BESMELE

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيمِ

14 Temmuz 2009 Salı

MÜŞRİKLERİN ŞAŞKINLIĞI

Hud Suresi

MÜŞRİKLERİN ŞAŞKINLIĞI

Müşriklerin ölümden sonraki dirilişe ilişkin tutumları, bu olgunun evrensel yasalarla ilişkili olduğundan habersiz oluşları dünya azabına ilişkin tavırlarına benzer. Onlar dünya azabının bir an önce gerçekleşmesini isterler, yüce Allah'ın ezeli hikmeti bu azabın belirli bir sürenin sonuna ertelenmesini gerektirdiği zaman "Niye gecikti?" sorusunu sorarlar.

8- "Eğer onların azabını belirli bir sürenin sonuna ertelersek, `Bu azabı bizden alıkoyan nedir?' derler. Haberleri olsun ki, azabımızla yüzyüze geldiklerinde onu hiç kimse başlarından savamaz, böylece alay konusu ettikleri akıbetin pençesine düşerler. "

Eski çağlardaki bazı milletler, yüce Allah'dan gelen bir azapla toplu kırıma uğruyorlardı. Bu toplu kırıma uğratıcı azap, istekleri üzerine kendilerine mucizeler gösteren peygamberlerini, bu olağanüstü kanıtlara rağmen yalanlamaya devam etmeleri üzerine başlarına iniyordu. Çünkü o dönemlerin peygamberlik misyonları, belirli bir zaman kesiti ile sınırlı idi, yani belirli milletlere ve bu milletlerin belirli kuşaklarına hitap ediyordu. O dönemdeki peygamberlerin gösterdikleri mucizeler de öyleydi, yani onları sadece peygamberlerin muhatap aldıkları kuşaklar görebiliyordu. Bu mucizeler daha sonraki kuşaklar tarafından görülecek biçimde kalıcı ve sürekli değillerdi. Eğer öyle olsaydı, ilerdeki kuşakların onlara, sözkonusu ilk kuşaktan daha çok inanmaları beklenebilirdi.

Bizim peygamberimize gelince, O'nun misyonu, tüm peygamberlik misyonlarının sonuncusudur. Bütün milletlere ve bu milletlerin bütün kuşaklarına seslenir. O'nun gösterdiği mucize de somut değil, soyut bir mucizedir, kalıcı ve sürekli olmaya elverişlidir. Kendisinden sonraki kuşakların onu incelemesi ve birçok kuşakların ona iman etmesi mümkündür. Bundan dolayı bu ümmeti, toplu kıyıma uğratıcı bir azapla cezalandırmayı uygun görmedi, sadece belirli fertleri, belirli zamanlarda felâketlerle cezalandırmakla yetindi. Daha önce kendilerine kitap verilmiş olan yahudi ve hristiyan ümmetleri hakkında da aynı kural işletildi. Onlar da toplu kırım nitelikli bir azaba uğratılmadılar.

Fakat müşrikler cahildirler, yüce Allah'ın niçin insanı kendi yolunu serbest iradesi ile belirleyebilecek yetenekte yarattığını, bu ilkeye ilişkin ilahi yasaların hikmetini bilmezler, bunun yanısıra göklerin ve yerin insanın çalışmasına, gelişmesine ve sınavdan geçmesine elverişli biçimde yaratılmış olmasının hîkmetinden de haberdar değildirler. Bu cahillikleri yüzünden ölümden sonraki dirilişi inkâr ederler. Yüce Allah'ın, peygamberlik misyonlarına, mucizelere ve dünyada toplu kırıma yolaçıcı azaplara ilişkin yasalarından habersiz oldukları için, kendilerine yönelik dünya azabı belirli yılların ya da günlerin sonuna ertelendiğinde, hemen sormaya başlarlar: "Azabımızı bizden alıkoyan faktör nedir?" "Başımıza geleceği söylenen azap niye ertelendi?" Onlar yüce Allah'ın hikmetini ve rahmetini kavrayamıyorlar. Oysa bu azapla ..yüzyüze geldiklerinde onu hiç kimse başlarından savamaz, bu sorularının ve bu hafife almalarının kanıtladığı alaycı tutumlarının cezası olarak, ilahi azap tarafından çepeçevre kuşatılırlar. Okuyoruz:

"Haberleri olsun ki, azabımızla yüzyüze geldiklerinde onu hiç kimse başlarından savamaz. Böylece alay konusu ettikleri akıbetin pençesine düşerler."

Hiçbir mü'min kimse, aklıbaşında hiçbir ciddi kimse, yüce Allah'ın azabı bir an önce gelsin istemez. Çünkü bu azap eğer gecikirse bunda hikmet ve rahmet vardır. Böylece iman etmeye hazırlıklı olan kimse o fırsattan yararlanarak iman eder.

Meselâ yüce Allah'ın, azabını Kureyşli müşriklerden uzak tuttuğu o "mühlet" döneminde nice kimseler müslüman olmuşlar, hem de iyi birer müslüman olmuşlar, girdikleri sınavlardan alınlarının akı ile çıkmasını bilmişlerdir. Nice kâfir çocukları ve torunlarına en verimli yıllarını İslâmın kucağında yaşamak nasip olmuştur. Bu iki sebep, bu ertelemenin bizim görebildiğimiz birkaç sebebidir. Göremediğimiz hikmetlerin neler olduğunu ise yalnız yüce Allah bilir. Fakat kısa görüşlü ve aceleci yapıda olan insanlar bu tür inceliklerden habersizdirler.

DUYGULARDA YAPILAN GEZİNTİ

Müşriklerin, ilahi azabın bir an önce başlarına gelmesine yönelik istekleri münasebeti ile bir sonraki ayet, insan denen bu tuhaf yaratığın duygu dünyasının labirentlerine dalıyor. O duygu dünyası, o insan vicdanı ki, imanla donanmadıkça durulamıyor, huzura ve istikrara kavuşamıyor.

9- Eğer insana önce rahmetlerimizi tattırıp sonra onu elinden alsak, o mutsuz bir nanköre dönüşür.

10- Eğer insanın başına gelen bir sıkıntının ardından kendisine mutluluk tattıracak olursak, kesinlikle "Kötü günler artık geride kaldı" diyecektir. İnsan gerçekten kendini beğenmiş bir şımarıktır.

11- Yalnız sıkıntılı günlerde sabreden ve iyi ameller işleyenler bu iki kategorinin dışındadırlar; onları bağışlanma ve büyük ödül bekliyor.

Bu ayetlerin oluşturduğu tablo, şu kısa görüşlü ve aceleci yapılı insanı aslına uygun biçimde tasvir ediyor, onu tıpatıp tanıtıyor bize. İnsan denen bu yaratık içinde bulunduğu anın sınırları içinde yaşıyor. Bu anın geçici şartları onu azdırıyor, baştan çıkarıyor. Bu yüzden ne geçmişi düşünüyor ve ne de gelecek hakkında kafa yoruyor. Bunların yanısıra hayırdan, iyilikten umut kesmeye son derece yatkındır, elindeki nimeti kaybeder-etmez, hemen nankör kesilir. Oysa elindeki o nimet, yüce Allah'ın kendisine yönelik, karşılıksız bir bağışı idi. Yine bu insan denen varlığın aklı bir karış havadadır, sıkıntıyı atlatıp rahatlığa geçer geçmez hemen şımarır. Sıkıntıya katlanıp sabretmez, yüce Allah'ın rahmetini umutla beklemez, sıkıntısının geçeceğine dair içinde iyimserlik beslemez. Buna karşılık nimete konunca sevincinde ve övünmesinde ölçülü olmaz, bu nimetin bir gün elinden gideceğini hiç hesap etmez. Son ayeti cümle cümle okuyalım:

"Yalnız sıkıntılı günlerde sabredenler müstesna."

Bunlar sıkıntılı günlerde sabrettikleri gibi, nimetli günlerde de sabretmişlerdir. İnsanların çoğu sıkıntılara katlanırlar. Böyle dönemlerde dişlerini sıkarak erkeklik gösterirler, kendilerini zayıf ve düşkün göstermek istemezler. Fakat nimetli günlerde sabırlı davranarak gurura kapılmayan, şımarmayan insanların oranı çok küçüktür. Devam ediyoruz:

"...Ve iyi ameller işleyenler."

Her iki durumda iyi işler yapanlar. Yani sıkıntılı günlerde çektikleri sıkıntılara gönül hoşnutluğu ile katlananlar, sabırlı davrananlar; buna karşılık nimete konduklarında şükredenler ve başkalarına iyilik edenler. İşte onlar:

"Onları bağışlama ve büyük ödül bekliyor."

Bu bağışlanmayı ve büyük ödülü sıkıntılara karşı sabrettikleri ve sevindirici günlerde şükrettikleri için haketmişlerdi.

İnsan nefsini, kâfirliğin göstergesi olan sıkıntılı günlerdeki umutsuzluktan ve fasıklığın göstergesini oluşturan rahat günlerindeki şımarıklıktan koruyan tek faktör, iyi amellerde somutlaşan ciddi imandır. Böyle bir iman, insan kalbini sıkıntılı günlerde de nimetli günlerde de aynı doğrultuda tutar, onu her iki durumda da yüce Allah'a bağlar; ne sıkıntıların darbeleri altında sarsılmasına, burkulmasına meydan verir ve ne de nimetlerin oluk oluk aktığı günlerde böbürlenmesine, kabarmasına izin verir. Her iki durum da mü'min hesabına ayrı birer hayırdır. Peygamberimizin -salât ve selâm üzerine olsun- buyurduğu gibi böyle bir durum, böyle çift bir mutluluk sadece mü'minler için sözkonusudur.

CAHİLLERİN İNATÇILIĞI

Sözü edilen müşrikler, yaratılışın hikmetinden ve evrenin yasalarından habersizdirler. Bunlar kısa görüşlü, gafil, çabucak umutsuzluğa kapılan, nankör, kendilerini beğenmiş, akılları bir karış havada kimselerdir. Yüce Allah'ın peygamberleri göndermesindeki hikmeti kavramazlar, bunun sonucu olarak peygamberin melek olmasını ya da melek eşliğinde gelmesini isterler. Peygamberlik misyonunun değerini anlamazlar, bu yüzden Peygamberin yanında hazine getirmesini isterler. İşte yalanlamakta ve inatçılıkta alabildiğine ısrarlı davranan bu keçi inatlı inkârcılar var ya? Ey Peygamber, acaba sen onlar karşısında ne yapıyorsun?

12- Müşriklerin "Muhammed'e gökten bir hazine inseydi ya, ya da kendisi ile birlikte bir melek gelseydi ya"şeklindeki sözleri canını sıkabilir ve bu yüzden sana indirdiğimiz vahyin bir bölümünü onlara duyurmaktan vazgeçebilirsin. Oysa sen sadèce bir uyarıcısın. Her şeyin yönlendiricisi Allah'dır.

Bu ayetteki "belki" sözcüğü soru anlamı içerir. Aslında tam bir soru edatı değil, fakat bu anlamı belli bir oranda ifade ediyor. Yani müşriklerin gösterdikleri bu cahillik, bu keçi inadı, peygamberliğin özelliğini ve fonksiyonunu kavramaktan son derece uzak olduklarını ortaya koyan bu saçma öneriler karşısında, normal insan psikolojisinden beklenen tepki can sıkıntısıdır. Ey Muhammed! Acaba senin de canın sıkılacak da bu can sıkıntısının baskısı altında sana vahiy yolu ile indirilmiş olan mesajların bir bölümünü onlara duyurmaktan vaz mı geçeceksin? Böylece daha önce kendilerine duyurduğun benzer mesajlara karşı göstermeyi alışkanlık haline getirdikleri olumsuz tepkiden kurtulmayı mı tercih edeceksin?

Asla! Sakın sana vahiy yolu ile bildirilen gerçeklerin bir bölümünü onlara duyurmaktan vazgeçme ve sakın sana söyledikleri saçma sözlerden dolayı canın sıkılmasın. Çünkü;

"Sen sadece bir uyarıcısın."

Senin tüm görevin onları uyarmaktır. Öyleyse görevini yerine getir. Görüldüğü gibi burada Peygamberimizin "uyarıcılık, korku salıcılık" sıfatı ön plana çıkarılmış, çünkü bu tür kimseler karşısında bu sıfatın projektör altına alınması gerekli görülmüştür. Ayeti okumaya devam edelim:

"Her şeyin yönlendiricisi Allah'dır."

Onların yönlendiricisi O'dur. Kendilerine, değişmez yasaları uyarınca dilediği gibi yön verir. Sonra da onları davranışlarından dolayı hesaba çeker. Sen onların kâfir ya da mü'min olmalarından dolayı sorumlu değilsin. Sen sadece bir uyarıcısın.

Bu ayet, İslâm tarihinin o zor döneminin havasını yansıtır, Peygamberimizin içinde bulunduğu can sıkıntısını kanıtlar. O dönemin keçi inatlı cahiliyesine karşı koymanın ne kadar ağır bir yük olduğu hakkında bize fikir verir. Çünkü Peygamberimiz o çetin dönemde akrabası ile yardımcısını, yani amcası Ebu Talib ile eşi Hz. Hatice'yi kaybetmiş, bu yüzden yalnızlık duygusu gönlünü karartmış, bunun sonucu olarak cahiliye kuşatmasının çemberi içinde sıkışıp kalan bir avuçluk müslüman azınlığın kalplerini keder sarmıştı.

Ayetin kelimeleri arasında yükselen bu hüzünlü hava nerdeyse elle dokunulacak kadar somuttur. İşte bu ağır havayı dağıtmak üzere inen bu rahatlatıcı İlahi sözler kalplere huzur aşılıyor, gergin sinirleri gevşetiyor ve endişe dolu gönüllere su serpiyor.

Hiç yorum yok: