BESMELE

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيمِ

15 Temmuz 2009 Çarşamba

KIYAMETİN KOPMASI

56-Vakıa Suresi


1- Kıyamet koptuğu zaman,

2- Onu hiç kimse yalanlayamayacaktır.

3- O kimini alçaltır, kimini de yükseltir.

4- Yeryüzü şiddetle sarsıldığı zaman.

5- Dağlar paramparça olup,

6- Toz halinde boşluğa dağıldığı zaman.

7- Sizler üç gruba ayrıldığınız zaman.

Dehşet saçan bir olayı sunan bu girişte korku salma amacı son derece belirgindir. Okuduğumuz ayetlerde bu amacı gözeten ve anlamla uyum kuran özel bir üslup kullanılıyor. Her şeyden önce iki yerde "ne zamanki" anlamına gelen "iza" şart edatı kullanılıyor. Bu edatın arkasından şart cümlesi geldiği halde cevap cümlesine yer verilmiyor. Ayetleri bir daha okuyalım da görelim:

"Kıyamet koptuğu zaman,

Onu hiç kimse yalanlayamayacaktır.

O kimini alçaltır, kimini yükseltir."

Görüldüğü gibi "Hiç kimse tarafından yalanlanamayacak olan, kiminin derecesini düşürürken kiminin değerini yükseltecek olan o olay gerçekleştiği, yani kıyamet fiilen koptuğu zaman" ne olacağı belirtilmiyor. Bunun yerine yeni bir söze geçiliyor. Şöyle ki:

"Yeryüzü şiddetle sarsıldığı zaman. Dağlar paramparça olup,Toz halinde boşluğa dağıldığı zaman: '

Bu büyük dehşet anının gerçekleşmesinden sonra ne olacağı burada da belirtilmiyor. Sanki bu dehşet tablosu, sonucu açıklamasız bırakılan bir giriş, bir ön-alârm niteliğindedir. Açıklamasız geçiştirilmektedir. Çünkü bu ön-alârmın sonu korkunçtur. bu özel üslup, korkunçluğu ve dehşet saçıcı özelliği girişteki bu ayetler tarafından belgelenen surenin genel havasına uygun düşer. Mesela "vakıa" sözcüğü hem anlamı ve hem de hecelerinin titreşimleri ile insanın kafasında şu çağrışımı uyandırıyor: Yukardan düşen kocaman bir kütle kendisine bir yer bulup dengeye kavuşmuştur. Artık ne sarsılacak, ne. de yerinden kayacaktır. Yani "Onu hiç kimse yalanlayamayacaktır."

Ayrıca insan zihninin bu büyük kütlenin düşüşüne, bu sürpriz olayın meydana gelişine ilişkin bir beklentisi var. İnsan zihni bu düşüşün arkasından birtakım sarsıntıların, birtakım alt-üst oluşların meydana geleceğini bekliyor. Ayetlerin akışı da bu beklentiye cevap veriyor. Çünkü bu olay Kimini alçaltır, kimini de yükseltir." Yani bu sarsıntı o güne kadar dünyada yüksek tutulan bazı değerleri alçaltırken, düşük sayıla gelmiş olan bazı değerleri de yükseltir. O gün ölçüler ve değerler önce sarsılır, sonra yüce Allah'ın terazisinde yeni dengelere kavuşur.

Sonra bu dehşet yeryüzünün, insanların alışageldikleri algılarına göre dengeli ve sarsıntısız olan yeryüzüne sıçrıyor. Bir de bakıyoruz ki, bu yeryüzü şiddetle sarsılıyor. Bu gerçek kıyametin kopması imajı ile uyumlu bir ifade dile getiriliyor. Sonra bu müthiş olayın etkisi ile onca sert bir yapıya sahip olan koca dağlar boşlukta toz bulutu gibi uçuşan parçalara dönüşüyor: "Dağlar paramparça olup toz halinde boşluğa dağıldığı zaman: '

Yeryüzünü şiddetle sarsan ve dağları paramparça edip toz bulutu halinde boşluğa salan bu dehşet, ne kadar korkunçtur. Daha önce ahireti yalanlamış ve yüce Allah'a ortak koşmuşlarken şimdi yeryüzünü ve dağları bu hale dönüştürmüş bu müthiş olayla karşılaşan inkarcılar ne kadar cahildirler!

Sure işte böylesine kâfirler tarafından inkar edilmiş ve Allah'a ortak koşanlara yalanlanmış, insanı tepeden tırnağa titreten, duygu dünyasını korku fırtınasına tutturan müthiş bir olayla başlıyor. Kıyametin kopmasını tasvir eden bu sahne burada noktalanıyor. Amaç bu müthiş sarsıntı sonunda meydana gelen alçalmaları ve yükselmeleri, insanların değerlerine ve akibetlerine ilişkin değişiklikleri gözlerimiz önüne sermektir.

8- Defterleri sağdan verilenler. Ne mutlu onlara!

9- Defterleri soldan verilenler. vay gele başlarına!

10- Ve öncüler, hep önden gidenler.

Burada üç sınıf insanla karşılaşıyoruz. -Oysa Kur'an'ın bu tür teşhir amaçlı sahnelerinde genellikle insanlar iki sınıfa ayrılırlardı- Önce defteri sağdan verilenler gündeme getiriliyor. Fakat bu sınıf hakkında ayrıntılı açıklama yapılmıyor. Sadece şu saygı ve önem yüklü bir tanıtma cümlesi ile yetiniliyor: "Defterleri sağdan verilenler. Ne mutlu onlara!"

Arkasından aynı üslubun karşıt içeriklisi ile defterleri` soldan verilenlerden sözediliyor. Sonra da gözler bu grupların üçüncüsü olan "öncüler"e çevriliyor. Bu mutlu grup tanıtılırken kandı öz sıfatı ile nitelenmekle yetiniliyor; "Ve öncüler; hep önden gidenler" buyuruluyor. Sanki denmek isteniyor ki; Onlar, onlardır işte; bu kadarı yeter." Yani bu grubun konumu o kadar yücedir ki, hiçbir övgü ona birşey ekleyemez.

Bu yüzden hemen bu gruptakilerin Allah katındaki değerlerinin anlatılmasına geçiliyor, yüce Allah'ın onlar için hazırladığı nimetlerin ayrıntılı açıklamasına girişiliyor. Sayılan nimetler okuyucuların kavrayabilecekleri, bilgi ve deneyim dağarcıklarında benzerlerini bulabilecekleri nimetlerdir. Okuyalım:

CENNET VE ÖNCÜLER

11- Onlar Allah'a yakındırlar.

12- Bol nimetli cennetlerdedirler.

13- Çoğu öncü ümmetlerden,

14- Birazı da sonrakilerdendir.

15- Altın işlemeli tahtlarda otururlar.

16- Karşılıklı olarak bu tahtlara kurulurlar.

17- Hiç ölmeyecek genç hizmetçiler aralarında dolaşır,

18- Gürül gürül akan bir çeşmeden doldurulmuş testiler, ibrikler ve kadehlerle.

19- Bu içki ne başlarını ağrıtır, ne de sarhoş eder.

20- Hoşlarına giden meyvalarla,

21- İştahla yiyecekleri kuş etleri ile,

22- Onlara iri gözlü huriler sunulur,

23- Tıpkı sedefteki inciler gibi.

24- Yaptıkları iyiliklerin karşılığı olarak,

25- Orada ne boş ve ne günah içerikli bir söz işitirler.

26- İşittikleri tek söz "selâm, selâm "dır.

Görülüyor ki, bu mutlu gruba bağışlanan nimetler sayılırken en başta bu nimetlerin en büyüğü, en değerlisi olan "Allah'a yakın olma" nimeti anılıyor; "Onlar Allah'a yakındırlar ve bol nimetli cennetlerdedirler" buyuruluyor. Aslında bol nimetli cennetlerin tümü terazinin bir kefesine konsa yüce Allah'a yakın olma nimetine denk gelemez, bu en yüce armağanla asla boy ölçüşemez.

Bundan dolayı bu noktada durularak bu yüksek derecenin sahiplerinin kimler olduğu açıklanıyor:

"Çoğu önceki ümmetlerden, Birazı da sonrakilerdendir."

Demek ki, bu kimseler sayıca azdır; seçilmiş, ayıklanmış bir grupturlar. Çoğu "öncekiler"den ve birazı, "sonrakiler"dendir.

Tefsir bilginleri "öncekiler"in ve "sonrakiler"in kimler olduğuna ilişkin farklı görüşleri ileri sürmüşlerdir. Bu görüşlerin birincisine göre "öncekiler" islâmdan önceki ümmet arasında iman etmiş, bu alanda yüksek dereceye ermiş seçkinlerdir. "Sonrakiler" de inançları uğrunda ağır çilelere katlanmış ilk müslümanlardır. İkinci görüşe göre "öncekiler" de, "sonrakiler" de bizim Peygamberimizin ümmetindendir. "Öncekiler" ilk müslümanlardan, "sonrakiler" ise daha sonraki müslüman kuşaklardandırlar.

Ünlü tefsir bilgini İbn-i Kesir bu ikinci görüşü benimser ve bu tercihini Hasan ile İbn-i Sirin'e dayandırarak şöyle der: İbn-i Ebu Hatem'in Hasan b. Muhammed b. Sabbah ve Affan kanalı ile bildirdiğine göre Abdullah b. Ebu Bekr muzeni şöyle diyor: "Birgün Hasan `Ve öncüler; hep önden gidenler' ayetini okuduktan sonra `Öncüler geçti. Allah'ım bizleri defterleri sağdan verilenlerden eyle' demişti."

İbn-i Kesir sözlerine şöyle devam ediyor: Babamın Ebu Velid kanalı ile bana verdiği bilgiye göre Sırrı b. Yahya şöyle diyor: "Birgün Hasan `Ve öncüler; hep önden gidenler. Onlar Allah'a yakındırlar. Çoğu öncekilerdendir' ayetlerini okudu. Arkasından `Çoğu bu ümmetin ilk kuşaklarındandır' dedi. Yine babamın Abdulaziz b. Muğire b. Mınkarî'ye dayanarak bana verdiği bilgiye göre Ebu Hilâl şöyle diyor: "Muhammed b. Sırın `Çoğu öncekilerdendir. Birazı da sonrakilerdendir' ayetini açıklarken `Sahabiler, öncekilerin de sonrakilerin de bu ümmetten olduklarını söylerlerdi ya da öyle olmasını temenni ederlerdi' demiştir."

Bu seçkinlerin kimler oldukları açıklandıktan sonra cennette kendileri için hazırlanan nimetlerin ayrıntılı tanıtımına geçiliyor. Doğallıkla bu nimetlerin kavrayabilecekleri, zihinlerinde canlandırabilecekleri nimetler olmasına özen gösteriliyor. Bunların dışında oraya varınca tanıyacakları başka nimetler de vardır. Fakat hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir hayal gücünün canlandıramayacağı bu süpriz nimetleri o gün kavrayabileceklerdir; kendilerine bu yetenek verilecektir. Şimdi o nimetleri tanıyalım:

"Altın işlemeli tahtlarda otururlar."

Bu tahtların yüzleri değerli madenle süslenmiştir. O öncüler;

"Karşılıklı olarak bu tahtlara kurulurlar."

.Rahat ve huzur içindedirler. Kafalarında hiçbir dert, hiçbir endişenin ağırlığı yok. İçinde yüzdükleri nimetlerden yana hiçbir kuşku taşımıyorlar. `Bitecek, tükenecek" diye korku yok içlerinde. Karşı karşıya oturmuş sohbet ediyorlar. Bu arada;

"Hiç ölmeyecek hizmetçiler aralarında dolaşır."

Bu gençler için zaman işlemez. Dünyadaki benzerleri gibi gençlikleri ve tazelikleri zamanın etkisi ile aşınmaz. İşte bu genç hizmetçiler aralarında dolaşırlar. Nasıl mı?:

"Gürül gürül akan çeşmeden doldurulmuş testiler, ibrikler ve kadehlerle." Testiler, ibrikler ve kadehler saf ve iştah açıcı içki ile doludur. Üstelik: "Bu içki ne başlarını ağrıtır ne de sarhoş eder: '

Ne o içkiden ayrı düşerler ne de önlerindeki kaplar boşalır. Oradaki herşey sürekli ve güvenlidir. Ayrıca;

"Hoşlarına giden meyvalar ile, iştahla yiyecekleri kuş etleri ile...

Orada yasak olan hiçbir şey yok. Oranın mutlu ve sürekli konuklarının canlarının çekmediği hiçbir şey de yok. Bunların yanısıra;

"Onlara iri gözlü huriler sunulur. Tıpkı sedefteki inciler gibi: ' "Sedefteki inci" yani "sıkı korunmuş inci". Yani el değmemiş, göz değmemiş ona. Hiçbir el kabuğunu, sedefini kırmamış; hiçbir göz tarafından tırmalanmamış . Bu ifade sözkonusu ceylan gözlü huriler konusunda gönül okşayıcı ve somut olucu anlamlar taşır dolaylı olarak. Bütün bunlar, "Yaptıkları iyiliklerin karşılığı olarak."

Evet bütün bu nimetler onların çalışma yurdu olan dünyadaki iyi davranışlarının ödülüdür. Geçici dünyanın tüm nimetlerinin, yanında eksik kalacakları bir mükemmellikle gerçekleşiyorlar. Bütün bunların ötesinde onlar huzur ve sükun içinde selâmlaşıyorlar. Kibar ve nezih sözleri ile birbirlerine sesleniyorlar. Orada ne boşboğazlığa ne tartışmaya ve ne de kem sözle karşılaşılır:

"Orada ne boş ve ne günah içerikli söz işitilir. İşittikleri tek söz `selâm, selâm'dır: '

Onların tüm hayatı selâmdır, esenliktir. Üzerinde esenlik, kanat çırpar, havasında buram buram esenlik (selâm) tüter. Bu bol nimetli ve güvenli ortamda melekler onlara selâm verir, birbirleri ile selâmlaşırlar ve kendilerine rahmeti bol olan Allah'ın selâmı iletilir. Kısacası içinde yaşadıkları atmosfer baştan başa selâm ve esenlik atmosferidir.....

Devamı var.

Hiç yorum yok: