BESMELE

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيمِ

11 Temmuz 2009 Cumartesi

İNFAKTAKİ ÖLÇÜ

Bakara Suresi

İNFAKTAKİ ÖLÇÜ

Surenin akışı içinde geçen ayetlerin ortaya çıkardığı, sadakanın dayandığı ve kaynaklandığı esaslar varlıkların en üstününe karşı cömert davranmayı, yaptığı bir alışverişte kendisine sunulduğunda değerini düşünmeden alamayacağı eski ve kötü şeyleri sunmamayı gerektirir. Yüce Allah, kötü ve iğrenç şeyleri kabul etmekten beridir.

Bu, her çağda ve her nesilden iman edenlere, ellerine geçen tüm malları kapsayan genel bir çağrıdır. Kendi elleriyle kazandıkları helâl ve iyi olan şeyleri kapsadığı gibi ziraat ya da maden ve petrol benzeri ziraat dışı Allah'ın onlar için topraktan çıkardığı herşeyi kapsar. Bu yüzden Ayet-i Kerime Resulullah döneminde bilinen ve sonraları gündeme gelecek tüm mal çeşitlerini içine almaktadır. Bütün mallara da ayetin gerektirdiği zekat düşer. Zekatın miktarına gelince, onu da o zaman bilinen mal çeşitleri üzerinde Resulullah bizzat uygulayarak açıklamıştır. Diğer bütün mal çeşitleri onlara kıyaslanır ve onlara katılır.

Bu ayetin ilk nüzul sebebi hakkında çeşitli rivayetler yapılmıştır. Kur'an'ın karşı karşıya kaldığı hayatın hakikatini ve ruhları arındırıp kendi düzeyine çıkartmak için giriştiği çabanın hakikatını gözler önüne getirmek için bu rivayetleri hatırlatmakta bir sakınca yoktur.

İbn-i Cerir, Berra b. Azib'e dayandırarak şöyle rivayet eder. Berra der ki: "Bu ayet Ensar hakkında nazil olmuştur. Ensar, hurmaları toplama zamanı geldiğinde henüz olgunlaşmamış olanları toplayıp Resulullah'ın mescidinde iki direk arasında ipe asarlardı. Muhacirlerin fakirleri de bunlardan yerdi. Onlardan biri ham hurmaların arasına caiz olduğunu sanarak çürük olanlarını da katmıştı. Bunun üzerine yüce Allah böyle yapanları kınayan şu ayeti indirdi:

"...Adi şeyleri infak etmeye kalkışmayın..."

Aynı hadisi, Hakim de Berra'dan rivayet eder ve "Buhari ve Müslim'in şartlarına göre sahih olmasına rağmen ikisi de rivayet etmemiştir"der.

İbn-i Ebu Hatem bir başka yoldan Berra'ya dayandırarak şöyle rivayet eder: "Bizim hakkımızda nazil oldu. Hepimiz hurma sahibi idik. Adam, az çok ne varsa hurmasından getirirdi. Bazısı hurma salkımlarını getirir, mescitte bir yere asardı. Ehl-i Suffe'nin yiyeceği olmazdı. Onlardan biri acıktığında gelir, bastonu ile vurur, .olgunlaşmış veya olgunlaşmamış düşen hurmayı yerdi. İyiliği arzu etmeyen birtakım kimseler de en kötü salkımları ve hatta dalından kopmuş olanları da getirip asarlardı. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu; `...Kendiniz göz kapamadan alamayacağınız adi şeyleri infak etmeye kalkışmayın.' Ardından Hz. Peygamber `Sizden biriniz hediye edildiğinde gözü kapalı olamayacağı ya da ancak utancından alabileceği şeylerin benzerini infak etmeye kalkışmasın.' Bundan sonra herbirimiz yanındakilerinin en iyisini getirirdi."

İki rivayet de birbirine yakındır. İkisi de Medine'de meydana gelmiş bir duruma işaret etmektedir. Bize, Ensar'ın harcama, hoşgörü, cömertlik ve üstünlük tarihinden çizdiği safhaya karşıt bir safha göstermektedir. Bize, bir cemaatin içinde olağanüstü örnekler olabileceği gibi, Ensar arasındaki, eğitilmeye, arınmaya ve olgunluğa yönelmesi için yönlendirilmeye muhtaç kimseler gibi başka örneklerin de olabileceğini göstermektedir. Nitekim bazısı kendilerine verildiğinde geri çevirmekten utandıkları ya da bir alışverişte gözü kapalı yani değerini tespit etmedikçe alamayacakları şeylerin benzerlerini Allah için infak etmekten nehyedilmişlerdi. Ayetin son kısmı da buna işaret etmektedir.

"...Bilin ki Allah Ganidir, Hamiddir."

İnsanların bütün verdiklerinden müstağnidir; Allah için birşey harcadıklarında, aslında kendileri için harcıyorlardır. O halde iyisinden ve de seve seve vermelidirler. Allah Hamiddir; iyilikleri kabul eder, onları över ve güzellikle karşılık verir.

Bu konuda zikredilen her iki sıfatta da, Ensar'dan oluşan o grubun kalplerini fiilen titrettiği gibi bütün kalpleri titreten duygular mevcuttur.

"Ey iman edenler, kazandığınızın iyisinden... infak edin..."

Yoksa yüce Allah, sizin sadaka olarak vermeye yönelttiğiniz kötü şeylerden müstağnidir. Üstelik Allah, infak ettiğinizde sizi iyilikle övmekle ve size hoşlanacağınız, şükredeceğiniz bir mükâfat vermektedir. Çünkü Allah, rızıkları veren, ihsanda bulunandır. Daha önce sahip olduklarınızı kendisi verdiği halde yine de iyiliklerinize övgüyle karşılık vermektedir. Hangi duygu... Hangi teşvik?.. Ve hangi eğitim bu olağanüstü üslup kadar kalplere etki edebilir?

İnfak etmekten kaçınmak ya da kötü şeyleri vermek, kötü etkenlerden, Allah'ın yanında bulunana karşı kesin inancın sarsılmasından, Allah'a bağlı, O'na dayanan ve yanında bulunan herşeyin sonuçta O'na döneceğini kavrayan ruhlarda bulunmaması gereken fakirlik korkusundan kaynaklandığından, yüce Allah'a iman edenlerin, bu etkenlerden arınmaları, nereden nefislere yer ettiğini bilmeleri için bu duyguları kalplere serpenin kim olduğunu açıklıyor. Aşağıdaki ayette bunun şeytan olduğunu bildiriyor.

268-Şeytan fakirlikle korkutarak size cimriliği, kötülük işlemeyi emreder. Oysa Allah size kendi katından bağışlama ve bol nimet vaadeder. Allah'ın lütfu geniştir, O herşeyi bilir.

269- O hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse ona çok hayırlı birşey verilmiş demektir. Bunu ancak akıl sahipleri düşünüp anlayabilirler.

Şeytan sizi fakirlikle korkutmakta, ruhlarınıza ihtiras, cimrilik ve azgınlık duygularını serpmektedir. Yine şeytan size kötülüğü emretmektedir. Fuhuş; haddi aşan bütün günahları kapsamaktadır. Her ne kadar bilinen bir günah için kullanılıyor olsa da içerik olarak daha kapsamlıdır. Fakirlik korkusu cahiliye döneminde halkı kız çocuklarını diri diri kuma gömmeye sevkettiğinden, bir nevi fuhuştur. Servet biriktirmeye olan ihtiras, bazılarını faiz yemeye yönelttiğinden, o da fuhuştur. Allah yolunda infak etmek nedeniyle meydana gelen fakirlik korkusu zaten fuhuştur.

Şeytan, sizi fakirlikle korkutup fuhşu emrediyorsa, Allah da size kendinden bir mağfiret ve bolluk va'detmektedir.

"...Allah ise kendinden bir mağfiret ve bolluk va'detmektedir."

Ayet-i Kerimede önce mağfiret sonra bolluk zikredilmektedir. Çünkü bolluk mağfirete bir ektir. Ve O, yeryüzünde rızkın verilmesini ve Allah yolunda harcayıp infak etmenin mükâfatını kapsamaktadır.

"...Allah'ın lütfu geniştir. Ve O herşeyi bilendir."

Geniş lütfundan verir. Allah, kalplere vesvese vereni bildiği gibi vicdanda kuşku duygusunu geliştireni de bilir. Allah sadece mal vermez, mağfiret vermekle de kalmaz. Adalet ve dengeye yönelme, sebep ve sonuçları kavrama, basiret, görüş ve algılama sonucunda herşeyi yerli yerine koyma anlamına gelen "hikmet''i de verir.

"Hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse ona çok hayırlı birşey verilmiş demektir."

Ona, adalet ve denge duygusu verilmiştir, fuhşa dalıp haddini aşmaz. Sebep ve sonuçları kavrama yeteneği verilmiştir, işlerin değerlendirmesinde sapıtmaz. Hareket ve davranışlarında kendisine doğru ve salih olana ulaştıracak aydınlık görüş yeteneği verilmiştir. Ve daha bunun gibi nice hayırlar...

"...Akıl sahiplerinden başkası düşünemez."

Akıl sahibi; düşünüp unutmayan, uyanık, gafil olmayan, ibret alıp tekrar sapıklığa dalmayandır. Aklın görevi budur. Onun görevi, hidayete ilişkin ilhamları ve kanıtları düşünmek ve bunlardan yararlanıp umursamaz ve gafil olarak yaşamamaktır.

Allah'ın, kullarından dilediğine verdiği bu hikmet, O'nun dilemesine bağlıdır. Bu, İslâm düşüncesinin temel kurallarından biridir; herşeyi yüce Allah'ın mutlak ve serbest iradesine bırakma... Bu arada Kur'an-ı Kerim hidayeti isteyerek gerektiği biçimde çabalayıp didinenlerin kalbine yüce Allah tarafından bundan yoksun bırakılmayacaklarına ilişkin bir başka gerçeği yerleştiriyor.

"Bizim uğrumuzda çaba sarfedenleri muhakkak yollarımıza hidayet ettiririz. Şüphesiz Allah ihsan edenlerle beraberdir."

Allah'ın hidayetine yönelen herkesin, Allah'ın bu gayretlerinin karşılığını ve nasiplerini vereceğini ayrıca onlara hikmet verip böylece birçok iyilikler bahşedeceğini bilsin ve kalpleri mutmain olsun diye bu gerçek açıkça ifade edilmektedir.

Yüce Allah'ın "Şeytan sizi fakirlikle korkutmakta ve size fuhşu emretmektedir. Allah ise kendinden bir mağfiret ve bolluk va'detmektedir. Allah'ın lütfu geniştir ve herşeyi bilendir."... "Hikmeti dilediğine verir..." sözü hakkındaki konuyu bitirmeden önce iyice anlamamız gereken bir başka gerçek daha var;

İnsanın önünde bir üçüncüsü bulunmayan iki yol vardır... Allah'ın yolu... Şeytan'ın yolu... Ya Allah'ın va'dine kulak verecek ya da Şeytan'ın... Kim Allah'ın yolunda yürümez, O'nun va'dini dinlemezse, Şeytan'ın yolunda ve O'nun va'dine uyuyordur. Gerçek olan bir tek metotdan başkası yoktur. Allah'ın koyduğu bu hayat metodu... Bunun dışındakiler şeytan için ve şeytandandır.

Bu, Allah'ın hayat için koyduğu metotdan sapanların, hiçbir şekilde hidayet ve doğruluk iddiasında bulunmalarına delil bırakmamak için Kur'an'ın yerleştirdiği, sıksık tekrarladığı ve bütün te'kid yöntemlerini kullanarak belirlediği bir gerçektir. Ortada bir şüphe ya da bulanıklık sözkonusu değildir. Allah, ya da Şeytan... Ya Allah'ın metodu ya da Şeytan'ın metodu... Ya Allah'ın yolu ya da Şeytan'ın yolu... Dileyen dilediğini seçsin... "Bundan sonra, helak olan bile bile helak olsun. Yaşayan da bir kanıttan dolayı yaşasın..."·(Enfal Suresi, 42)· Ne bir şüphe, ne kapalılık, ne de bulanıklık... Ancak, hidayet veya sapıklık... Hakk birdir, birçok değil... Hakktan sonra sapıklıktan başka ne var ki?.. (Yunus Suresi, 32)

Bundan sonra surenin akışı ile birlikte sadaka konusuna dönüyoruz. Sadaka olsun, adak olsun, gizli-açık olsun, yüce Allah infak edenin ne infak ettiğini çok iyi bilmektedir. İşlenen amelin ötesindeki niyete göre mükâfatını vermek bu bilgisinin gereğidir.

270- Verdiğiniz her nafakayı, adadığınız her adağı kuşku yok ki, Allah bilir. Zalimler için bir yardımcı yoktur.

271- Eğer sadakaları açıktan verirseniz bu güzeldir. Şayet onları kimse görmeden fakirlere verirseniz bu sizin için daha hayırlıdır ve bu, birkısım günahlarınızın silinmesine vesile olur. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

Nafaka, kişinin malından çıkardığı sair hayırları da kapsar. Zekat, sadaka ve gönüllü olarak cihad için sarf edilen mallar gibi. Adak ise infak türlerinden olup infak edenin belli bir miktar belirterek, üzerine vacip kıldığı bir ibadettir. Adak, yalnızca Allah için, O'nun uğruna ve O'nun yoluna adanır. Cahili değişik çağlarda müşriklerin tanrıları ve putları için kestiği kurbanlar gibi O'nun kullarından falancası için adak adamak şirk türlerinden biridir.

"Verdiğiniz her nafakayı, adadığınız her adağı kuşku yok ki, Allah bilir."

Müminin, niyetinin, vicdanın, hareket ve davranışlarının yüce Allah'ın gözetimi altında olduğunu düşünmesi; ona riya ve gösteriş yerine takva, cimrilik yerine cömertlik, fakirlik korkusu karşısında kurtuluş, mükafata güvenme, Allah'ın mükafatına bağlılık, Allah'ın verdiği şeylerden hoşnut olmak, huzur duymak ve Allah'ın kendisine rızık olarak verdiği şeylerden infak ederek şükrünü ifa etmek gibi birçok duyguları bahşeder.

Nimetin hakkını vermeyen, Allah'ın ve kulların hakkını vermeyen ve Allah kendisine verdikten sonra iyilik yapmaktan kaçınan kişiye gelince, O zalimdir. Sözüne zulmetmiştir... İnsanlara zulmetmiştir... Kendisine zulmetmiştir.

"Zalimler için bir yardımcı yoktur."

Sözünü tutmak adalettir, dürüstlüktür. İyiliğe engel olmak ise zulümdür, despotluktur. Bu konuda insanlar, kendisine nimet verildiğinde ahdini yerine getirip şükreden, Allah'a verdikleri sözü tutan adil kimseler; bir de hakka itaat etmeyen ve şükrünü yerine getirmeyen zalim ve Allah'a verdikleri söze ihanet edenler olmak üzere iki gruba ayrılırlar. "Zalimler için bir yardımcı yoktur." Sadaka, içten gelerek ve gizlice verildiğinde bu, en güzel verme biçimi olduğu gibi Allah'a da daha sevimli gelir. Gösteriş ve riya kirinden arınmak için böylesi daha iyidir. Ancak, bir farzı yerine getirmek de sözkonusu olduğundan açıkça verildiğinde müslümanların emirlere itaat ettiği, farzları yerine getirdiği sonucu çıkacağı için bu davranış da iyidir. Bunun için Ayet-i Kerime "Eğer sadakaları açıktan verirseniz güzeldir bu. Şayet onları kimse görmeden fakirle~: verirseniz bu sizin için daha hayırlıdır." demektedir.

Ayet-i Kerime her iki duruma da şamildir. Her duruma uygun uygulamayı da belirtiyor. Yerine göre bunu, yerine göre onu övüyor. Bunun ve onun sonucunda müminlere günahlarının giderileceğini va'dediyor:

"Günahlarınızdan bir kısmı silinir..."

Ayet-i Kerime bir yandan kalplerinde takva ve arınma duygusunu harekete geçiriyor, diğer taraftan güven ve huzur havası estiriyor. Sonuçta hér durumda kalpleri niyetiyle, ameliyle Allah'a bağlıyor.

"...Allah yaptıklarınızdan haberdardır."

Aşağıdaki iki sorunu kavrayabilmemiz için, infak konusunun bu kadar uzatılmasını, bu konu anlatılırken bunca teşvik ve tehdit yöntemlerinin kullanılmasını iyice düşünmek gerekir.

Birincisi, İslâm'ın beşer ruhunun takatinin ve onun derinliklerinde gizli mal tutkunluğunun, bu ihtirasın üstüne çıkması, bu tutkunluktan kurtulması ve Allah'ın bütün insanlık için dilediği üstün seviyeye yükselmesi için kesintisiz harekete geçirilmeye ve sürekli coşturulmaya olan ihtiyacını görmesidir.

İkincisi, eli açıklığı ve cömertlikle ün salmış Arap toplumunda Kur'an-ı Kerim'in böylesi bir tabiata sahip kimselerle karşılaşmasıdır.. Çünkü Arapların sehavet ve cömertlikleri; hatırlanma, nam, insanların övgüsü, çadır ve obalarda dilden dile nakledilme amacına yönelikti. Dolayısıyla İslâm'ın onlara, bu tür beklentiler olmadan, bunların tümünden soyutlanmış olarak insanlar için değil sırf Allah için sadaka vermeyi öğretmesi kolay olmamıştı. Sorun, uzun vadeli bir eğitimi, çok çalışmayı; yücelmek, soyutlanmak ve kurtulmak için kesintisiz bir çağrıyı gerektiriyordu. Öyle de olmuştu...

Bu yüzden sürenin akışının müminlere hitap ederken, aniden Resulullah'a yönelmesi, İslâmi düşüncenin kuralları üzerine bina edilmesinde ve İslâmi hayat tarzının yolunda istikamet bulmasında derin etkileri bulunan birtakım büyük hakikatlerin yerleşmesi amacına yöneliktir.

272- Onları doğru yola getirmek sana düşmez, ancak Allah dilediğini doğru yola iletir. Hayır amacıyla ne infak ederseniz bu kendiniz içindir. Zaten siz sırf Allah rızasını kazanmak için infak edersiniz. Yaptığınız her hayır amaçlı harcamanın karşılığı size eksiksiz olarak verilir, kesinlikle size haksızlık yapılmaz.

İbn-i Ebu Hatem, İbn-i Abbas'a dayandırarak şöyle rivayet eder: "Resulullah `onları doğru yola getirmek sana düşmez..: ayeti nazil olana kadar müslümanlardan başka kimseye sadaka vermemeyi emretmişti.

Bu ayetin nüzulünden sonra hangi dinden olursa olsun muhtaç olan herkese verilmesini emretti."

Şüphesiz, kalplerin hidayet ve sapıklığı, Allah'ın kullarının sorumluluk alanına girmez. Bu kişi Allah'ın Resulü de olsa durum değişmez. Çünkü bu, yüce Allah ile o kişi arasında bir sorundur. Kalpleri yaratan Allah'tır. O'ndan başkası hükmedemez, dilediği gibi tasarrufta bulunamaz ve kimsenin kalpleri üzerinde egemenliği sözkonusu olamaz. Peygambere düşen yalnızca tebliğdir, hidayet ise Allah'ın elindedir. Onu da çalışıp hidayeti hak edenlerden dilediğine verir. Bu konunun insanların yetki alanından çıkarılması, hidayet istediğinde yalnızca Allah'a yönelmesi ve hidayet kanıtlarını sırf Allah'tan edinmesi için müslümanın duygularında yeretmesi kaçınılmaz olan bir gerçeği yerleştirmekte, ayrıca sapıkların muhtemel inatları karşısında dava adamına bir genişlik bahşetmekte, davet ettiğinde onlardan dolayı sıkıntı hissetmemesini, onlara acımasını ve kalplerdekileri en iyi bilen Allah'ın inançsızların kalbine de hidayet yerleştirmesi ve kendilerini bu davada başarıya ulaştırması için O'nun iznini beklemesini sağlar.

"Onları doğru yola getirmek sana düşmez, ancak Allah, dilediğini doğru yola iletir."

O halde onlara karşı gönlünü geniş tut, hoşgörülü ol, senden bekledikleri sürece iyilik saç, yardımda bulun. Bundan sonrası Allah'a kalmıştır. Ve infak edenlerin mükâfatı Allah katındandır.

Burada İslâm'ın müslüman kalpleri yükselttiği ve bundan hoşnut kıldığı parlak hoşgörü ortamının bazı üstün ufuklarını görüyoruz. Kuskusuz İslâm yalnızca dinî özgürlük ilkesini yerleştirmekle kalmaz ve sadece dinde zorlamayı yasaklamakla yetinmez; bunlardan çok daha geniş boyutlusunu yerleştirir vicdanlara... Yüce Allah'ın direktiflerinden kaynaklanan insani hoşgörü ilkesini yerleştirmekte ve müslüman kitle ile savaş halinde olmadıkları sürece, inançlarına bakılmaksızın bütün ihtiyaç sahiplerinin müslümanlardan yardım ve destek görme hakkını da teminat altına almaktadır. Ayrıca infak, sırf Allah rızası için olduğu sürç infak edenlerin sevabının Allah katında saklı olduğunu bildirmektedir. Bu ancak, İslâm'ın gerçekleştirebildiği ve sadece müslümanların hakikatını kavradığı bir hamledir insanlık için...

"...Hayır amacıyla ne infak ederseniz, hu kendiniz içindir. Zaten siz sırf Allah rızasını kazanmak için infak edersiniz. Yaptığınız her hayır amaçlı harcamanın karşılığı size eksiksiz olarak verilir, kesinlikle size haksızlık yapılmaz."

İnfak eden müminlerin durumuyla ilgili Ayet-i Kerimede geçen şu kısacık değinmenin özünü kavramadan geçmememiz yerinde olur:

"Zaten siz sırf Allah rızasını kazanmak için infak edersiniz."

Kuşkusuz bu yalnızca müminlerin özelliğidir, başkasının değil... Çünkü O, Allah'ın rızası dışında bir amaç için infak etmez. Hevası için infak etmediği gibi bir menfaat için de infak etmez. İnfak ederken bir de insanlar ne diyor diye dönüp bakmaz. İnsanların sırtına binmek, onlara üstünlük kurmak ve kibirlenmek için infak etmez. Otorite sahiplerinin hoşlanmaları ya da kendisini ödüllendirmeleri için de infak etmez. Allah'ın rızası dışında hiçbir amaç için infak etmez. Tamamen Allah için ve herşeyden soyutlanarak... Bu yüzden yüce Allah'ın sadakasını kabul etmesinden, malını bereketlendirmesinden, sevabı ve bağışından, Allah'ın kullarına yaptığı iyilik ve ihsana karşılık Allah'ın iyilik ve ihsanından emindir. Verdiklerinden dolayı, daha yeryüzündeyken yücelir, arınır, temizlenir. Ahirette göreceği mükâfat ise en büyük kurtuluş, en yüce mevkidir.

Sonra Ayet-i Kerime sadakanın dağıtılacağı yerlerden birini zikretmeye ve müminlerden bir grubun durumunu; yardımına ihtiyacı olduğu halde durumunu söylemekten kaçınan, kalplerindeki güzellikten dolayı ihtiyacını gidermesi için kimseye yanaşmayan ruhları anlamaya sevkeden incelik, tokgözlülük, üstünlük ve güzellik dolu bir tablo, duyguları coşturacak biçimde sunuluyor:

273- Kendilerini Allah yoluna adamış, bu yüzden yeryüzünde (dünyalık için) koşmaya fırsat bulamayan ve hayaları yüzünden. tanımayan!ar tarafından varlıklı sanılan fakirlere yardım edin. .Sen onları yüz ifadelerinden tanırsın. Yüzsüzlük edip hiç kimseden birşey istemezler. Yaptığınız her hayır amaçlı harcamayı kuşku yok ki Allah bilir.

Bu duygulandırıcı vasıflar, kendileri dışında, düşmanlardan hiç kimsenin yaklaşmaması için Resulullah'ın evlerini korumak amacıyla Mescid-i Nebevi'de kalan, bu arada Allah yolunda cihad etmeye kendilerini adayan ve ticaret ve kazanç için imkan bulamayan, buna rağmen insanlardan hiçbir şey istemeyen, ihtiyaçlarını açıklamaya onurları elvermeyecek kadar güzel davranan, bu yüzden durumlarını bilmeyenlerin varlıklı sandığı ve gerçek durumlarını da feraset sahiplerinden başka kimsenin bilmediği Ehl-i Suffa gibi, mallarını ve ailelerini Mekke'de bırakıp, Medine'de oturarak kendilerini Allah yolunda cihad etmeye ve O'nun Resulünü korumaya adayan muhacirlerden bir topluluğun durumunu yansıtmaktadır.

Ancak ayetin kapsamı geneldir, onların dışında her çağda aynı durumda olabilecek herkese şamildir. Şartların kendilerini engellediği, çalışmaktan alıkoyduğu, onurlarının yardım istemelerine engel olduğu, buna rağmen ihtiyaçlarını açıklamaktan kaçınmaları yüzünden durumlarını bilmeyenlerin, tokgözlülüklerinden dolayı zengin sandığı, ancak, derin duygu ve açık basiret sahiplerinin bu rahat görüntünün ardındaki gerçek durumu kavradığı ve onlar utançlarından her ne kadar gizleseler de ruhsal durumları yüzlerinden okunan saygıdeğer fakirlerin durumuna uygun düşmektedir.

Bu, şu kısacık ayetin o saygın örnek için çizdiği derin duygular uyandıran ve başarıyla çizilmiş adeta canlı bir tablodur. Her bir kelime nerdeyse bir fırçanın dokunması gibi, çizgileri ve imgeleri çizmekte, duygu ve infialleri somutlaştırmaktadır. İnsan, daha okuması tamamlanmamışken, bu yüzleri ve kişilikleri görür gibi oluyor. Kur'an'ın insan tiplerini çizerken uyguladığı gibi bu yöntem, adeta canlı ve hareketliymiş gibi sunmaktadır manzaraları...

Avret yerlerini gizler gibi ihtiyaçlarını saklayan bu saygıdeğer fakirlere, haysiyetlerini zedelemeden, onurlarını kırmadan ve ancak gizlice yardım edilmelidir. Bu yüzden Ayet-i Kerime, sadakayı verenlerin, yüce Allah'ın verdikleri sözleri bildiğine ve mükafatlarını vereceğine güvenlerini sağladıktan sonra sadakanın gizlenmesini ve saklayarak verilmesini ilham ettiren bir tarzda sürüyor:

"...Yaptığınız her hayır amaçlı harcamayı kuşku yok ki, Allah bilir."

Gizli olan şeyleri yalnızca Allah bilir ve iyilik onun yanında kaybolmaz. Sadakanın ilkelerinin açıklandığı bu kısım, her çeşit yardımı ve Allah için harcayan herkesi kapsayan genel bir hükümle son buluyor:

274- Mallarını gece-gündüz, gizli-açık Allah yolunda harcayanların mükâfatı Allah katında verilecektir. Onlar için bir korku sözkonusu değildir ve onlar üzülmezler de.

Konuyu noktalayan şu Ayet- Kerimenin gerek başında gerekse sonunda, bütün ayetler arasındaki uygunluk ve kapsayıcılıkla uyuşan bir düzen göze çarpmaktadır. Bu son, kapsamlı ve kısa dokunuşlar..

"Mallarını... infak edenler..."

Bu şekilde genel ve bütün mal çeşitlerini kapsar bïçimde...

"...Gece-gündüz, gizli-açık..."

Bütün zamanları ve her durumu kapsamak içindir.

"...Mükafatları Rabbleri katındadır..."

Bu şekilde kesin, malın artması, ömrün bereketlenmesi, Ahiret mükâfatı ve Allah'ın hoşnutluğu, hepsi bunun içindedir.

"Onlar için bir korku sözkonusu değildir ve onlar üzülmez de."

Gerek dünyada gerekse Ahirette korkutucu hiçbir şeyden korkmadıkları gibi üzücü hiçbir şeyden dolay da üzülmezler.

Sarsılmaz ilkenin sonunda gelen bu uyum, işaret edilen kapsayıcılığı ve genelliği ilham ettirmektedir.

Sonra İslâm, mensuplarının hayatını sadaka ve infak gibi "vermek" üzerine kurmaz. İslâm düzeni tamamen, gücü yeten herkesin kolayca iş bulması ve rızkını temin etmesi ile çalışma ve ücret arasındaki dağılımı hak ve adalet ilkesine dayandırarak servetin, mensupları arasında güzelce paylaşılması esasına dayanmaktadır. Ancak sebeplere uymayan bazı istisnai durumlar sözkonusu olmaktadır. Bunları da sadaka ile çözümler. Bir kere Allah'ın şeriatım eksiksiz uygulayan müslüman devletin topladığı, sadece kendisinin toplamaya hak sahibi olduğu ve müslüman devletin maliyesinin gelir kaynaklarının en önemlisi olan malı farzlar, ikinci olarak da daha önce değindiğimiz adabına uygun bir şekilde ve bu Ayet-i Kerimenin açık bir örneğini tavsif ettiği, alanların iffetini koruyarak gücü yetenlerin hiçbir sınırlama getirilmeksizin doğrudan ihtiyaç sahiplerine verdiği gönüllü sadakalar şeklinde çözümler.

(İslâm, mensuplarının ruhlarında tokgözlülük duygusunu o kadar geliştirir ki onlardan biri hayatını sürdürmek için yeterli miktarın çok altında birşeye sahip olduğu halde gene de istemeyi onuruna yedirmez.)

Buhari, kendi isnadıyla Ata b. Yessar ve Abdurrahman b. Ebi Umre'nin şöyle dediğini rivayet eder: Ebu Hureyre'nin şöyle dediğini işittik: "Resulullah; `Yoksul, bir iki hurma ya da bir iki lokma verilen kimse değildir. Yoksul, iffetli olandır. Dilerseniz yüce Allah'ın `yüzsüzlük edip hiç kimseden birşey istemezler..: ayetinin kasdettiğini okuyun' buyurdu."

İmam Ahmet; "Bize Ebubekir Hanefi, O'na da Abdülhamid b. Cafer babasından, O'na da Müzeyne kabilesinden bir kişi annesinden şöyle anlattı" der; "Annem bana `insanların istediği gibi gidip Resulullah'tan istesen olmaz mı?' dedi. O'ndan istemek üzere gittiğimde O'nu ayakta hitap ederken buldum. Şöyle diyordu: `Kim onurlu olmak isterse Allah onu onurlu kılar, kim kendini, istemekten müstağni kılarsa Allah onu zengin kılar. Beş okka değerinde birşeyi olduğu halde insanlardan isteyen yüzsüzlük etmiş olur.' Bunun üzerine kendi kendime `Benim bir devem var ki beş okkadan fazla eder. Oğlumun da bir devesi var, o da beş okkadan fazla eder' dedim ve O'ndan hiçbir şey istemeden geri döndüm."

Hafız Taberani kendi isnadıyla Muhammed b. Sirin'den şöyle rivayet eder: "Kureyş kabilesinden olup Şam'da oturan Haris'e, Ebu Zer'in muhtaç durumda olduğu haberi gelmişti. O da Ebu Zer'e üçyüz dinar gönderdi. Ebu Zer; `Benden daha sıkıntıda olan bir Allah'ın kulunu bulamadın mı? Resulullah'ın; kırk dinarı olduğu halde, isteyen yüzsüzlük etmiş olur buyurduğunu işittim. Halbuki Ebu Zer'in kırk dirhemi var... Bir koyun ve iki hizmetçi var..."

İslâm, hükümleri, direktifleri ve kanunlarında hiçbir parçanın ve ayrıntının gözden kaçırılmadığı bir bütün olarak hareket eden mükemmel bir düzendir. O, düzenini bunların aynı anda işlemesi için koyar, böylece olgunlaşır ve aralarında uyum sağlar.

Beşeriyetin bütün yeryüzü toplumlarında bir benzerini göremediği o eşsiz toplumu böyle kurmuştu İslâm...

Hiç yorum yok: