BESMELE

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيمِ

15 Temmuz 2009 Çarşamba

KÂİNATIN YARATILIŞI

7-Araf Suresi

KÂİNATIN YARATILIŞI

54- Rabbiniz Allah'dır, o gökleri ve yeri altı günde yarattı, sonra Arş'a kuruldu. O gündüzü sürekli kovalayan geceyi gündüzün üzerine örter. Güneş, ay ve yıldızlar O'nun buyruğuna başeğmişlerdir. İyi bilin ki, yaratma ve yönlendirme O'nun tekelindedir. Alemlerin Rabbi olan Allah yücelerin yücesidir.

İslâmın tevhid inancı, Allah'ın zatı ve fiillerinin niteliği hakkında insan düşüncesine herhangi bir alan bırakmamıştır... Allah'ın benzeri gibisi yoktur...Bu nedenle, insan düşüncesinin Allah'ın zatı hakkında bir fikir ileri sürmesi doğru olmaz. Her türlü insan düşüncesi, ancak insan aklının, kendisini çevreleyen nesnelerden oluşturduğu çevrenin sınırları içerisinde oluşur. Yüce Allah'ın benzeri gibi bir şey olmadığına göre, insan düşüncesinin Allah'ın zatının nitelikleri hakkında fikir yürütmeye kalkışmaktan kesinlikle kaçınması gerekir. O yüce zatın niteliği hakkında fikir yürütmeye kalkışmamak, yanısıra tüm fiillerinin niteliği hakkında fikir üretmekten de kaçınmayı gerektirir. Bu durumda, düşüncenin önünde yalnızca, etrafını çevreleyen evren üzerindeki bu fiillerin etki alanı kalmaktadır... İşte bu, insan düşüncesinin alanıdır.

Ayrıca şu tür sorular da vardır:

Allah gökleri ve yeryüzünü nasıl yarattı? Arş'a nasıl kuruldu? Yüce Allah'ın kurulduğu bu Arş nasıl bir şeydir? Bu ve benzeri islâm inançlarının temeline aykırı, yararsız sorulardır. Bu inanç temelini anlamamakta ısrarlı kimselerin bu sorulara cevap vermeye kalkışmaları ise, öncelikle daha da yararsızdır.

Esefle belirtelim ki, islâmi düşünce tarihinde, kimi gruplar bu problemlere dalmışlardır. Hem de Yunan felsefesinden kaynaklanan bu yalancı fikirlerin salgını nedeniyle!

Allah'ın gökleri ve yeryüzünü yarattığı altı gün, ne herhangi bir insanın, ne de diğer yaratıklardan birinin gözlemleyemeyeceği bilinmezliğin (gayb) sorunlarındandır.

"Ben onları ne yerin yaratılışına ne de bizzat kendilerinin yaratılışına şahid tuttum. Ben, yoldan çıkanları yardımcı edinmem." ( Kehf 51)

Bu konuda söylenenlerin tümü, hiçbir sağlam temele dayanmayan sözlerdir.

Bunlar altı aşamada , altı farklı durumda olabilir. Dünya ve güneşin hareketlerine dayandırılan zaman ölçülerimizle benzeşmeyen -çünkü yaratılmadan önce ne zaman ne de hareketlerine dayandırdığımız bu gezegenler henüz ortada yoktu- Allah'ın günlerinden altı günde olabilir... Başka bir şey de olabilir... Hiç kimse bu sayılar ile kesin olarak ne kastedildiğini söyleyemez... Bu ve benzeri ayetleri, "ilim" adı verilen tahminler ve nazariyeler seviyesini aşamayan insani "tahminler"e yormak, zanlar ve faraziyeler derecesini aşamayan "ilim" karşısında ruhi bunalım kaynağıdır.

Ayetin amacı ve yönelişiyle hiçbir ilgisi bulunmayan bu konuları, bu güzel ayetlerle birlikte görünür evrenin her bir yanında ve yaratılış sırları arasında sürdürdüğümüz bu eğitici yolculuğa devem etmek için, bu kadarlık bir açıklama ile yetiniyoruz.

-Rabbiniz Allah'dır, o gökleri ve yeri altı günde yarattı, sonra Arş'a kuruldu. O gündüzü sürekli kovalayan geceyi gündüzün üzerine örter. Güneş, ay ve yıldızlar O'nun buyruğuna başeğmişlerdir. İyi bilin ki, yaratma ve yönlendirme O'nun tekelindedir. Alemlerin Rabbi olan Allah yücelerin yücesidir.

Allah, görünür bu alemi azamet ve ihtişamı ile yaratmıştır, buyruğu altına aldığı ve dilediği gibi tasarrufta bulunduğu bu evreni hükümranlık tekeline almıştır. Geceyi, kendini ısrarla izleyen gündüzün üzerine kapadı. Gezegenlerin bu yörüngesel hareketinde gece, gündüzü izler. Güneş, ay ve yıldızları buyruğu altına alan Allah, yöntemiyle sizi eğiten, sistemiyle sizi bir toplum kılan, dileğiyle size şeriat belirleyen, kanunları ile aranızda hüküm veren Rabbinizdir. Size Rabb olmayı hak eden Rabbiniz. O, biricik yaratıcı ve hükümdardır. Ayrıca, başka bir yaratıcı olmadığı gibi, başka bir hükümdar da yoktur... İşte bu ayetlerin asıl davası budur... İlâhlık, Rabblık, hükümranlık ve Allah'ın tüm bunlarda biricik olduğu davası insanların, yaşamlarının hukukunu belirlemede kulluk davası. İşte, bu budur. En'am suresinde olduğu gibi, bu sure de, hayvanlar, ekinler, ibadetler ve adaklardan örnekler vererek bu konuyu işliyor.

Bu konudaki Kur'an'ın genel üslubunun amaçladığı büyük hedef, bize karşısında bulunduğumuz göz alıcı güzelliği, canlılığı, hareketi ve şaşılası öğütleri unutturmamalı. Bu açıdan tüm bunlar, onların ilham ettiği büyük hedefe denktir.

Gece, ona yetişmeye çalışarak, ısrarla gündüzü takip etmektedir. Döndüğü bu yörüngede, gece ve gündüzün devretmesiyle birlikte, düşünce ve bilinç de devretmektedir.

Hareketin güzelliği ve canlılığı, gece ve gündüzün irade ve bir amaç taşıyan zeki bir kişi şeklinde somutlaştırılması... İşte tüm bunlar, insan ürünü sanatın kesinlikle ulaşamayacağı bir tasvir ve üslup güzelliği aşamasındadır!

Alışkanlık, evreni ve duyulardaki yansımasını etkisiz kılmakta ve ona yönelen bakışları, gafil ve aptalca alışkanlıklar perdesiyle örtmekte... Bu alışkanlık gizlenip, yerini terkettiğinde, sanki ilk görüşme gibi, fıtratın bildirdiği yeni ve muhteşem bir karşılaşma olur. Bu üslubta gece ve gündüz, sadece peşisıra tekrarlanan tabii bir olay değildir. Aksine onlar, duyuları, ruhu, gaye ve hedefi olan birer canlıdır. İkisi insana meyletmekte ve hayat hareketinde, hayatın tabii belirtisi olan mücadele, münakaşa ve müsabakada insanla aynı özellikleri taşımaktadır!

İşte bu güneş, ay ve yıldızlar böyledir... Çünkü tüm evren ruh taşıyan bir canlıdır! Çünkü Allah'ın emrini almakta ve gereğini yerine getirmekte, hükmüne boyun eğmekte ve onu yerine getirmeye koşmaktadır. Çünkü tüm evrendeki varlıklar, bir emir verildiğinde, Allah'a itaat eden diğer canlılar gibi bu emri alırlar ve ona uyarak yerine getirmeye koşarlar!

Bu manzara karşısında insanlık vicdanı sarsılmakta ve boyun eğen canlılar kervanında itaate sürüklenmektedir. Yine bunlar göstermektedir ki, bu insan sözünde bulunmayan Kur'anî bir etkidir... O, kalblerin özünü ve yaratılışın gizemini bilen yüce söyleyicisinden kaynaklanan bu etki ve insanın fıtratına seslenmektedir.

DUA VE HUŞU

Kur'an'î üslub bu noktaya geldiğinde, gafil ve aptalca seyredilen evrenin bu canlı sahnesi, insanın vicdanını sarsmakta ve tüm bu muazzam yaratıkların, yaratıcı ve hükümdarlarının otoritesi karşısındaki kullukları ortaya çıkmaktadır... Tam bu sırada Kur'an, insanlığı -O'ndan başka ilâh olmayan- biricik ilâhlarına yöneltiyor ve boyun eğip bağış dileyerek O'na dönmelerini, ilâhlığını kabul etmelerini, kulluklarının sınırlarını bilmelerini, otoritesine karşı gelmemelerini, kendi arzularına uyup şeriatini terkederek -Allah, kendi sistemiyle onu düzelttiği halde- yeryüzünde bozgunculuk yapmamalarını öğütlüyor.

55- Rabbinize yalvararak ve gizlice dua ediniz. Çünkü O haddi aşanları sevmez.

56- Yeryüzünde dirlik-düzen sağlandıktan sonra bozgunculuk çıkarmayınız. Allah'a korku ve umut içinde dua ediniz. Hiç kuşkusuz Allah'ın rahmeti iyi işler yapanlara yakındır.

Bu ayette, salih bir nefis, ona en uygun gelecek bir dua ve yakarış haline yöneltiliyor... Bağırıp, çağırarak değil, gizli, içten ve biçare bir şekilde! Gizli ve içtenlikli yakarış, Allah'ın yüceliğine en lâyık ve kul ile mevlası arasında irtibatı sağlamada en uygun durumdur.

Müslimin, kendi isnadı ile rivayet ettiğine göre, Ebu Musa şöyle demiştir. Biz peygamber ile beraber bir yolculukta (başka bir rivayete göre; bir gazad) idik. Kafile yüksek sesle tekbir getirmeye başladılar. Allah Rasulü(s) şöyle buyurdu. "Ey insanlar! Kendinizi heba etmeyin. Siz ne sağıra, ne de uzakta olana bağırmıyorsunuz. Siz duyana ve yakın olana yakarıyorsunuz. O sizinle beraberdir."

İşte bu, Allah'ın yüceliğine ve yakınlığına ilişkin inançlı bir duygudur. Bu duyguyu, burada Kur'an yöntemi desteklemekte ve dua esnasında alınması gereken tavır olarak ilân etmektedir. İşte, Allah'ın yüceliğinin tam anlamıyla bilincine varan kişi, duasında bağırıp çağırmaktan haya eder. Allah'a yakın olduğunun gerçekten şuuruna varan kişi, böyle bağırıp çağırmaya bir gerekçe bulamayacaktır!

Duada yakarış durumu, Allah'a boyun eğme ve gönülden yalvarma şeklinde tanımlanıyor ve insan, sadece Allah'ın hakkı olan hakimiyeti kendilerinin de taşıdığı iddiasına kalkışarak Allah'ın otoritesine karşı çıkmaktan menediliyor. Yine Allah yeryüzünü şeriati ile bir düzene soktuğu halde, orada bozgunculuğa kalkışmayı da yasaklıyor... Dualara cevap veren ve pek yakın olanın huzurunda gizlice boyun eğen ve yakaran kişi, ne böyle bir saldırıya yeltenir, ne de düzene giren yeryüzünde bozgunculuğa kalkışır. Bu iki reaksiyon arasında, nefsin ve şuurun yapısını sağlamlaştıran içsel bir baş vardır. Kur'an sistemi, kalplerin heyecanlarını ve nefislerin reaksiyonlarını dikkate alır. Çünkü o, yarattığını bilen ve her şeyden haberdar olan yaratıcının sistemidir.

"Allah'a korku ve umut içinde dua edin."

Kızması ve cezalandırmasından korkarak, hoşnutluğunu ve mükâfatını umarak.

"Hiç kuşkusuz Allah'ın rahmeti iyi işler yapanlara yakındır."

Peygamberimizin ihsanı tanımlarken buyurduğu gibi, sanki onu görüyormuşcasına Allah'a kulluk ederler, ki onlar O'nu görmese de, O onları görmektedir...

Başka bir keresinde Kur'an bir kez daha, insanlığın gönlüne seslenerek, zaten göz önünde bulunan şu evren kitabının bir sayfasını daha açıyor. Fakat gönüller bu manzaraları gaflet ve dalgınlıkla seyretmekte, seslenişlerine kulak vermemekte ve uyarılarına aldırmamaktadır... Yukarıdaki ayette Allah'ın rahmetinin hatırlatılması üzerine açılan bu sayfa, sağanak yağan yağmuru, yeşeren bitkileri, ölüm ve mahvoluştan sonra yeniden dirilişi, Allah'ın rahmetinin birer örnekleri olarak sunmaktadır:

57- O ki, rüzgârları rahmetinin önünde müjdeleyici olarak gönderir. Bu rüzgârlar yüklü bulutu havada yükseltince onu ölü bir yöreye gönderir, onun aracılığı ile oraya su indiririz, arkasından bunun aracılığı ile her türlü yerden bitiririz. İşte ölüleri de böyle yerden çıkarırız. Ola ki düşünür, ders alırsınız.

Bunlar, bir ilâhın varlığının evrendeki izleridir. Bir yapıcılık, otorite, öntasarı ve takdirin izleri... Tüm bunlar, insanların kendisinden başka ilâh benimsememesi gereken Allah'ın yapıp etmeleridir. O, kullara olan rahmetinin ortaya çıkış yolları olarak bunları belirleyen, rızkı veren yaratıcıdır.

Rüzgâr herzaman esmekte, her an bulutları taşımakta, bulutlardan her an yağmur yağmakta... Fakat tüm bunlar, -gerçekte de olduğu gibi- Allah'ın etkin yapıcılığına bağlanmaktadır. Şu anda da Kur'an bunu -sanki gözle görüyormuşcasına- canlı bir sahne olarak resmedip sunmaktadır.

O, rüzgârları rahmetinin muştuları olarak gönderendir. Rüzgârlar; Allah'ın bu evrene koyduğu belirli tabiat kanunlarına göre eserler. (Evren kendini yaratacak, arkasından, üzerinde egemen olan bu kanunları koyacak yetenekte değildir.) Fakat islâm düşüncesi, evrende meydana gelen her bir olayın –onlar Allah'ın belirlediği tabiat kanunlarına göre oluşsalar da- onu realiteler dünyasına çıkaran kendine has bir takdir ile -tabiat kanunlarına uygun olarak- meydana geldiği inancına dayanır. İşin başlangıcından beri ilâhi sünnete göre işlemesi ile bu sünnete uygun olan olaylardan herbir tekil olayın, Allah'ın takdirine bağlı olarak meydana geldiğini de söylemek tutarsız bir iddia değildir. -Evrendeki ilâhi kanunlara uygun olarak- bulutların hareketleri, işte bu olaylardan biridir. O da, kendisine özel bir takdire uygun olarak meydana gelir.

Rüzgârlar da bulutları, Allah'ın evrende koyduğu kanunlara uygun olarak taşırlar. Fakat, o olaya özel bir takdir olduktan sonra. Allah bulutları ölü bir beldeye, çöle veya çorak bir araziye sürükler... Ondan yağmur yağdırır. Ve yerden her türlü ürünü çıkartır. -Bunu da bu olaya has takdiri ile yapar.- Tüm bunlar, evrenin ve yaşamın tabiatına uygun olarak koyduğu kanunlara göre gerçekleşir.

Bu yanıyla islâm düşüncesi, evrende olan herhangi bir olayda tesadüf ve rasgeleliği yok saymaktadır. Onun ortaya çıkışından ve oluşmasından, onda oluşan her bir harekete, değişmeye ve dönüşmeye varana değin... Yanısıra, onu bir alet yerine koyan mekanik evren düşüncesini de, cebriyeciliği (determinizm) de reddetmektedir. Bu felsefeye göre, evrenin yaratıcısı ve ona hareket kanunlarını koyan evreni kendi haline bırakmış, o da körü körüne bu kanunlara uygun olarak cebrï determinist mekanik hareketi sürdürmektedir!

İslâm düşüncesi ise, yaratılışın Allah'ın istek ve takdiri ile olduğunu kabul etmekte; ayrıca sağlam tabiat kanunları ile yürürlükte olan ilâhi sünneti de tesbit etmektedir. Fakat bunların birbiri ile paralel işlemlerini bir takdire bağlamıştır, her olay tabiat kanunlarına göre olur ve her defasında bu olayda ilâhi sünnet işler. Olayı başlatan ve ilâhi sünneti işleten takdir, sabit tabiat kanunları ve ilâhi kanunların ötesinde, Allah'ın iradesine göre oluşmaktadır.

Bu düşünce, dinamiktir. Zihinden donukluğu, mekanik, determinist inancın yarattığı donukluğu siler atar... Zihni daima kontrole ve uyanıklığa çağırır... Allah'ın kanununa uygun her bir olay oluştuğunda ve hareket, Allah'ın kanununa uygun olarak sonuçlandığında, bu zihin Allah'ın kaderinin yerine geldiğini görerek ve işi yapanın, Allah'ın eli olduğunu anlayarak titrer. Allah'ı büyükler, anar ve hareketlerini buna göre ayarlar. Mekanik, determinist bir tavırla gafil olmaz ve Allah'ın kudretini unutmaz!

Bu düşünce gönüllere hayat verir, her yeni şeyde yaratıcının fonksiyonunu görerek, her an, her bir harekette ve her olayda hazır olan yaratıcıyı sabah-akşam, gece-gündüz tesbih ederek hep birlikte bunu düşünen akılları coşturur.

Böylece Kur'an'ın bu ayetlerinde, Allah'ın irade ve takdiriyle bu dünyada meydana gelen yaratılış ile yine Allah'ın irade ve takdirinden kaynaklanacak olan ahiretteki diriliş arasında -canlıların bu ilk yaratılışındaki yöntem tarzında bir bağ kurmaktır.

"İşte ölüleri de böyle yerden çıkarırız. Ola ki, düşünür, ders alırsınız."

Farklı şekil, tür ve görüntüde de olsa hayat mucizesinin tabiatı aynıdır... Yukarıdaki ayetten bu sonuç çıkmaktadır... Nasıl ki Allah yeryüzünde ölüden diri çıkarmaktadır... Son aşamada da aynı şekilde ölüden diri çıkaracaktır. Bu yeryüzüne farklı hayat, şekil ve kılıflarıyla yaşamı bahşeden irade, ölülere hayat verecek olan iradenin de kendisidir. Bu dünyada ölüden diriyi çıkaran takdir, bir kere daha ölüden diriyi çıkarmayı takdir edecek olan ile aynıdır...

"Ola ki, düşünür, ders alırsınız."

İnsanlar, bu apaçık gerçeği unutuyorlar, sapıklık ve vehimlere dalıyorlar!

Kur'an, evrenin uçsuz bucaksız enginliği ve varlıkların gizemi arasındaki bu gezintiyi temiz ve kirli kalplerle ilgili bir örnek vererek bitiriyor. Bunu da, diğer manzaralarla, tabiat ve gerçeklerle uyum içerisinde olmasına dikkat ederek, sahnenin havasına uygun yapıyor.

58- Verimli yöre, Allah'ın izni ile, ürünü cömertçe verir. Kıraç yöre ise cılız ürün verir. Biz şükredenler için ayetlerimizi böyle farklı açılardan açıklarız.

Temiz kalp, yüce Kur'an ve peygamber hadisinde, bir tek toprağa, verimli araziye benzetiliyor. Kirli kalp ise, çorak toprağa, kıraç araziye benzetiliyor. Her ikisi... kalp ve toprak... ürün bitirir ve meyve verir. Kalbin ürünü, niyetler ve duygular, reaksiyonlar, kabullenmeler, irade ve tavır belirlemelerdir. Ameller ve pratik hayattaki sonuçları, ancak bunların peşisıra gelir. Toprağın ürünü ise, yemesi, rengi, tadı ve türü farklı ekin ve meyvedir...

"Verimli yöre, Allah'ın izni ile, ürünü cömertçe verir."

Güzel, verimli, gevşek ve tarıma elverişli...

"Kıraç yöre ise cılız ürün verir."

Çabalama, cefa, zorluk ve güçlük...

Hidayet, ayetler, öğüt ve nasihatler, kalbe suyun verimli toprağa indiği gibi iner. Kalp eğer bir tek arazi gibi temiz ise, bunları süzüp emer, zenginleştirir ve iyilikler üretir. Eğer kıraç toprak ve araziler gibi kötü ve pis ise, bunları kulak ardı edip, katılaşır, kötülük, bozgunculuk, zarar ve hoşnutsuzluk üretir. Çorak arazi gibi, diken ve kıtlık bitirir!

"Biz şükredenler için ayetlerimizi böyle farklı açılardan açıklarız."

Şükür, temiz kalpten çıkar: Güzelce kabul ettiğine ve hoşça karşılık verdiğine delildir. Kabulleri ve algılamaları güzel olan bu şükredenlere ayetler, ayrıntılı biçimde sunulur. Onlar bunlarla faydalanırlar, düzelirler ve düzeltirler.

Şükür, bu surede -uyarma ve hatırlatma gibi- bahsi pek çok tekrarlanan özelliklerdendir. Daha önce bu deyime rastladığımız gibi, ilerde de onunla karşılaşacağız... O da uyarma ve hatırlatma gibi, bu surenin belirgin ve tekrarlanan ifadelerinden biridir.

Hiç yorum yok: