BESMELE

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيمِ

14 Temmuz 2009 Salı

DEVLET METODU

Hud Suresi
DEVLET METODU
Bu bitiş değerlendirmesinde bir bütün olarak peygamberlerin gönderildikleri kendi toplumlarına karşı takındıkları tavır ve bu surede yeralan hikâyelerde belirtildiği gibi, davetin başında ve sonunda sergiledikleri farklı tutumlar üzerinde durmak istiyoruz.
Her peygamber, kendi kavmine gönderilmiştir. Davetin başlangıcında peygamber de onlardan biridir. Kardeşin kardeşi çağırdığı gibi, onları İslâma çağırmaktadır. Kardeşin kardeşe istediği gibi, yüce Allah'ın kendisine bahşettiği iyiliği onlar için dilemekte, Rabbinin kendisine verdiği apaçık kanıtı onlara da göstermek istemektedir.
Bu, başlangıçta her peygamberin toplumuna karşı takındığı tavırdır. Ama işin sonunda hiçbir peygamberin tavrı böyle olmamıştır.
Toplumundan bazı kimseler peygamberin çağrısına olumlu karşılık vermiş, kendilerine getirdiği mesaja inanmışlar. Kendilerinden istendiği gibi sadece Allah'a kulluk yapmışlar, boyunlarından Allah'dan başka birtakım kullara boyun eğme zincirini çıkarmışlar. Böylece müslüman olmuşlar, "müslüman ümmet" olmuşlar... Toplumun diğer bir bölümü de peygambere olumlu karşılık vermemiş, getirdiği mesajı inkâr etmişler. Allah'ın dışında O'nun yarattıklarına boyun eğmeye devam etmişler. Cahiliye hayatlarını sürdürmüş, İslâmın safına geçmemişler. Bundan dolayı da "müşrik ümmet" olmuşlar.
Peygamberin daveti karşısında tek bir toplum, iki ayrı millete bölünmüş böylece; biri müslüman millet... diğeri de müşrik millet... Peygamberlikten önce birlik içinde bulunan toplum, artık tek bir millet olma özelliğini kaybediyor. Bununla beraber, aralarında ırk ve soy bağı vardır. Ne var ki, ırk ve soy bağı, toprak ve ortak çıkarlar bağı peygamberlikten önce olduğu gibi aralarındaki ilişkileri yönlendirmiyor. Peygamberin gelmesiyle birlikte yeni bir bağ ortaya çıkmıştır. Toplumu birleştiren ya da bölen bu bağdır artık. Bu inanç bağıdır, hayat sistemi ve din bağıdır... Bu bağ, birlik halindeki toplumu iki ayrı millete bölmüştür. Bir noktada buluşmaları, birarada barış içinde yaşamaları mümkün değildir bu iki milletin...
Bu iki millet arasındaki inanç ayrılığı olanca netliği ile ortaya çıktıktan sonra peygamber ve onun yanında yeralan müslüman ümmet, inanç, hayat sistemi ve boyun eğilen, itaat edilen, merci esasına dayalı olarak toplumlarından ayrılmışlardır. Peygamberlik misyonundan önce kendi toplumları, kendi milletleri, kendi ırkları olan müşrik milletten ayrılmışlardır. İki milletin hayat sistemi ayrıdır, cinsiyetler de farklıdır artık. Bir tek toplumdan iki ayrı millet doğmuştur. Bir noktada buluşmaları, birarada barış içinde yaşamaları imkânsız iki ayrı millet...
Müslümanlar inanç, hayat sistemi ve bağlılık esasına dayanarak toplumlarından tamamen ayrılınca, yüce Allah da aralarındaki sorunu kesin çözüme kavuşturmuştur. Müşrik milleti yoketmiş, müslüman ümmeti de kurtarmıştır. Bu surede de gördüğümüz gibi, bu kural tarih boyunca sık sık vurgulanmıştır
Her yerdeki İslâmi diriliş hareketinin öncülerinin kesinlikle bilmeleri gereken husus şudur: Müslümanlar düşmanlarından ayrılmadıkça, toplumlarını içinde bulundukları şirkten dolayı terkettiklerini açıkça duyurmadıkça, sadece Allah'a boyun eğdiklerini, sahte Rabblere itaat etmeyeceklerini, zorba tağutlara uymayacaklarını, ister inanç, ister sembolik kulluk davranışları, ister toplumsal yasalar açısından olsun, Allah'ın izin vermediği alanlarda kendi kafalarından uydurdukları konularla hükmeden tağutların yönetimindeki topluma katılmayacaklarını duyurmadıkça, yüce Allah, onlarla toplumları içindeki düşmanlarının arasındaki sorunu onların lehine çözümlemez.
Müslümanlar onlardan ayrılmadıkça, Allah'ın eli zalimlerin soyunu kurutmak üzere soruna müdahale etmez. Müslümanlar mensup oldukları toplumdan ayrılmadıkları, onlardan uzaklaşmadıkları sürece, dinlerinin dinlerinden, hayat sistemlerinin hayat sistemlerinden, yollarının yollarından ayrı olduğunu açıkça duyurmadıkları sürece yüce Allah'ın eli aralarındaki sorunu çözümlemek, mü'minlere zafer vereceğine, zalimlerin soyunu kurutacağına ilişkin vaadini gerçekleştirmek üzere müdahale etmez.
İşte tarih içinde sık sık uygulanan bu kuralı İslâmi dirilişin öncüleri iyice kavramalıdırlar, stratejilerini buna dayandırmalıdırlar:
İlk adım, insanları müslüman olmaya; hiçbir şeyi ortak koşmadan Allah'a boyun eğmeye, O'nun yarattıklarından herhangi birine herhangi bir şekilde boyun eğmeyi reddetmeye çağırmakla başlamalıdır. Bunun ardından tek bir toplum ikiye ayrılır. Allah'a boyun eğen muvahhit mü'minler bir saffı, ya da milleti, Allah'ı bir yana bırakıp O'nun yarattıklarından herhangi birine boyun eğen müşrikler de öbür saffı oluştururlar. Sonra mü'minlerle müşrikler birbirlerinden ayrılırlar. Ardından yüce Allah'ın mü'minlere zafer vereceğine, müşriklerin kökünü kurutacağına ilişkin vaadi gerçekleşir. Nitekim insanlık tarihi boyunca defalarca böyle olmuştur.
Pratik ayrılıktan önceki davet süreci uzun zaman alabilir: Ama inanç noktasındaki ayrılık ilk andan itibaren bilinç planında gerçekleşmelidir.
Aynı toplum içinde doğan iki milletin birbirinden kesin çizgilerle ayrılması gecikebilir. Herhangi bir nesil içindeki davetçiler, birçok fedakârlıklar, işkenceler, meşakkatler çekebilirler. Ama yüce Allah'ın onlarla toplumları arasındaki sorunu onların lehine çözümleyeceğine ilişkin vaadi müslüman kitlenin gönlünde bir nesil ya da nesiller boyu süren pratik durumdan daha doğrudur, daha kesindir. Bu vaad, kuşkusuz gerçekleşecektir. Yüce Allah, insanlık tarihi boyunca yürürlükte olan yasasına göre verdiği sözünden dönmez.
Bu kural; bu tarz bir açıklık ve kesinlikle bakılması, tüm insanlığı kaplayan cahiliyeye karşı koyan İslâmi hareket için bir zorunluluktur. Çünkü bu, zaman ve mekânla sınırlı olmayan sürekli bir kuraldır... İslâmi dirilişin öncüleri, sürekli yenilenen cahiliyenin aşamalarından birini yaşayan insanlığa karşı koyduklarına göre, benzeri bir cahiliyeye yuvarlandıkça, aynı çirkefle geri döndükçe, peygamberlerin ellerinden tutup çıkardıkları gibi aynı inanç sistemi ile karşı koyduklarına göre, müslüman kitle başlangıç ve sonuç noktasını, her iki nokta arasındaki davet aşamasını iyi belirlemelidir. Allah'ın kanununun kendi yörüngesinde işlediğine, sonununsa, mutlaka Allah'dan korkanların lehine olduğuna kesinlikle güvenmelidir.
SOMUTLAŞAN HAREKET METODU
Son olarak, bu surede yeralan hikâyeler üzerinde yaptığımız değerlendirmeler içinde Kur'an-ı Kerim'de somutlaştığı şekliyle bu dinin hareket metodunun özelliği açığa kavuşmaktadır. Bu pratik bir özelliktir. İnsanlığın realitesini bu Kur'an'la karşılamaktadır, pratik ve uygulamalı olarak...
Bu hikâyeler Mekke'de Peygamberimize -salât ve selâm üzerine olsun- ini yordu. Onun yanında yeralan mü'min azınlık Mekke'de sıkışmış kalmıştı, İslâma davet hareketi donma noktasına gelmişti. Yol uzun ve meşakkatliydi Müslümanlar yolun sonunun ne olacağını da bilmiyorlardı. Ama bu hikâyede onlara yolun sonunu gösteriyordu. Ellerinden tutuyor, bu yolda adım attırıyordu. Yolları apaçık ve tarih boyunca gelmiş geçmiş yüce davet kervanına ulaşıyordu. Bu yüce kervanla yakınlık, aşinalık kuruyorlardı. Ürküp kaçmıyorlardı!. Çünkü onlar, belli bir yolda hareket eden kesintisiz bir kervan içinde yeralan bir gruptular. Issız bir çölde yollarını yitirmiş bir güruh değillerdi. Onlar işleyen ilahi yasa uyarınca başlangıç noktasından, bitiş noktasına doğru yolalacaklardı. Tesadüflere uyarak başıboş hareket etmeyeceklerdi.
İşte Kur'an, müslüman saf arasında böyle hareket ediyordu. Bu saffı belirlenen ve güvenli bir yolda böyle hareket ettiriyordu.
Bugün de yarın da İslâmi dirilişin öncüleri arasında bu şekilde hareket edebilir, yine onları davetin belirlenen yoluna hareket ettirebilir.
Hiç kuşkusuz bu öncü grup, Kur'an'ın işaretlerine, mesajlarına muhtaçtır. Hareket metodu stratejisi ve aşamalarının noktasında Kur'an'dan ilham almaya muhtaçtır. Bu stratejinin ve aşamaların ortaya çıkardığı sorunlara cevap bulmak için, yolun sonunda kendisini bekleyen akıbet için Kur'an'ın direktiflerine ihtiyaç duyacaktır.
Bu şekliyle Kur'an sırf bereket ve bolluk getirsin diye okunan bir kitap değildir. O canlıdır, hareket halindeki müslüman cemaat üzerine şu anda iniyormuş gibidir. Onunla birlikte hareket etsin, direktiflerine uysun, içinde yeralan ilahi vaadlerin farkına varsın diye...
İşte biz "bu Kur'an anlamlarını realite dünyasında gerçekleştirmek için kendisi ile birlikte hareket eden müslüman kitleden başka hiç kimseye sırlarını açmaz. Ne sırf bereket için okuyanlara, ne sırf edebi ve ilmi araştırmalar için okuyanlara ne de sırf içindeki üslup ve ifade tarzını inceleyenlere" derken bunu kastediyorduk.
Bunlardan hiçbiri Kur'an'daki saydığımız özellikleri kavrayamazlar. Çünkü bu Kur'an bu tarz bir inceleme, araştırma unsuru olsun diye inmemiştir. Tersine hareket ve direktif unsuru olsun diye inmiştir.
Şirkten uzak İslâma uyarak azgın cahiliyeye karşı koyanlar, yeniden İslâma döndürmek için sapık insanlığa karşı cihad edenler, insanları kula kulluktan çıkarıp tek ve ortaksız Allah'a kul yapmak için yeryüzünde tağutlara karşı savaşanlar...
Evet, ancak bunlar Kur'an'ı anlayabilirler, özünü kavrayabilirler. Çünkü onlar, Kur'an'ın indiği atmosferin benzeri bir atmosferde yaşıyorlar. İlk defa üzerlerine Kur'an inen kitlenin yaptığı hareketin aynısı içinde yaralıyorlar. Hareket ve cihad esnasında ayetlerinin anlamlarının tadına varıyorlar. Çünkü onlar, bu anlamların olaylarda ve realitede somutlaştıklarını görüyorlar. İşte çektikleri bunca işkencenin, bunca meşakkatin karşılığı yalnızca budur. Karşılık mı dedim? Hayır asla! Vallahi bu, yüce Allah'ın bir lütfudur.
"De ki; Allah'ın lütfu ile, rahmeti ile, sadece bunlarla sevinsinler, bunlar onların biriktirdikleri dünya malından daha hayırlıdır."
Bu büyük lütfuna karşılık yüce Allah'a hamdolsun.
HUD SURESİNİN SONU

Hiç yorum yok: