BESMELE

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيمِ

15 Temmuz 2009 Çarşamba

ÖLÜM SAHNESİ

7-Araf Suresi

ÖLÜM SAHNESİ

Buradan itibaren, ayetlerin akışı geçen gezintinin sonunda işaret edilen ecelin sona ermesiyle gerçekleşen ölüm sahnesini sunmaya başlıyor. "Her toplumun belirlenmiş bir eceli vardır. Ecelleri geldiğinde onu ne bir an erteleyebilirler ve ne de bir an öne alabilirler." Ardından mahşer ve hesaplaşma sahnesini, bir de insanlar arasında hüküm verme ve dünyadayken yapılanların karşılığını görme sahnesini sunuyor. Bu sahneler, sanki daha önce özetle dile getirilen Allah'dan sakınan muttakilerle büyüklük taslayanların (müstekbirlerin) durumunun ayrıntılı biçimde ele alınışı amacına yöneliktir. Belirlenen ecelin bitiminden sonra muttekilerle müstekbirlerin başına gelenlerin tasviri niteliğindedir. Kur'an'ın eşsiz yöntemiyle yapılan bir tasvirdir bu. Kur'an'ın yöntemi, Kur'an-ı okuyanın ve dinleyenin göreceği ve tüm varlığıyla seyredeceği biçimde canlı ve hareketli olarak gözler önüne getirir sahneleri...

Kur'an'ın ifade yöntemi, kıyamet sahnelerine dirilişi ve hesaplaşma, nimet ve azap sahnelerine büyük önem vermiştir. Yaşadığımız dünyadan sonra yüce Allah'ın insanlara vadettiği bu öte dünya sadece vasfedilmemiş, aynı zamanda somut, canlı, hareketli, açık ve belirgin bir şekilde tasvir edilmiştir. Müslümanlar bu alemde eksiksiz bir şekilde yaşamışlardı. Sahnelerini görmüş, ondan etkilenmişlerdi. Kimi zaman kalpleri titremiş, kimi zaman bedenleri ürpermiş, ardından tekrar huzura kavuşmuşlardı. Uzakta onlar için cehennem ateşinin kavurucu alevi belirmiş, bazen cennetten hoş meltemler esivermiştir. Bu yüzden vadedilen gün gelmeden önce, o alemi tam anlamıyla öğrenmişlerdi. Onların bu aleme ilişkin sözlerini ve duygularını izleyen biri, onların şu dünyadaki hayatlarından daha derin ve daha doğru bir biçimde o alemde yaşadıklarını anlardı. Onlar bütün duygularıyla o aleme taşınırlardı. Tıpkı insanın bir evden diğer bir eve, bir bölgeden diğer bir bölgeye taşınması gibi. Hem de daha şu gözle görülen ve algılanan dünya hayatındayken. Öte dünya onların duygularında vadedilen bir gelecekten ibaret değildi, gözle görülen bir realiteydi.

Belki de burada sunulan sahneler, Kur'an-ı Kerim'de yer alan kıyamete ilişkin sahnelerin en uzunları, en hareketlileridir. Peşpeşe gelen manzaralar en çok barındıran ve birçok karşılıklı konuşmayı içeren sahnelerdir. Tüm bunları öylesine coşkun bir canlılıkla sunmaktadırlar ki, bütün bunların kelimelerle nasıl ifade edildiğine hayret ediyor insan. Çünkü tüm bunları bizzat görmedikçe algılamak mümkün değildir.

Daha önce de söylediğimiz gibi bu sahneler, Adem peygamberin -salât ve selâm üzerine olsun- hikâyesi, O'nun ve eşinin şeytanın aldatması sonucu cennetten çıkarılması üzerine yapılan bir değerlendirme olarak yer alıyorlar. Ayrıca anne-babalarını cennetten çıkardığı gibi, onları da tuzağa düşürmemesi için yüce Allah tarafından Ademoğulları'na bir uyarı niteliğindedirler. Yüce Allah, insanları eski düşmanlarının telkinlerine ve vesveselerine uymaları konusunda uyarıyor. Peygamberlerin getireceği doğru yol kılavuzu ve şeriata uyacaklarına şeytana uymayı tercih ettikleri takdirde dostlarının şeytan olacağını vurgulayarak insanları tehdit ediyor. Sonra ayetlerin akışı, ölüm sahnesini ardından da aralarında bir zaman farkı yokmuş gibi kıyamet sahnelerini sunuyor. Bir de bakıyoruz ki, orada olup bitenler şu peygamberlerin haber verdiklerini doğruluyorlar. Şeytana uyanlara cennete dönüş yasaklanıyor. Anne-babaları çıkarıldığı gibi, oradan alıkonuluyorlar. Şeytana karşı çıkıp Allah'a itaat edenlerse, cennete geri dönüyorlar ve yüceler aleminden şöyle sesleniliyor onlara:

"İşlediğinize karşılık olarak işte size varis olduğunuz cennet." (A'raf 43)

Tıpkı göçmenlerin ve gurbetçilerin mutluluk ülkesine dönüşleri gibi.

Geçen hikâye ile bu hikâye üzerine yapılan değerlendirmeler ve hemen ardından yer alan ve başından sonuna kadar birtakım güzellikleri barındıran kıyamet sahneleri arasındaki bu uyum içinde... Bu hikâye ruhlar aleminde meleklerin hazır bulunduğu bir sahnede başlıyor. -Yüce Allah o gün Adem ve eşini yaratıp cennette yerleştiriyor. Şeytan onları aldatıp eksiksiz ve saf kulluk ve itaat derecesinden aşağı düşürüyor ve onların cennetten çıkarılmalarına neden oluyor- yine meleklerin hazır bulunduğu bir sahneden sona eriyor... Evet bu ahenk içinde başlangıçla sonuç birleşiyor. Arada dünya hayatı, en sonunda da ölüm yer alıyor. Bu da başlangıç ve sonuçla birlikte ortada tam bir düzen oluşturuyor.

Şimdi bu olağanüstü sahneleri sunmaya başlayalım.

ÖLÜMDEN SONRA KÂFİRLERİN TAVRI

İşte, ölüm sahneleriyle karşı karşıyayız... Allah'a iftira eden, O'nun adına yalan söyleyenlerin ölüm sahnesi... Bunlar babalarından devraldıkları düşünce ve ayinleri, kendi kendilerine yasalaştırdıkları gelenek ve hükümleri Allah'ın emri olarak ileri sürmüşlerdi.

Peygamberlerin getirdiği Allah'ın ayetlerini yalanlayanların -oysa inanılması gereken Allah'ın hükmü budur- zan ve yalanı bilgiye ve gerçeğe tercih edenlerin ölüm sahnesi... Bunlar kendileri için belirlenen dünya nimetlerinden, paylarını aldıkları gibi, peygamberlerin getirdiği ve onlara duyurduğu Allah'ın ayetlerinden de paylarını almışlardı:

37- "Allah adına yalan uydurandan ya da O'nun ayetlerini yalanlayanlardan daha zalim kim olabilir? Onlara kitaptaki payları erişir. Sonunda canlarını almak üzere elçilerimiz yanlarına geldiklerinde kendilerine `Allah'ın dışında taptığınız putlar hani nerede? deyince, "Koyup gittiler bizi' derler. Böylece kâfir olduklarına dair kendileri şahitlik ederler.

İşte şimdi Allah'a iftira eden, O'nun adına yalan söyleyen ya da O'nun ayetlerini yalanlayanların sahnesiyle karşı karşıyayız. Allah'ın elçileri olan melekler gelmiş canlarını alıyorlar. Bu esnada aralarında şu karşılıklı konuşma geçiyor.

"...Allah'ın dışında taptığınız putlar hani nerede" dediler.

Allah'a iftira ederek ileri sürdüğünüz iddialar nerede? Dünyada dost edindiğiniz ve peygamberlerin diliyle size ulaşan Allah'ın mesajından sizi alıkoyan tanrılarınız hani? Şu anda hayatınız elinizden alınmakta ve sizi ölümden kurtaracak, Allah'ın belirlediği zamanı bir an olsun geciktirecek kimse bulamıyorsunuz. Hani nerede o sahte tanrılarınız?

Verilen cevap, o kaçınılmaz, net ve biricik cevap oluyor.

"(..) Koyup gittiler bizi' derler."

Göremiyoruz onları, kaybolup gittiler. Nerede olduklarını bilmiyoruz. Yanımıza da gelmiyorlar?.. Kullukla yöneldikleri tanrılarının yol göstermediği, böylesine sıkıntılı bir anda yardım edemediği kulların durumu ne acı... Böyle anlarda kullarına yol göstericilik yapamayan tanrılara yazıklar olsun.

"(...) Böylece kâfir olduklarına dair kendilerine şahitlik ederler."

Aynı şekilde onları surenin akışı içinde, dünyadayken kendilerine Allah'ın azabı geldiğinde bu tür bir tavır içinde görmüştük.

"Azabımıza uğradıkları andaki tek feryatları `Biz gerçekten zalimdik' demekten ibaret oldu."

CENNET VE CEHENNEM MANZARALARI

Ölüm sahnesi sona erince, kendimizi bir sonraki sahnenin karşısında buluyoruz. Az önceki ölüm sahnesinde yer alanlar bu sefer ateştedirler... Ayetlerin akışı iki sahne arasında olup bitenden söz etmiyor. Ölüm, diriliş ve mahşer arasındaki süreyi atlıyor. Sanki az önce ölüm sahnesinde yer alanlar, evlerinden alınıp ateşe konulmuşlar gibi.

38- "Allah onlara "Sizden önce gelip göçen cin ve insan toplulukları yanında cehenneme giriniz " der. Her cehenneme giren topluluk yoldaşına lânet okur. Sonunda hepsi biraraya gelince sonrakiler, kendilerinden öncekiler için "Ey Rabbimiz, bizi bunlar yoldan çıkardı, onun için bunlara bir kat daha fazla cehennem azabı çektir" derler. Allah da onlara "Herbirinizin azabı ikiye katlanmıştır, ama bilmiyorsunuz. "

39- "Öncekiler de, kendilerinden sonrakilere "Sizin de bizden bir farkınız yoktu. O halde siz de işlediğiniz kötülüklerin karşılığı olan azabı çekiniz " derler.

"(...) Sizden önce gelip geçen cin ve insan toplulukları yanında cehenneme giriniz."

Burada, ateşte, cin ve insanlardan arkadaşlarınıza, dostlarınıza katılın... Rabbine isyan eden iblis değil miydi? O değil miydi Adem ve eşini cennetten çıkaran? Evlâtlarından saptırdığını saptıran o değil miydi? Yüce Allah'ın O'nu ve O'na kananlar ateşe dolduracağını vadettiği o değil miydi?.. O halde birlikte girin ateşe... Öncekiler ve sonrakiler giriniz. Çünkü hepiniz birbirinizin dostusunuz. Birbirinizden farkınız yok sizin.

Dünyadayken bu milletler, topluluklar ve gruplar birbirlerinin dostlarıydılar. Sonrakiler önce gelenleri takip ederdi. Uyulanlar uyanlara direktifler verirlerdi. Bugünse, aralarında nasıl kin baş gösterdiğini, birbirlerine nasıl kötü sıfatlarla hitap ettiklerini görelim:

"(...) Her cehenneme giren topluluk yoldaşına lânet okur."

Sonunda oğulun babasını lânetlemesi, efendisinin kölesine sahip çıkmaması, tanımazlıktan gelmesi ne kötü...

"(...) Hepsi biraraya gelince..."

Sonrakilerle öncekiler buluşunca, uzaklarla yakınlar birleşince, aralarında çekişme ve tartışma başlar:

dan çıkardı, onun için bunlara bir kat daha fazla cehennem azabı çektir' (derler.)

Komedileri ya da trajedileri böyle başlar. Sahne birbirine dost olanları ve yardakçıları ortaya çıkarıyor. Bunlar düşmanlar gibi birbirlerini tanımazlıktan geliyorlar, bazısı bazısını itham ediyor. Kimisi kimisine lânet okuyor. "Rabbimiz"den en kötü cezayı vermesini istiyor. İftira attıkları, ayetlerini yalanladıkları "Rabbimiz"den... Bu günse, sadece O'na dönüyorlar, dua ederek O'na yöneliyorlar. Gelen cevap tam da dualarına karşılık oluyor.. Ama ne karşılık...

"(...) Allah da onlara "Herbirinizin azabı ikiye katlanmıştır, ama bilmiyorsunuz der."

Hem size hem de onlara isteğiniz "azabın ikiye katlanması cezası" verilmiştir.

Duanın cevabını duydukları zaman aleyhlerinde duada bulunanlar dua edenlere karşı adeta seviniyorlar. Onlara dönüp şamatayla "hep birlikte bu cezayı haketmişsiniz' derler.

"Öncekiler de kendilerinden sonrakilere "sizin de bizden bir farkınız yoktu. O halde siz de işlediğiniz kötülüklerin karşılığı olan azabı çekiniz" derler."

Bu alaylı ve aşağılayıcı sahne de böylece bitmiş oluyor, ardından bu değişmez sona ilişkin bir açıklama ve bir vurgu yer alıyor. Bu da nimetler yurdundaki müminlerin oluşturduğu karşıt sahnelerin sunulmasından önce yapılıyor.

40- "Ayetlerimizi yalanlayanlar ve onlara burun kıvıranlar var ya, gökyüzü kapıları yüzlerine açılmaz ve deve, iğne deliğinden geçmedikçe cennete giremezler. Biz ağır suçluları işte böyle cezalandırırız. "

41- Onlara bir cehennem döşeği ile üzerlerini örtecek bir cehennem yorganı verilir. Biz zalimleri işte böyle cezalandırırız.

Bu harikulade sahnenin önünde istediğin gibi durup düşünebilirsin... İğne deliğinin karşısında bir deve... Kocaman devenin geçmesi için bu küçücük delik açıldığında o zaman -ama sadece o zaman- şu yalanlayanlar için gök kapılarının açılması, dualarının ya da tevbelerinin kabul edilmesini -ne yazık ki vakit geçmiştir- onların nimetler yurduna, cennete girmelerini bekleyebilirsin. Ama şu anda, deve iğnenin deliğinden geçene kadar onlar ateşte olacaklar. Buluştukları birbirlerine katıldıkları birbirlerini kınayıp lânetleştikleri, kimisi kimisine en kötü cezaya çarptırılması isteği ve dostun dostuna isteğini hep birlikte tattıkları cehennemde kalacaklar.

"(...) Biz ağır suçluları işte böyle cezalandırırız."

Sonra ateşteki yaşayışlarını seyret:

"Onlara bir cehennem döşeği ile üzerlerine örtecek bir cehennem yorganı verilir."

Cehennem ateşinden bir döşek vardır altlarında... Bu döşek -alaya almak için- yatak olarak nitelendirilmektedir. Yoksa bu bilinen bir yatak gibi değildir. Ne yumuşaktır ne de rahattır rahatlatır adamı. Aynı zamanda cehennem ateşinden yorganlar atarlar üstlerine.

"...Biz zalimleri işte böyle cezalandırırız."

O suçlular da zalimler. Allah'ın ayetlerini yalanlayan, yalan uydurarak Allah'a mal eden iftiracı müşriklerdir zalimler. Bunların tümü de Kur'an'ın ifadesine göre aynı ânlamına gelen sıfatlardır.

42- "İman edip iyi ameller işleyenlere gelince biz hiç kimseye gücünün yeteceğinden fazla yük yüklemeyiz. Onlar orada ebedi olarak kalmak üzere cennetliktirler. "

43- "Kalplerindeki kin-kıskançlık kalıntılarını söküp atmışlardır. Ayaklarının altında ırmaklar akar. Onlar şöyle derler; Bizi bu derece erdiren Allah'a hamdolsun. Eğer Allah bize yol göstermeseydi, biz kendiliğimizden bu dereceye eremezdik. Belli ki, Rabbimizin peygamberleri bize gerçeği getirmişlerdi, onlara şöyle seslenilir; İşte size cennet, işlediğiniz iyi amellerin karşılığı olarak onu hakettiniz.

Bunlar inanan ve yapabildikleri kadar iyi işler yapan kimselerdir. Güçlerinin yetebileceğinden fazlasıyla sorumlu değildirler. İşte bunlar cennetlerine geri dönüyorlar. Bunlar Allah'ın izni ve lütfu ile cennet ehlidirler. Yüce Allah rahmeti sonucu, ayrıca inanıp iyi işler yapmaları nedeniyle cennete varis kılmıştır onları. Bu, Allah'ın peygamberlerine uyup şeytana karşı çıkmalarının, ulu ve merhamet sahibi Allah'ın emirlerine itaat edip aşağılık ve değişmez düşmanlarının vesvesesini dinlememelerinin karşılığıdır. Şayet yüce Allah'ın rahmeti olmasaydı -güçleri oranında- yaptıkları amelleri yeterli olmazdı. Nitekim Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- "Herhangi birinizin yaptığı iyi işler onun cennete girmesi için yeterli değildir" Sen de mi ya Rasulullah?" dediklerinde, yüce Allah rahmeti ve lütfu ile beni kuşatmadıkça ben de öyle"... buyurmuştur (Sahihi Müslim)

Bu konuda yüce Allah'ın duyurdukları ile peygamberimizin sözleri arasında bir çelişki, bir farklılık sözkonusu değildir Çünkü peygamberimiz kendiliğinden konuşmaz. Bu konu etrafında islâmi gruplar arasında meydana gelen tüm tartışmalar, bu din hakkındaki sağlıklı bir anlayıştan çok kişisel ihtiraslara, arzulara dayanmaktadır. Kuşkusuz yüce Allah, insanoğlunun eksik olduğunu, yetersiz olduğunu, birçok yönden zayıf olduğunu, yaptığı iyi amellerin değil cennete, dünyada kendisine verilen herhangi bir nimete bile karşılık olamayacağını biliyordu. Bu nedenle yüce Allah, onlara merhamet etmeyi üzerine aldı ve insanların az, eksik ve sınırlı çabalarını kabul edip, onlara cenneti vadetti. Bu, yüce Allah'ın onlara yönelik lütfunun ve rahmetinin eseridir. Evet, onu yaptıkları iyi işlerle hakettiler ama, Allah'ın onlara yönelik rahmeti sayesinde elde ettiler.

Sonra... Şu iftiracı, yalancı, suçlu, alim ve kâfir müşrikler cehennemde lânetleşip çekişirlerken, daha önce birbirlerinin dostu, yardımcısı iken burada birbirlerine kin ve nefret beslerken...

İnanıp inançları gereği işler yapanlar cennette sevgi, dostluk ve şefkat içinde kardeşçe yaşıyorlar. Aralarında esenlik ve dostluk duyguları egemendir.

"(...) Kalplerindeki kin-kıskançlık kalıntılarını söküp atmıştır."

Onlar insandırlar ve insan olarak yaşadılar. Dünya hayatında içlerinde bastırmalarına rağmen aralarında kin gütmeler, meydana gelmişti. Kimi zaman öfkelerini yendikleri, bazen de ona yenik düştükleri olmuştu. Bununla beraber gönüllerde her zaman izleri kalabilir.

Kurtubi "Ahkam-ul Kur'an" adlı tefsirinde Resulullah'ın -salât ve selâm üzerine olsun- şöyle buyurduğunu anlatır. "Kin, cennet kapılarının üzerinde develerin çöktüğü yerler gibi durur. Allah onu müminlerin gönüllerinden söküp atmıştır." Hz. Ali (r.a)'nın şöyle dediği rivayet edilir: Ben, Osman, Talha ve Zübeyr'in yüce Allah'ın haklarında "Kalplerinde kin-kıskançlık kalıntılarını söküp atarız" dediği kişilerden olmanızı ümid ederim.

Cehennemliklerin altlarından ve üstlerinden ateş alevlenirken, cennetliklerin en altlarından ırmaklar akar. Üzerlerine tatlı bir meltem esmektedir.

"...Ayaklarının altında ırmaklar akar."

Cehennem ehli birbirlerine hakaret etmekle, çekişmekle uğraştıkları sırada cennet ehli verdiği nimetlere karşı Allah'a hamd etmek, O'nun kendilerine yönelik rahmetini itiraf etmekle uğraşıyorlar.

"...Bizi bu dereceye erdiren Allah'a hamdolsun. Eğer Allah bize yol göstermeseydi, biz kendiliğimizden bu dereceye eremezdik. Belli ki, Rabbimizin peygamberleri bize gerçeği getirmişlerdi."

Cehennem ehline, "Sizden önce gelip geçen cin ve insan toplulukları yanında cehenneme giriniz" şeklinde aşağılayıcı ve kınayıcı bir tarzda seslenirlerken cennet ehline hoş bir karşılama ve güzel bir ağırlamayla seslenilmektedir:

" ..Onlara şöyle seslenilir, işte size cennet, işlediğiniz iyi amellerin karşılığı olarak onu hakettiniz."

Bu şekilde cehennem ehli ile cennet ehli arasında tam bir karşıtlık meydana getiriliyor.

Ardından sahnenin sunulmasına devam ediyor ve birdenbire kendimizi geçen sahnenin karşısında buluyoruz. Artık cennet ehli yurtlarından emindirler, cehennem ehli de sonucu gözleriyle görmüşlerdir. Bu arada öncekiler sonrakilere sesleniyor, Allah'ın geçmişteki vaadinden soruyorlar:

44- "Cennetlikler, cehennemliklere seslenerek, "Biz Rabbimizin bize vadettiklerini gerçekleşmiş bulduk, siz de Rabbinizin size yönelik vaadlerini gerçekleşmiş buldunuz mu? derler. Cehennemlikler "Evet derlen Bu sırada aralarından biri yüksek sesle şöyle bağırır, "Allah'ın lâneti zalimlerin üzerine olsun. "

45- "Onlar insanları Allah yolundan alıkoyarlar, onu eğri göstermeye yeltenirler ve ahirete de inanmazlar. "

Bu sırada acı olay göze çarpmaktadır. Çünkü müminler Allah'ın vaadinin gerçekleşeceğinden emin oldukları gibi, azabının da gerçekleşeceğinden kesinlikle emindirler. Ama yine de soruyorlar.

Gelen cevap tek bir kelimedir "... Evet..."

Burada cevap bitiyor ve karşılıklı konuşma da kesiliyor.

"...Bu sırada aralarından biri yüksek sesle şöyle bağırır:

`Allah'ın lâneti zalimlerin üzerine olsun."

"onlar insanları Allah yolundan alıkoyarlar, O'nu eğri göstermeye yeltenirler ve ahirete de inanmazlar."

Burada kastedilen "zalimler" kelimesinin anlamı da belirlenmiş oluyor. Bu kelime "kâfirler" kelimesiyle eş anlamlıdır. Bunlar insanları Allah'ın yolundan alıkoyan kimselerdir. Yolun eğri olmasını isterler, doğru olmasından hoşlanmazlar. Onlar aynı zamanda ahireti de inkâr ederler.

"Onu eğri göstermeye yeltenirler.." sıfatı insanları Allah'ın yolundan alıkoyanların gerçekte ne yapmak istediklerine işaret etmektedir. Onlar eğri yolu isterler, doğru yolu değil. Çünkü onlar eğrilikten hoşlanırlar, doğruluktan değil. Doğruluğun da tek bir şekli vardır: Allah'ın belirlediği yolda, O'nun hayat sistemine uyarak O'nun şeriatını uygulamak. Bunun dışındaki her şey eğridir, eğriliği istemektir. Bu istek, ahireti inkâr etmekle aynı düzeydedir. Çünkü insanları Allah'ın yolundan alıkoyan, O'nun hayat sisteminden ve şeriatından sapan biri ahirete inanmıyor demektir ve o Rabbine döneceğinden emin değildir. İşte Allah'ın hükmünden başka hükümlere uyan kişilerin tabiatlarının gerçek bir tasviri... Bu tasvir, ruhların gerçek mahiyetlerini belirginleştirmekte, onları derinden kaynaklanan, gerçekçi bir sıfatla nitelendirmektedir.

Sonra bakışlar sahnenin dışına yöneliyor. Orada cennetle cehennemi ayıran bir engel ilişiyor gözlerimize. Bu engelin üzerinde bazı insanlar duruyor ve bunlar cehennem ehli ile cennet ehlini yüzlerinden, belirtilerinden tanıyorlar. O halde, bakalım kimdir bunlar, cennet ve cehennem ehli ile ne işleri vardır?.

46- "İki taraf arasında bir set ve bu setin tepelerinde her iki grubu simalarından tanıyan kimseler vardır. Cennete girememiş, fakat gireceklerini uman bu kimseler cennetliklere "selâmun aleyküm" diye seslenirler. "

47- "Bunların bakışları, cehennemliklere doğru kaydırılınca da "Ey Rabbimiz, bizi zalimler ile biraraya getirme" derler.

48- "Bu tepelerdekiler, simalarından tanıdıkları bazı azılı kâfïrlere de şöyle seslenirler. "Ne kalabalığınız ve ne de şımarmanıza yolaçan güçleriniz size yarar sağlamadı. "

49- ' `Allah onları hiçbir rahmete erdirmez " diye haklarında .yemin ederek küçümsediğiniz kimseler bunlar mıydı? Bu arada Allah onlara ' `Giriniz cennete, sizin için hiçbir korku sözkonusu değil artık, hiç üzülmeyeceksiniz " der.

Araf'ta -cennetle cehennemi birbirinden ayıran engel- duran bu adamların, iyilikleriyle kötülükleri denk gelen bir grup insan olduğu rivayet edilir. Bu yüzden ne cennet ehli ile birlikte cennete, ne de cehennem ehli ile birlikte cehenneme gitmişlerdir. İkisinin arasında kalıp Allah'ın lütfunu beklemekte, O'nun merhametini ümit etmektedirler. Bunlar cennet ehlini yüzlerinden tanırlar. Belki de yüzlerinin beyazlığı, parlaklığı, ya da çehrelerinden yayılan aydınlık ve meymenetten tanırlar. Aynı şekilde cehennem ehlini de yüzlerinden tanırlar. -Belki de yüzlerindeki siyahlıktan, meymenetsizlikten ya da dünyadayken büyüklük taslayıp havalara kaldırdıkları burunlarının üzerine vurulmuş bir damgadan tanırlar.- Nitekim Kalem suresinde şöyle denmektedir. "Onun havada olan burnunu yakında yere sürteceğiz." (Kalem: 16)

İşte onlar cennet ehline bakıp selâm veriyorlar. Ve yüce Allah onlarla birlikte kendilerini de cennete sokmasını arzuluyorlar. Gözleri cehennem ehline ilişince -sanki istemeyerek o tarafa yönelmişler gibi- onlarla aynı sonucu paylaşmaktan Allah'a sığınıyorlar:

İki taraf arasında bir set ve bu setin tepelerinde her iki grubu simalarından tanıyan kimseler vardı. Cennete girememiş, fakat gireceklerini uman bu kimseler cennetliklere "selâmun aleyküm" diye seslenirler.

"Bunların bakışları cehennemliklere doğru kaydırılınca "Ey Rabbimiz, bizi zalimler ile biraraya getirme" derler."

Sonra yüzlerinden tanınan suçluların önde gelenlerini görürler. Onları azarlayıp, kınayarak şöyle derler: "Bu tepelerdekiler, simalarından tanıdıklara bazı azılı kâfirlere de şöyle seslenirler. Ne kalabalığınız ne de şımartmanıza yolaçan güçleriniz size yarar sağlamadı."

İşte siz ateştesiniz. Kalabalığınız size yaramadı. Büyüklük taslamanız hiçbir fayda sağlamadı.

Sonra onlara, müminler hakkında onların sapık olduklarına, Allah'ın onlara merhamet etmeyeceğine ilişkin dünyada söyledikleri kendi sözlerini hatırlatıyorlar.

"Allah onları hiçbir rahmete erdirmez" diye haklarında yemin ederek küçümsediğiniz kimseler bunlar mıydı?

Bakın, şimdi onlar nerdedirler ve onlara neler söylenmektedir?

"Giriniz cennete, sizin için hiçbir korku sözkonusu değil ve artık hiç üzülmeyeceksiniz."

50- "Cehennemlikler cennetliklere "Bize biraz su ya da Allah'ın size sunduğu yiyeceklerden biraz bir şeyler ikram ediniz? diye seslenirler. Cennetlikler ise "Allah her ikisini de kâfirlere haram kıldı" derler.

Yine bizler, diğer tarafa yöneldiğimizde hüzün acı ve hatırlatma dolu bir cevap istiyoruz:

"...Cennetlikler ise Allah her ikisini de kâfirlere haram kıldı" derler.

51- "Onlar dinlerini oyun ve eğlence yerine koydular, dünya hayatı kendilerini baştan çıkardı. Onlar nasıl bu günler ile karşılaşacaklarını unuttular ve ayetlerimizi ısrar/a yalanladılarsa, bugün de biz onları unutuyoruz.

Sonra birden, mülk ve egemenlik sahibi aziz ve ulu Allah konuşsun diye tüm insanların sesleri kesiliyor: "Onlar nasıl bu günler ile karşılaşacaklarını unuttular ve ayetlerimizi ısrarla yalanladılar ise, bu gün de biz onları unuturuz."

52- "Biz onlara, ilme dayalı ayrıntılı açıklamalarla donattığımız, müminlere doğru yol kılavuzu ve rahmet olan bir kitap (Kur'an) gönderdik. "

53- "Onlar ille de onun somut yorumunu mu bekliyor/ar? Somut yorumu ortaya çıktığı gün onu vaktiyle unutmuş olan/ar Rabbimizin peygamberleri gerçeği getirmişlerdi. Şimdi bize şefaat edecek aracı/arımız var mı ya da işlemiş olduğumuz kötülüklerden farklı işler yapmak üzere tekrar geri döndürülür müyüz " derler. Onlar kendilerini hüsrana düşürmüşler ve uydurdukları ilâhlar ortalıkta görünmez olmuştur.

Sahnenin safhaları bu şekilde geliş gidişlerle sürüyor. Bir keresinde ahiret anlatırken, bir keresinde dünyayı anlatıyor. Kendileri bugünde Rabbleriyle buluşacaklarını unuttukları gibi, unutulan ve ateşte azab görenleri anlatıyor bazen. Bunlar Allah'ın ayetlerini de inkâr etmişlerdi. Oysa bu ayetleri ayrıntılı biçimde açıklanmış, aydınlatılmış kitap sunmuştu onlara. Yüce Allah sonsuz bilgisine dayanarak bu kitabı ayrıntılı biçimde açıklamıştı. Ancak onlar kitabı bir yana bırakıp, kendi arzularına, asılsız kuruntulara ve zanlara uymuşlardı. Sahne bazen, daha onlar dünyadayken onlarla birliktedir. Bu kitabın içindeki uyarıların akıbetini bekliyorlar. Aynı zamanda onlar bekledikleri bu akıbetin gelmesinden sakındırılıyorlar. Bekledikleri son ise, şu sahnede bir realite olarak gördükleri durumdur.

Kuşkusuz bunlar gözler önüne serilen sahnenin safhalarında beliren olağanüstü olaylardır. Onları ancak şu eşsiz kitap belirginleştirebilir.

Bu büyük sahnenin sunulması da böylece sona erdi. Ardından başlangıçla uyum arzeden bir değerlendirme yer alıyor. Bu değerlendirmede kıyamet günü ve kıyamet sahneleri hatırlatılıyor. İnsanlar Allah'ın ayetlerini ve peygamberlerini yalanlamaktan sakındırılıyor. Kitabın içerdiği gerçekleri kabul edip uygulamak için yorumlanmasını beklememeleri isteniyor. İşte, kitabın yorumlandığı gün bu sahnede canlandırılmaktadır. O gün de tevbelerin kabul imkânı yoktur, bu zorlu günde insanı kurtaracak bir aracının varlığı da sözkonusu değildir. Yeniden iyi işler yapmanın imkânı da kalmamıştır.

Evet... Bu olağanüstü sahnenin eşsiz bir şekilde sunulması da böylece sona erdi. Daha önce gördüğümüz hesaplaşma sahnesinden ayrıldığımız gibi, bundan da ayrılıyoruz.

Oradan ayrılıp şu anda içinde yaşadığımız dünyaya dönüyoruz. Kuşkusuz gidiş gelişlerle geçen uzun, hem de çok uzun bir yolculuktur bu. Bu bir bütün olarak hayat yolculuğudur. Mahşer, hesaplaşma, ceza ve sonrasını içine alan bir yolculuk... Nitekim daha önce ilk defa yaratılırken, yeryüzüne inerken ve orada hayatlarını sürdürürlerken insanlarla birlikte olmuştuk.

Kur'an-ı Kerim insanların kalplerini bu şekilde çeşitli zamanlarda, değişik uzaklıklarda ve farklı mekanlarda dolaştırıyor. Onlara olmuş şeyleri, şu anda olanları ve gelecekte olacakları gösteriyor. Ama hepsini çeşitli kavimlerde gerçekleştiriyor. Belki hatırlarlar ve uyarıcıya kulak verirler diye.

-Bu Kur'an, kendisi ile insanları uyarasın ve müminlere öğüt veresin diye sana indirilen bir kitaptır. O halde bu görevi yaparken sakın ruhun sıkılmasın.

-Rabbiniz tarafından size indirilen mesaja uyunuz, O'nun dışında başka dostlar edinip peşlerinden gitmeyiniz. Ne kadar kıt düşüncelisiniz!

-Rabbiniz Allah'dır, o gökleri ve yeri altı günde yarattı, sonra Arş'a kuruldu. O gündüzü sürekli kovalayan geceyi gündüzün üzerine örter. Güneş, ay ve yıldızlar O'nun buyruğuna başeğmişlerdir. iyi bilin ki, yaratma ve yönlendirme O'nun tekelindedir. Alemlerin Rabbi olan Allah yücelerin yücesidir. (A'raf 54)

İnsanın yaratılışından, varacağı son yere değin her şeyi içeren bu gezintiden sonra ayetlerin akışı, insanların elinden tutarak onu, evrenin gizlediği ve açıkladığı sırlarında başka bir yolculuğa çıkarıyor. İnsanın yaratılış kıssasından sonra, göklerin ve yerin yaratılış kıssası anlatılıyor. Dikkatler ve düşünceler; bu evrenin gizemlerine ve sırlarına, doğal olaylara ve çevre koşullarına, dünya yörüngesinde dönerken gündüzün peşisıra gelen geceye, Allah'ın emrine boyun eğen güneşe, aya ve yıldızlara ve Allah'ın izniyle bulutları harekete geçirerek, kurak topraklara sürükleyen, onlara hayat veren, her türlü ürünü bitirmelerini sağlayan ve havada dönüp duran rüzgârlara yöneltilmektedir.

Ayetler, Allah'ın hükümranlığında gerçekleşen bu gezintiye, insanların yaratılış kıssasından, yaptığı yolculuğun başından sonuna değin tasvir edilmesinden, Allah'ın peygamberlerine uymaktansa, şeytana tabi olan ve büyüklenenlerden ve de insanların Allah'ın iznine de dinine de uymayan kendi kafalarından çıkardıkları cahili düşünceler ve geleneklerden söz edilmesinden sonra, birkez daha geri dönmektedir.

Kur'an, insanlığı bu evreni yaratan ve ona boyun eğdiren, kanunlarına göre hükmedilen ve belirlediği davranışlar yapılan, yaratma ve emretme tekelinde bulunan Allah'a çevirmek için, bu gezintiye bir kez daha dönmektedir.

Bütün evrenin yaratıcısına kulluk etmesine ilişkin bu çetin ve incelikli hatırlatmaların yanısıra, insanın evrende isyan ederek, bu kulluğa karşı büyüklük taslamasından söz edilmesi, onu evrende çirkin ve yalnız bir isyankâr yapıyor.

Bu sahneler ışığında ve bu hatırlatmalar karşısında, insanlara şöyle seslenilmektedir.

-Rabbinize yalvararak ve gizlice dua ediniz. Çünkü o haddi aşanları sevmez. -Yeryüzünde dirlik-düzen sağlandıktan sonra bozgunculuk çıkarmayınız. Allah'a korku ve umut içinde dua ediniz. Hiç kuşkusuz Allah'ın rahmeti iyi işler yapanlara yakındır.

İnsanın dini Allah'a has kılması ve O'nun karşısında kulluğunun kabulü, evrenin tümüyle O'nun otoritesine boyun eğmesinin ve kulluğunu kabulünün bir parçasıdır... İşte bu, Kur'an yönteminin insanlığın gönlüne yerleştirmeyi amaçladığı bir mesajdır. Bu evreni, gizli kanunları ve gizli kanunların açık tezahürlerine dikkatle bakıp, düşünmeye yönelen herhangi bir akıl veya gönülün bu manzaranın etkisinde kalarak, Allah'ın otoritesini reddetmesi ve evreni yaratan ve hükmeden, kaderini belirleyen ve otoritesi altına alan üstün kudretin bilincine vararak, gönlünün derinliklerinden sarsılmaması mümkün değildir. Allah'ın çağrısına uymaya ve tüm evrenin istisnasız boyun eğdiği otoritesini kabul etmeye yönelmesi, bu gönlün atacağı ilk adımdır.

Kur'an'ın yöntemi, bu kuralı; ilâhlık gerçeğini ortaya koymak, etrafını çevreleyen Allah'ın yaratıklarının tamamen Allah'a boyun eğdiklerinin bilincine varacak olan insanın tek ilâha kulluğunu, kalbinin bilinçlendirilmesini, tamamen kulluk gerçeğine bağlanmasını ve güven içerisinde teslim olmasının gerçek lezzetine varmasını sağlamak için, bu evrendeki ilk prensibi kabul etmiştir.

Kur'an yönteminin, tüm varlıkların Allah'a kulluk ettiklerini ve bu varlıkların onun emir ve hükümlerine dikkat, çabukluk ve tam bir itaatle teslim olup, emirlerine boyun eğdiklerini ortaya koymayı amaçlayan biricik akli delil bu değildir... Bu sadece işin' bir yanıdır. -Bu akli delil ile birlikte ve bu akli delilin ötesinde- başka bir delil daha vardır. O da, tüm varlıklarla beraber aynı duyguları paylaşmak ve kapsayıcı iman kervanı ile birlikte yürüyerek, güvenlik ve garantide olma duygusunu hissetmektir.

Bu, zorlama ve dayatmanın işe karışmadığı, sırf gönül rızasıyla kulluk etmenin tadıdır. Onu ancak, -emir ve yükümlülüklerden önce- tüm varlıklarla dostluk, birliktelik ve güvenlik duyguları harekete geçirecektir. Ne emirden kaçınmayı düşünür, ne de zorlamaya gerek duyar. Çünkü o, bu kutlu ve güzel teslimiyet ile, doğuştan gelen temel bir gereksinimi karşılamaktadır. Başkasına boyun eğmeye ve O'ndan gayrısına kulluğa karşı kişinin başını dik tutan Allah'a teslimiyet... Alemlerin Rabbine yüce ve şerefli bir teslimiyet...

İşte bu teslimiyet, imanın asıl anlamını somutlaştırır ve kişiye imanın tadını tattırır... Bu kulluk, islâmın asıl anlamını gerçekleştirir ve kişiye bir kimlik ve ruh kazandırır... İşte bu, emir ve yükümlülüklerden, ibadet ve muamelelerden daha önce ortaya konup, benimsenmesi gereken bir kuraldır... İşte, hikmetli Kur'an sisteminde, inşasına, ortaya konmasına, kökleştirilmesine ve sağlamlaştırılmasına en çok çabanın sarfedilmesi gereken konu budur.

Hiç yorum yok: