu belirli süreler ile belirli düzen özel bir hikmete dayanır. Okuyacağımız ayette bu olgular ile yeniden dirilme, hesaba çekilme, davranışlar ve karşılıkları arasında bağ kuruluyor; birinci grup olgular, ikinci gruptaki olguları çağrıştırıyor.

7- Sizi sınavdan geçirerek hanginizin daha iyi işler yapacağınızı belirlemek için gökleri ve yeri altı günde yaratan O'dur. Bu yaratılış süreci sırasında O'nun Arş'ı su üzerinde idi. Böyleyken eğer kâfirlere "Öldükten sonra dirileceksiniz" diyecek olsan, "Bu iddia, apaçık bir büyüden başka bir şey değildir" diyeceklerdir.

"Göklerin ve yerin altı günde yaratıldığı" olgusundan Yunus suresinde sözetmiştik. Burada bu olgu, evrensel düzenin dayandığı sistem ile insan hayatının dayandığı sistem arasındaki bağı vurgulamak için gündeme getiriliyor. Ayeti okuyoruz:

"Sizi sınavdan geçirerek hanginizin daha iyi işler yapacağınızı belirlemek için..."

Yunus suresinde yeralan "Göklerin ve yerin yaratılışı"na ilişkin açıklamanın yanında burada dikkatlerimizi çeken yenilik "...O'nun Arş'ı su üzerinde idi." cümleciğidir. Bu cümleden anladığımıza göre, göklerin ve yerin yaradılış süreci sırasında, yani bu iki evrensel kesimin bilinen son şekilleri ile varlık alanına çıkarılışları sırasında su vardı ve yüce Allah'ın Arş'ı bu su üzerinde idi.

Peki bu nasıl varolmuştu? Neredeydi? Hangi halde idi? Yüce Allah'ın Arş'ı bu suyun üzerinde nasıl duruyordu? Bunlar okuduğumuz ayetin değinmediği "fazlalık"lar, konu dışı sorulardır. Haddini bilen hiçbir tefsir bilgini ayetin anlamının sınırlarını aşarak bu bilinmezin, bu gayb konusunun karanlığına dalamaz, çünkü bu mesele hakkında bilgi edinebileceğimiz elimizdeki tek kaynak bu ayettir, bu ayetin sınırlı içeriğidir.

"Bilimsel" denen teorileri Kur'an'ın ayetlerini doğrulamak için kanıt olarak kullanmamız doğru değildir. Hatta ayetlerin zorlamasız anlamları ile bu teoriler uyuşsa; bâğdaşsa da bu doğrulama girişimi yine de yanlıştır. Çünkü "bilimsel" teoriler sürekli değişme, başaşağı dönmeye açıktırlar. Bilginler ne zaman yeni bir "hipotez'' bulurlar da bu yeni hipotezin evrensel olguları açıklamada eski teorinin dayanağı olan hipotezden daha yararlı olduğu kanısına varırlarsa, önsezileri ile bu sonuca ulaşırlarsa eldeki teorileri bir kenara bırakırlar.

Oysa Kur'an ayetleri özleri itibarı ile doğrudurlar. Onların anlattıkları gerçeğe ilmi araştırmalar, ister ermiş olsunlar, ister ermemiş olsunlar, farketmez. Ayrıca bilimsel gerçek ile bilimsel teori arasında da fark vardır. Bilimsel gerçek, her zaman için ihtimali bir nitelik taşır, kesinlik ifade etmez, ama denenmeye daima açıktır. Oysa bilimsel teori, bir ya da birkaç evrensel olguyu açıklayan bir hipoteze dayanır ve bu hipotez değişmeye, başkasına yerini bırakmaya, başaşağı dönmeye her zaman için açıktır. Bundan dolayı ne Kur'an, hipoteze dayandırılabilir ve ne de Kur'an'ın ayetlerine dayalı hipotezler ortaya atılabilir. Hipotezin yolu, Kur'an'ın yolundan, onun yararlılık alanı, Kur'an'ın etki alanından başkadır.

Kur'an'ın ayetleri konusunda "bilimsel" teorilerin onayı aramak psikolojik bir bozgundur. Kur'an'a yönelik imanın, içinde ne varsa hepsinin doğru olduğuna, her işi yerinde ve her şeyden haberdar olan Allah tarafından gönderildiğine ilişkin kesin inancın ciddiyetinden şüphe ettirir. Bu psikolojik bozgun "bilim" tarafından baştan çıkarılmanın, ona doğal alamı aşacak oranda büyük yetki tanımanın sonucudur. Oysa bilime, ancak kendi alanında güvenilebilir, ancak bu alandaki sözleri onaylanabilir. Buna göre kim Kur'an'ı "bilim"le bağdaştırmak yolu ile bu yüce kitaba ve bu inanç sistemine hizmet ettiğini ve imanı pekiştirdiğini sanıyorsa, bu tür bir psikolojik bozgunun vicdanındaki ayak seslerini farketmelidir. Pekişmek, yerine oturmak için insan kaynaklı bilimin söyleyeceği sözü bekleyen iman, gözden geçirilmesi gereken bir imandır. Kur'an, asıldır. Bilimsel teoriler ister ona uyarlar, ister ters düşerler, farketmez.

Deneysel bilimin ortaya koyduğu gerçeklere gelince, bunların alanı Kur'an'ın alanından farklı ve başkadır. Kur'an bu alanı insan aklına bırakmıştır. O bu alanda tam bir özgürlükle çalışır ve deneylerinin ulaştığı sonuçları ortaya koyabilir.

Üstelik Kur'an, bu aklı geliştirmeyi; onun sağlığını, sapmazlığını, esenliğini korumayı üstlenmiş; onu saplantıların, masalların ve hurafelerin baskılarından uzak tutmayı kendine görev bilmiştir. Bunun yanısıra Kur'an aklın sapmazlığını, serbestliğini, esenlik ve faaliyet içinde yaşamasını garanti eden bir hayat düzeni kurmaya çalışır. Kur'an bu noktadan sonra aklı kendi alanında çalışmak üzere serbest bırakmış, deneysel yöntemden yararlanarak göreli, pratik gerçeklere ulaşmasını beklemiştir. Ayrıca Kur'an, sayılı birkaç örnek dışında bilimsel gerçekleri gündeme getirmemiştir. Bu istisnalara şunlar misal gösterilebilir: Bu hayatın kaynağıdır ve bütün canlıların ortak maddesidir. Bütün canlılar, erkek ve dişi türlerden oluşmuş çiftlerden meydana gelir. Hatta kendi kendine döllenen bitkiler bile erkek ve dişi hücreleri yapılarında taşırlar. İşte Kur'an'ın ayetlerinde açıkça belirtilen bunlar gibi birkaç tane daha bilimsel gerçek vardır.

Araya koyduğumuz bu açıklamadan sonra tekrar okuduğumuz ayete dönerek onun asıl alanı olan inanç sistemini yapılandırma ve hayata yön verme alanındaki mesajlarını izleyelim:

"Sizi sınavdan geçirerek hanginizin daha iyi işler yapacağınızı belirlemek için gökleri ve yeri altı günde yaratan O'dur. Bu yaratılış süreci sırasında O'nun Arş'ı su üzerinde idi."

Evet, "O, gökleri ve yeri altı günde yarattı." Bu cümleden sonra anlam bakımından varlıklarını hissettiren, fakat somut olarak satırlar arasında yeralmayan, ama en son cümlenin anlamlarına değinerek fiilen varolmalarını gereksiz kıldığı birçok cümle vardır. Buna göre ayetin genişletilmiş anlamı şöyle olur: Allah, gökleri ve yeri bu süre içinde yarattı. Amaç, göklerin ve yerin insan soyunun yaşaması için elverişli ve donanımlı olmasıdır. O sizi yarattı ve yerle göklerin yararlı taraflarını emrinize sundu. O, bütün evrene tek başına egemendir. Amaç "sizi sınavdan geçirerek hanginizin iyi işler yapacağınızı belirlemek"tir. Ayeti okurken edindiğimiz izlenime göre göklerin ve yerin altı günde yaratılması, yüce Allah'ın evrenin tümü üzerindeki kesin egemenliği ile birlikte, insanları sınavdan geçirmek içindir. Bu ifade biçimi, sözkonusu "sınavdan geçirilme" olgusunun konumunu yüceltiyor, insanlara önemli oldukları ve geçirdikleri sınavın da son derece ciddi olduğu mesajını veriyor.

Yüce yaratıcı, nasıl bu yeryüzünü ve gökleri insan denen bu canlı türünün yaşamasına elverişli imkânları ile donattı ise, bu canlı türünü de çeşitli yeteneklerle ve güçlerle donattı. Onun fıtratını, yapısal özünü evrene egemen olan yasalarla uyumlu yarattı. Bunun yanısıra ona hayat sürecinde bir serbestlik alanı tanıdı. İnsan bu serbesti sayesinde doğru yola da sapık yola da yönelebilir. Eğer doğru yolu seçerse Allah kendisini destekler, elinden tutar; eğer eğri yolu tercih ederse bu yolda da Allah'ın yardımından yararlanır. Allah insanları sınavdan geçirerek hangisinin daha iyi işler yapacağını belirlemek üzere onları davranışlarında serbest bırakmıştır. Bu sınavdaki amacı insanların ne yapacaklarını öğrenmek değildir. Çünkü O, onların ne yapacaklarını baştan biliyor. Onları sınavdan geçirmekteki amacı, davranışlarının işlenmiş halde ortaya çıkmaları ve insanların O'nun iradesi ve adaleti uyarınca bu davranışlarının karşılıklarını almalarıdır.

Bundan dolayı bu hava içinde yeniden dirilişin, hesaba çekilmenin ve davranışlara karşılıklar biçilmesinin yalanlanması, tuhaf ve şaşırtıcı bulunuyor. Çünkü sınavdan geçirilmenin, göklerin ve yerin yaradılışı ile bağlantılı, evrensel düzende varoluş yasasında köklü bir yeri olduğu belirtilmiştir.

Bu yalanlayıcılar "düşüncesiz ve evrenin oluşumunda gizlenen büyük gerçekleri kavrayamamış, kimseler olarak görülüyorlar. Bu yüzden tuhaf gördükleri bu gerçeklerle ansızın yüzyüze geliyorlar" ve sürprizle karşılaşmanın paniğine kapılıyorlar. Okuyoruz:

"Böyleyken eğer kâfirlere `Öldükten sonra dirileceksiniz' diyecek olsan, `Bu iddia, apaçık bir büyüden başka bir şey değildir' diyeceklerdir."

Ne kadar tuhaf, ne kadar garip ve ayetin daha önceki cümlelerinde yapılan açıklamaların ışığında ne kadar yalan, ne kadar dayanaksız bir söz!

Hiç yorum yok: