BESMELE

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيمِ

14 Temmuz 2009 Salı

UHUD SAVAŞININ DEVAMI

Ali İmran Suresi

UHUD SAVAŞININ DEVAMI

Ayetlerin akışı, savaşta meydana gelen olayları anlatma ve onları değerlendirmede bir adım daha atmaktadır. Henüz tecrübe süzgecinden geçmemişler, olaylarla yoğrulmamışken, işin pratiğini, kuralların özünü ve kanunlara sarılmayan; varlık, hayat ve akidenin özündeki ciddiyete uymayan hiç kimseyi kayırmayan pratik hayatın ciddiyetini henüz yaşamamışken -müslüman oldukları halde- işin geldiği noktada dehşete kapılmalarını, başlarına gelenin meydana gelişine şaşırmalarını ve iş konusundaki düşüncelerinin davranışlarından dolayı olduğunu ve uygulamalarının tabii bir sonucu olduğunu açıklamaktadır. Ancak onları bu noktada bırakmamakta, -çünkü bu durum, gerçek de olsa nihai gerçek değildir- sebepler ve sonuçların arka plânındaki Allah'ın kaderine, adet ve kanunların ötesindeki iradesine bağlamaktadır. Böylece meydana gelen olaydaki hikmeti kendilerine ve uğruna cihad ettikleri davalarına hayırlı olanın gerçekleşmesine, bu tecrübeyle onların bundan sonrasına hazırlanmasına, kalplerinin arınmasına, saflarının olayların ortaya çıkardığı münafıklardan ayrılmasına ilişkin hadiselerin ötesindeki Allah'ın plânını açıklamaktadır. Her iş, sonunda Allah'ın iradesine ve plânına dayanmaktadır. Böylece Kur'an'ın ince ve derin açıklamasında gizli gerçek, düşüncelerinde ve duygularında iyice olgunlaşmaktadır.

165- Karşı tarafa iki katını tattırdığımız musibet, bu kez sizin başınıza gelince "Bu nereden geldi?" demediniz mi? De ki; "O musibet kendinizden kaynaklandı." Hiç şüphesiz Allah'ın gücü herşeye yeter.

166- İki topluluğun karşılaştığı gün başınıza gelen musibet, Allah'ın izni ile gerçekleşti. Bu musibet, Allah'ın müminleri belirlemesi için meydana geldi.

167- Bir de münafıkları ayırd etmesi içindi. Onlara "Geliniz, Allah yolunda savaşınız, ya da savunma yapınız " denince "Eğer savaşmayı bilseydik, mutlaka peşinizden gelirdik " dediler. O gün onlar imandan çok küfre yakındılar. Kalplerinde olmayan şeyi ağızları ile söylüyorlardı. Hiç kuşkusuz Allah, onların gizli tuttukları duyguları çok iyi bilir.

168- Onlar, evlerinde oturup savaşa katılan kardeşleri için "Eğer bizim sözümüzü dinleselerdi, öldürülmezlerdi"diyenlerdir. De ki; "Eğer doğru söylüyorsanız, ölümü kendi başınızdan savın bakalım."

Yüce Allah; sancağını taşıyan ve akidesine inanan dostlarına yardım etmeyi üzerine almıştır. Ancak bu yardımı, kalplerinde iman gerçeğinin olgunlaşmasına, düzen ve hayat tarzlarında imanın gereklerini yerine getirmelerine, güçleri oranında hazırlık yapmalarına ve imkanları nisbetinde çaba sarf etmelerine bağlamıştır. İşte Sünnetullah budur. Ve Sünnetullah'ta hiç kimse kayırılmaz. Müslümanlar ne zaman bu işlerden birinde bir eksiklik yaparlarsa, bu eksikliğin sonucuna katlanmalıdırlar. Çünkü müslüman oluşları, kendileri için adetin bozulmasını ve kanunun iptalini gerektirmez. Onlar, hayatlarının tümünü Sünnetullah'a uydurmak ve ilahi kanunlar doğrultusunda düzenlemekten dolayı müslümandırlar zaten.

Ancak müslümanlıkları boşa gitmeyecektir, ziyan olmayacaktır. Çünkü teslimiyetleri Allah içindir. Allah'ın sancağını taşımaları, O'na uymaya gayret etmeleri ve O'nun metoduna tabi olmalarından dolayı, hataya uygun düşen, acı, yara ve kayıpları tattıktan sonra bu hatayı iyiliğe çevirmek akidenin daha bir netleşmesi, kalplerin daha iyi arınması, safların iyice temizlenmesi, onları vaad edilen zafere yaklaştırması, böylece hayır ve bereketle sonuçlandırması yüce Allah'ın şânındandır... Müslümanlar hiçbir zaman Allah'ın korumasından, gözetiminden ve yardımından uzaklaştırılmazlar. Aksine, yolda başlarına birtakım darbeler, acı ve sıkıntılar geldikçe, Allah tarafından hep yol azığıyla desteklenmişlerdir.

Bu açıklık ve kesinlikle beraber yüce Allah, meydana gelen olaydan dolayı paniğe kapılıp sorular sorup duran müslüman kitleyi ele almakta, onlara takdirinden kaynaklanan uzak hikmeti açıkladığı gibi kendi davranışlarından kaynaklanan yalçın sebebi de ortaya çıkarmaktadır. Bu arada münafıkları da, ne sakınmanın ne de geride kalıp oturmanın kendisinden koruyamadığı ölüm gerçeğiyle yüzyüze getirmektedir:

"Karşı tarafa iki katını tattırdığımız musibet başınıza gelince `Bu nereden geldi?' demediniz mi? De ki; O musibet kendinizden kaynaklandı. Hiç şüphesiz Allah'ın gücü herşeye yeter."

Müslümanların Uhud'da başlarına bir felaket geldi. Bu acı günde karşılaştıkları bunca yara ve acıların dışında ayrıca yetmiş şehid verdiler. Müslüman oldukları halde Allah'ın düşmanı müşrikler onlara galip geldi. Halbuki onlar müslümandılar ve Allah yolunda cihad ediyorlardı. Fakat aslında bu felaketi tadan müslümanlar, bunun iki katını müşriklere isabet ettirmekle daha üstün durumda idiler; çünkü Bedir günü Kureyş'in ileri gelenlerinden yetmiş tanesini öldürmekle benzeri bir musibeti düşmanlarının başlarına getirmişlerdi.

Müslümanlar aynı galibiyeti Uhud savaşının başlangıcında, henüz Allah'ın ve O'nun Resulünün emrine uyuyorlarken, ganimet arzusu karşısında zaafa kapılmàmışken ve mümin gönüllerde yer etmemesi gereken duygular ruhlarında depreşmemişken tekrar elde ediyorlardı.

Onlar panik içinde sorup duruyorlarken yüce Allah bütün bunları onlara hatırlatıyor ve meydana gelen olayı direkt yakın sebebine döndürüyor:

"...De ki; O musibet kendinizden kaynaklandı."

İş konusunda sarsıntı geçiren, bozulan ve çekişen bizzat sizin nefsinizdir. Allah ve Resulünün şartını yerine getirmeyen sizdiniz. Arzu ve heveslerin etkilediği, kendi nefsinizdi. Resulullah'ın emrine ve savaş stratejisine isyan eden sizdiniz. Bu sonuç meydana gelmesini istemediğiniz şey. Sopra da "bu nasıl olur?" diyorsunuz. Sünnetullah'ta kendi durumunuza uygun olanıyla karşılaştınız. Müslüman veya müşrik olsun insan kendini Sünnetullah'ın işleyişine sundu mu gerekli karşılığı alacaktır. Hiç kimsenin kayırılması için bu kanun bozulmaz. Bir kere, insanın ilk önce Allah'ın sünnetine kendini uydurması, teslimiyetin olgunluk derecesini göstermektedir.

"Hiç şüphesiz Allah'ın gücü herşeye yeter."

Gücünün gereği, sünneti uygulaması, kanunuyla hükmetmesi, her işin hükmü ve iradesi uyarınca hareket etmesi ve varlık alemini, hayatı ve olayları dayandırdığı yasalarını askıya almamasıdır.

Bununla beraber, her işin ötesinde gördüğü bir hikmetten dolayı Allah'ın takdiri yer almaktadır. Meydana gelen her olayın, her hareketin, her gelişmenin ve bütün evrende yeralan her akışın ötesinde Allah'ın takdiri sürekli mevcuttur.

Hiç yorum yok: