BESMELE

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيمِ

15 Temmuz 2009 Çarşamba

MÜŞRİKLERİN HZ. PEYGAMBERDEN İSTEKLERİ

Kalem Suresi

MÜŞRİKLERİN HZ. PEYGAMBERDEN İSTEKLERİ

"Öyleyse yalanlayanlara itaat etme. Onlar istediler ki, sen yumuşak davranasın da onlar da sana yumuşak davransınlar. Şunların hiçbirine itaat etme: Yemin edip duran aşağılık; Herkesi kınayan, söz götürüp getiren; Hayra engel olan, saldırgan, günahkar; Kaba, sonra da soysuz, alçak; Mal ve oğullar sahibi olmuş diye (yolunu şaşırmış) Kendisine ayetlerimiz okunduğu zaman: `Eskilerin masalları' dedi. Biz yakında onun burnuna damga vuracağız: '

Bu ayetlerde nitelikleri anlatılan adamın Velid B. Muğire olduğu, yine Müddessir suresindeki şu ayetlerin de O'nun hakkında indiği söylenmektedir:

"Ey Muhammed, tek olarak yaratıp, kendisine bol bol mal, çevresinde bulunan oğullar verdiğim ve nimetleri yaydıkça yaydığım o kimseyi bana bırak, cezasını ben vereyim. Bir de verdiğim nimetten arttırmamı umar, hayır, çünkü o, bizim ayetlerimize karşı son derece inatçıdır. Onu sarp bir yokuşa sardıracağım. Çünkü o düşündü, ölçüp biçti; canı çıkası ne biçim ölçtü biçti. Cam çıkası yine ne biçim ölçüp biçti. Sonra baktı; sonra kaşlarını çattı, suratını astı. Sonra da sırt çevirip büyüklük tasladı. `Bu sadece öğretile gelen bir sihirdir. Bu Kur'an yalnızca bir insan sözüdür' dedi. İşte bu adamı yakıcı bir ateşe yaslayacağım:"(Müddesir suresi 11-26)

Velid B. Muğire'nin, Peygamber Efendimize çeşitli komplolar kurması İslam davetinin karşısına dikilmesi, insanları Allah'ın yolundan alıkoyması ile ilgili birçok rivayet vardır. Ayrıca bu suredeki ayetlerin de Ahnes B. Şureyk hakkında indiği de rivayet edilmiştir. Bilindiği gibi bu iki adam Peygamber Efendimizin baş düşmanıydılar. Sürekli ona karşı savaş kışkırtıcılığı yapıyor, insanları O'nun aleyhinde birleşmeye çağırıyorlardı.

Bu suredeki sert saldırı ve öteki (Müddessir) suredeki korkunç tehditler, ayrıca başka surelerde yer alan uyarılar, ister Velid olsun ister Ahnes olsun -birincisi olma ihtimali yüksektir- burada işaret edilen adamın Peygamber efendimizin ve davet hareketinin aleyhine başlatılan savaşta ne kadar önemli bir rol üstlendiğinin kanıtıdır. Aynı şekilde bu saldırı ve tehditler söz konusu kişinin kötü hareketini, bozuk kişiliğini, iyilikten uzak ahlaksız bir tip olduğunu ortaya koyuyor.

Burada Kur'an-ı Kerim söz konusu kişinin hepsi de iğrenç olmak üzere dokuz niteliğini sıralıyor:

"Bu adam aşırı yemincidir..."Çok yemin etmektedir. İnsanların kendisini yalanlayacaklarının, kendisine güvenmeyeceklerinin farkında olan yalancı insanlardan başkası sık sık yemine başvurmaz. Böylece bir insan yalanını gizlemek, insanların güvenini kazanmak için yemin eder.

Aşağılıktır, onursuzdur; Kendisine saygısı yoktur. Bu yüzden insanlar sözlerine saygı göstermezler. Onun aşağılık oluşunun delili de yemine ihtiyaç duymasıdır, hem kendisinin hem de insanların kendisine güvenmemesidir. Mal, evlat ve mevki-makam sahibi olması bu durumu değiştirmez. Çünkü aşağılık kompleksi psikolojik bir niteliktir. Bir kişi azgın, zorba ve kudretli bir kişi dahi olsa bu niteliğe sahip olabilir. Şeref ve haysiyet de (izzetinefis) psikolojik bir sıfattır. Saygın bir ruh dünya hayatın tüm değerlerinden yoksun olsa bile bu nitelikten soyutlanmaz.

Sürekli başkasını çekiştirir: Sözle ve işaretle başkasını gerek yüzüne karşı gerekse arkasından çekiştirir, ayıplar. İslam dini başkasını çekiştirme ve ayıplama huyuna şiddetle karşı çıkar, yerer. Çünkü bu huy insanlığa yakışmaz, ruhsal edebe aykırıdır. insanlar arası ilişkilerde, büyük küçük herkesin onurunu korumada uyulması zorunlu olan edep tavrına ters düşer. Kur'an-ı Kerimin birçok yerinde bu iğrenç huy kınanmıştır. Nitekim yüce Allah bir yerde şöyle buyurmaktadır: "Diliyle çekiştiren, kaş ve gözüyle işaretler yapıp alay eden her fesat kişinin vay haline."(Hümeze suresi 1) Yine başka bir yerde de şöyle buyurmaktadır: "Ey inananlar, bir topluluk diğer bir toplulukla alay etmesin. Belki alay ettikleri kimseler kendilerinden iyidirler. Kadınlar da diğer kadınlarla alay etmesinler. Belki onlar, kendilerinden iyidirler. Birbirinizde kusur aramayın, birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın."(Hucurat suresi 11) Bunların her biri iğrenç bir karakter olan alaycılığın, başkasını arkasından çekiştirmenin değişik şekillerinden biridir.

İnsanlar arasında söz götürüp getirir: İnsanlar arasında kalplerini bozacak, ilişkilerini koparacak, sevgilerini giderecek sözler götürüp getirir. Bu sıfat iğrenç olduğu kadar, aşağılıktır da. Kendine saygı duyan ve başka insanlar nezdinde saygı görmek isteyen bir insan böyle bir huyla nitelenmek istemez. Çünkü, koğucu, laf götürüp getiren, birbirini seven insanların arasını bozmaya çalışan kişilerin sözlerine kulak verenler bile aslında bu tür insanlara saygı göstermezler, onları sevmezler.

Peygamber Efendimiz herhangi bir arkadaşına yönelik iyi duygularını değiştirecek nitelikte sözlerin kendisine aktarılmasını yasaklamıştı. Şöyle diyordu Peygamber efendimiz: "Hiç kimse arkadaşlarından biri hakkında bana herhangi bir şey ulaştırmasın. Çünkü ben karşınıza iyi duygularla dolu rahat bir kalp ile çıkmak isterim:'"(Ebu Davut ve Tirmizi İbn-i Mesut`tan rivayet edilmiştir)

Buhari ve Müslim'de yer alan Mücahid'in Tavus'tan, onun da İbni Abbas'tan aktardığı bir hadiste şöyle buyurulur: "Bir gün Peygamber Efendimiz, iki kabrin yanından geçerken şöyle buyurdu: Şu iki kabirde yatanlar azap görmektedirler. Ama bu azapları büyük günahlardan dolayı değildir. Birisi küçük abdest ini yaparken sidikten korunmazdı, ötekisi de insanlar arasında söz götürüp getirirdi."

İmam Ahmed Hz. Huzeyfe'den şöyle rivayet eder: Peygamber Efendimizin şöyle dediğini duydum: "İnsanlar arasında söz götürüp getiren cennete giremez:' (İbn-i Mace'nin dışında bir grup sahabe tarafından rivayet edilmiştir.)

Yine İmam Ahmed -kendi ravi zinciri ile- Yezid B. Seken'den şöyle rivayet eder: Bir gün Peygamber Efendimiz: "En iyinizin kim olduğunu söyleyeyim mi?" buyurdu. Oradakiler: "Evet, ya Resulallah" dedi. Sonra şöyle buyurdu: "En kötünüzün kim olduğunu haber vereyim mi? Söz götürüp getirerek birbirini sevenlerin arasını bozan, suçsuz insanlara haksızlık edenlerdir."

İslam dininin bu iğrenç, bu aşağılık huyu bu denli sıkı tutarak yasaklaması kaçınılmazdı. Çünkü bu aşağılık davranış kalbi bozduğu gibi arkadaşlıkları da bozar. Toplumsal ilişkileri bozmadan önce bizzat söz götürüp getiren kişiyi alçaltır. Toplumun düzenini, güvenliğini kemirmeden önce O'nun kalbini kemirir, ahlâkını bozar. Bu çirkin davranış yüzünden insanların birbirlerine güvenleri kalmaz. Çoğu zaman suçsuz insanları günaha bulaştırır.

İyiliğin amansız düşmanıdır, her zaman iyiliğin karşısına dikilir: Hem kendisinin hem de başkasının iyiliğine engel olur. Bir kere, her türlü iyiliğin toplamı sayılan imanı engeller. Bu adamın çocuklarına ve akrabalarına, Peygamberimize eğilim gösterdiklerini sezdiği her seferinde "Sizden biriniz Muhammed'in dinine uyacak olursa, benden hiçbir fayda görmez olur" dediği bilinmektedir. Bu tehditle onların Müslüman olmalarına engel olurdu. Bu yüzden Kur'an-ı Kerim onu sözleri ve davranışları ile "iyiliğin karşısına dikilen" biri olarak tescil etmiştir.

Saldırgandır: Hak, adalet nedir gözetmez, çiğner geçer. Ayrıca o, Peygamber Efendimize, Müslümanlara, ailesine ve doğru yolu bulmalarına engel olduğu, dini benimsemelerini önlediği aşiretine de saldırır, haksızlık eder. Saldırganlık, aşırılık, Kur'an-ı Kerim de ve Peygamber efendimizin sözlerinde üzerinde önemle durulan çirkin huylardan biridir. İslam saldırganlığın, aşırılığın her çeşidini yasaklamıştır. Hatta yeme-içmede bile buna dikkat edilmesini öğütlemiştir.

"Size sunduğumuz temiz rızklardan yiyiniz. Yiyeceklere ilişkin sınırlarımızı çiğnemeyiniz." (Taha suresi 81) Çünkü adalet ve dengelilik İslam'ın temel karakteridir.

Sürekli günah işler: "Günahkar" sıfatını kalıcı bir sıfat olacak kadar günah işler. Burada işlediği günahın türü belirtilmiyor. Çünkü bu ifade ile güdülen amaç sıfatın kalıcılığını vurgulamak, ruhun değişmez bir karakteri olduğunu belirtmektir.

Bu adam bütün bunların yanı sıra "kaba"dır. Bu söz, vurgusu ile, oluşturduğu hava birçok sıfatı, karakteristik özelliği anlatıyor. Bunun yerine birçok söz ve sıfat kullanılsa bile aynı anlam verilemezdi. Bu kelimenin, aşırı derecede kaba, çok yiyip içen obur, aç gözlü anlamına geldiği söylenmektedir. Bu adam kaba karakterli, iğrenç huylu ve insanlar arası ilişkilerde çirkin tutumludur.

Ebu Derda'nın -Allah ondan razı olsun- şöyle dediği rivayet edilir: "Kaba", büyük karınlı, kötü ahlâklı,ç ok yiyip içen obur, çok mal toplayan, ama başkalarına vermeyen kimse demektir:' Ne var ki "Kaba" kelimesi bütün bunları kapsayan, bununla beraber bu karaktere sahip kişinin iğrençliğini her yönüyle tasvir eden geniş bir kavram olarak zihinlerde yer ediyor.

Ayrıca bu adam, soysuzdur, alçaktır: İşte İslam düşmanlarından birinin kişiliğinde toplanan çirkin, iğrenç sıfatların sonuncusu budur. Zaten, bu tür iğrenç karakterlere sahip insanlardan başkası İslama düşman olmaz, düşmanlığında ısrar etmez. "Zenim" kelimesinin anlamlarından biri, "aralarında soy birliği olmadığı halde bir kavme bağlanan veya a kavmin içinde soyu belirsiz olan kimse"dir. Bu kelimenin anlamlarından biri de "insanlar arasında iğrençliği ile, pisliği ile, aşırı derecede kötülüğü ile ün salmış kimsedir. Bu kelimenin ifade ettiği ikinci anlam Velid B. Muğire'nin durumuna daha uygundur. Bununla beraber kelimenin söylenişi, kavmi arasında kibirlenip böbürlenen bu adamı aşağılık sıfatı ile damgalamaktadır.

Sonra surenin akışı bu kişisel sıfatlar üzerine, O'nun Allah'ın ayetleri karşısındaki tutumunu belirterek bir değerlendirme yapıyor. Bunun yanı sıra yüce Allah'ın mal ve evlad bahşettiği bu adamın böyle bir tutum sergilemesi ayıplanıyor:

"Mal ve oğullar sahibi olmuş diye, kendisine ayetlerimiz okunduğu zaman `eskilerin masalları' dedi."

Bir insanın yüce Allah'ın kendisine bahşettiği mal ve evlad nimetlerine karşılık, Allah'ın ayetlerini ve peygamberini alaya alması ne çirkin bir davranıştır. Bu bile tek başına biraz önce anlatılan çirkin sıfatlara denk bir tutumdur.

Bu yüzden karşı konulmaz, caydırıcı güce sahip ulu Allah'tan bir tehdit geliyor. Burada yüce Allah onun ruhundaki büyüklük kompleksinin, mal ve evlatla övünmenin kaynaklandığı noktaya temas ediyor. Nitekim bundan önce de onun toplum içindeki yeri ve soyu ile övünmesine kaynaklık eden sıfatına değinmişti. Ve bu adam yüce Allah'ın şu kesin vaadini dinliyor:

"Biz yakında O'nun burnuna damga vuracağız."

Ayetin orijinalinde geçen "Hortum" kelimesinin anlamlarından biri kara domuzunun burnunun bir tarafıdır. Herhalde bununla Velid'in burnu kastedilmiştir. Arap dilinde burun büyüklüğü onurluluğu sembolize eder. Bu yüzden büyüklenen için "burnu havada", gururu kırılan, alçalan için de "burnu yerde" denir. Birisi gururlanarak kızdığı zaman "burnu şişti burnu kızardı" derler. Arapların izzetinefsi (onur ve saygınlığı) "Enfetu" -Burun- olarak tanımlamaları da bu yüzdendir. Onun burnunun damgalanması ile tehdit edilmesi iki tür aşağılanmayı, horlanmayı ifade eder. Birincisi, bir köle gibi damgalanması. ikincisi burnunun domuz burnu olarak nitelendirilmesi.

Hiç kuşkusuz bu ayetler Velid B. Muğire'nin üzerinde büyük etki bırakmışlardır. Çünkü Velid saygın insanların -asılsız da olsa- bir şairin hicvinden her zaman sakındığı bir millete mensuptu. Ya gerçekten göklerin ve yerin yaratıcısı tarafından damgalanmayı, hem de boşuna söylenmeyen böyle bir ifadeyle karşı karşıya kalmayı nasıl karşılamıştır. Bu sözler varlık aleminin her tarafında yankılanmış, sonra da varlığın özüne yerleşerek tescil edilmiştir. Hem de sonsuza dek...

İşte İslam'ın düşmanı, yüce ahlâka sahip saygın peygamberin düşmanı olan bu adam böylesine kesin bir hakareti hakketmekteydi.

Mal ve evlada, Allah'ın ayetlerini yalanlayanların şımarmasına neden olan dünya nimetlerine işaret edilmesi münasebetiyle yüce Allah burada örnek olarak onlara bir kıssa sunuyor. Öyle anlaşılıyor ki bu kıssa onlar tarafından biliniyordu, aralarında yaygın olarak anlatılıyordu. Yüce Allah bu kıssa aracılığı ile onlara nimetle şımarmanın, iyiliğe engel olmanın, başkalarının haklarına tecavüz etmenin akıbetini hatırlatıyor. Bu arada kendilerine bahşedilen mal ve evlad nimetlerinin aslında onlar açısından bir sınav aracı olduğunu vurguluyor. Tıpkı bu kıssanın kahramanlarının sınanması gibi. Ayrıca bu sınavın devamı da var. Onlar bununla da bırakılacak değildirler:

17- Biz, vakti ile "bahçe sahiplerini" sınadığımız gibi, onları da sınadık. Hani onlar (bahçe sahipleri) sabah olurken kimse görmeden onun mahsullerini toplayacaklarına yemin etmişlerdi.

18- Onlar istisna da etmiyorlardı.

19- Ancak onlar uyurken Rabbin katından gönderilen bir salgın o bahçeyi sarıvermişti de.

20- Bahçe simsiyah olmuştu.

21- Sabahleyin birbirlerine seslendiler.

22- "Haydi ürünleri toplayacaksanız erkenden ekininize gidin" diye.

23- Derken yürüdüler ve şöyle fısıldaşıyorlardı:

24- "Sakın bugün hiçbir yoksul bahçeye girip yanımıza sokulmasın."

25- Ürünleri toplayacaklarından emin olarak erkenden gittiler.

26- Fakat bahçeyi görünce "Herhalde biz yolu şaşırdık " dediler.

27- "Hayır doğrusu biz mahrum bırakıldık."

28- Ortancaları, "Ben size demedim mi? Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih etmeniz gerekmez miydi?" dedi.

29- "Rabbimizi tesbih ederiz, doğrusu biz kendi kendimize zulüm etmişiz " dediler.

30- Ardından, kabahati birbirlerine yüklemeye başladılar.

31- Nihayet şöyle dediler: "Yazıklar olsun bize! Gerçekten biz azgın kimselermişiz."

32- "Belki Rabbimiz bize bundan daha iyisini verir; doğrusu artık, Rabbimizden dilemekteyiz."

33- İşte azab böyledir. Ahiret azabı ise elbette daha büyüktür. Keşke bilselerdi.

Bu kıssa, dilden dile dolaşan, herkesçe bilinen bir kıssa olsa gerek. Fakat surenin akışı kıssada geçen olayların perde arkasındaki Allah'ın faaliyetini ve gücünü ön plana çıkarıyor. Onun bazı kullarını sınayıp bu sınavın sonucuna göre karşılık vermesini gündeme getiriyor. İşte bu kıssa ile ilgili olarak bundan önce bilinmeyen, ancak şimdi gözler önüne serilen yeni unsur budur.

Kıssanın kahramanlarının ifadelerinden, sergilenen davranışlardan bir grup basit düşünen ilkel insanlarla karşı karşıya olduğumuzu anlıyoruz. Bunlar düşünme biçimleriyle, üzerinde kafa yordukları meseleleri ile, tutum ve davranışları ile basit, ilkel köylü insanlara benziyorlar. Belki de insanlar arasından seçilen bu düzeyde bir örnek kıssaya muhatap olan insanlara oldukça yakın bir durumu somutlaştırıyordu. Bunlar da hak içerikli mesaja karşı direniyor, inat ediyorlardı. Fakat ruhsal yapılan fazla kompleks değildi. Tersine biraz fazla basit ve ilkel düşünüyorlardı.

Kıssa ifade tarzı bakımından, Kuran'ın kıssaları sunmada başvurduğu sunuş yöntemlerinden birinin somut örneğidir. Kıssada gerçekleşmesi şiddetle beklenen sürprizler son derece belirgindir. Ayrıca yüce Allah'ın planı ve sağlam tuzağı karşısında çaresiz zavallı insanların tuzakları ile de alay ediliyor. Öte yandan kıssa çok canlı bir ifade tarzı ile sunuluyor. Öyle ki, dinleyici, -veya okuyucu sanki olaylar gözlerinin önünde akıp gidiyormuş gibi canlı olarak seyrediyor. Şu halde kıssayı surenin akışı içindeki durumuyla görmeye çalışalım.

Şu anda biz bahçe sahipleri ile karşı karşıyayız -Ayetin orijinalinde geçen "cennet" dünyadaki bahçedir, ahiretteki cennetle ilgisi yoktur-. Ve işte bahçe sahipleri bahçeleri hakkında geceden bir şeyler tasarlıyorlar. Rivayetlere göre önceki iyi niyetli salih sahibi döneminde yoksullar bahçenin meyvelerinden pay alıyorlardı. Fakat bu iyi niyetli salih insandan sonra bahçeye varis olanlar şimdi bahçenin tüm ürünlerine el koymak, yoksulları paylarından yoksun bırakmak istiyorlar. Şu halde olaylar nasıl gelişiyor seyredelim.

"Biz, vakti ile `bahçe sahiplerini' sınadığımız gibi bunları da sınadık. Hani onlar sabah olurken kimse görmeden onun mahsullerini toplayacaklarına yemin etmişlerdi. Onlar istisna etmiyorlardı: '

Bahçenin meyvelerini sabah erkenden devşirme ve yoksullara da bir şey bırakmama önerisi etrafında görüş birliğine varmışlardı. Bunun üzerine yemin etmiş, niyetlerini açıkça ortaya koymuşlardı. Kararlaştırdıkları bu kötülüğü nasıl gerçekleştireceklerini geceden tasarlamışlardı. Şu halde onları gafletleri ile veya gece boyunca tasarladıkları tuzakları ile baş başa bırakalım da, onların görmediği gecenin koyu karanlığında neler olup bittiğini seyredelim. Çünkü yüce Allah her zaman uyanıktır, onlar gibi uyumaz. Allah, onların tasarladıklarından farklı şeyler tasarlıyor. Hiç kuşkusuz bu, onların nimetten dolayı şımarmak, iyiliğe engel olmak yoksulun belirlenmiş payına el koymak gibi geceden tasarladıklarını planın karşılığıdır... Öte tarafta ise, gizliden gizliye onlara bir sürpriz hazırlanıyor. İnsanlar derin uykudayken gece karanlığında hayaletlerinkine benzer latif, görünmez hareketler cereyan ediyor:

"Ancak onlar uyurken Rabbinin katından gönderilen bir salgın o bahçeyi sarıvermişti de, bahçe simsiyah olmuştu:

Şimdi bir süre için bahçeyi ve bahçeye musallat olan salgını bir kenara bırakalım da gece boyunca bahçeleri ile ilgili planlar tasarlayanların ne yaptığını görelim.

Evet, onlar gece kararlaştırdıkları gibi sabah erkenden uyanmışlar. Verdikleri kararı uygulamak için birbirlerine sesleniyorlar:

"Sabahleyin birbirlerine seslendiler. Haydi ürünleri toplayacaksınız erkenden ekininize gidin' diye."

Geceden verdikleri kararı birbirlerine hatırlatıyor, birbirlerine tavsiyede bulunuyor, bu kararı uygulamaya birbirlerini teşvik ediyorlar.

Sonra surenin akışı onları alaya alma hususunda bir adım daha atıyor ve onları yürürken gizli gizli konuşurken, planlarını iyice sağlamlaştırırken, bütün ürünlere el koymaya, yoksullara paylarından yoksun bırakmaya ilişkin kararlarını iyice pekiştirirken tasvir ediyor.

"Derken yürüdüler ve şöyle fısıldaşıyorlardı : Sakın bu gün hiçbir yoksul bahçeye girip yanınıza sokulmasın."

Sanki şu anda Kuran'ı dinleyen veya okuyan bizler, bahçe sahiplerinin bilmediği, bahçenin başına gelen felaketi biliyor gibiyiz. Evet, gecenin koyu karanlığında bahçeye uzanan, tüm meyvelerini yok eden gizli ve latif ele şahit olmuştuk. Bahçenin bu gizli ve korkutucu salgından sonra tüm meyvelerin devşir ilmiş gibi simsiyah kesildiğini görmüştük. Öyleyse nefeslerimizi tutalım da gece boyunca planlar kuran bu adamlar ne yapacaklar onu görelim.

Surenin akışı hala geceleyin gizli planlar kuran bu adamlarla alay etmeyi sürdürüyor:

"Ürünleri toplayacaklarından emin olarak erkenden gittiler."

Evet onlar, yoksulların payını engelleyebilirler, onları yoksun bırakabilirler. En azından kendilerini yoksun bırakabilirler.

İşte şimdi bir sürprizle karşılaşıyorlar. Şu halde bu alaycı ifadelerin akışını seyredelim. Burada onların şaşkına döndüklerini, afallayıp kaldıklarını görüyoruz:

"Fakat bahçeyi görünce `Herhalde biz yolu şaşırdık' dediler."

Burası bizim meyve yüklü bahçemiz olamaz. Mutlaka yolumuzu şaşırmışız. Fakat dönüşü iyice kontrol ediyorlar ve;

"Hayır, doğrusu biz mahrum bırakıldık." diyorlar.

İşin aslına ilişkin doğru haber de bundan ibarettir.

Şimdi de başkalarına tuzak kurmanın, gizli planlar tasarlamanın, eldeki nimetlerden dolayı şımarıp yoksulların payına el koymanın elem verici akıbetini tadıyorlarken, aralarında en ılımlı, en akıllı ve en iyi olanı öne atılıyor. Öyle anlaşılıyor ki, bu adam ötekilerden farklı bir görüşe sahipmiş. Fakat, diğerleri karşı çıkıp kendisi yalnız kalınca onlara uymuş ve gördüğü gerçeği ısrarla savunamamıştı. Bu yüzden o da diğerleri gibi nimetlerden yoksun bırakılmak suretiyle cezalandırılmıştı. Fakat bu adam, burada daha önce kendilerine yönelttiği öğütleri, direktifleri hatırlatıyor:

"Ortancaları `Ben size demedim mi? Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih etmemiz gerekmez miydi?' dedi."

Şimdi, iş işten geçtikten sonra öğüt vereni dinliyorlar:

Rabbimizi noksan sıfatlardan tenzih ederiz, doğrusu biz kendi kendimize zulmetmişiz, dediler."

Tıpkı kötü sonuç karşısında sorumluluktan koşan, diğerlerini suçlamaya kalkışan her ortak gibi, onlar da suçu birbirlerine yüklüyorlar:

"Ardından kabahati birbirlerine yüklemeye başladılar."

Sonra, hep birlikte bu kötü akıbet karşısında birbirlerini kınamayı bırakıyor ve belki yüce Allah kendilerini bağışlar ve şımarmanın, yoksulun hakkını gasbetmenin, bu amaçla hile yapıp gizli planlar tasarlamanın kurbanı olan bahçelerini geri verir diye topluca suçlarını itiraf ediyorlar:

"Nihayet şöyle dediler: `Yazıklar olsun bize! Gerçekten biz azgın kimselermişiz. Belki Rabbimiz bize bundan daha iyisini verir: doğrusu artık, Rabbimizden dilemeliyiz."

Surenin akışı sahnenin perdesini indirmeden önce şu değerlendirmeyi işitiyoruz:

"İşte azap böyledir. Ahiret azabı ise elbette daha büyüktür. Keşke bilselerdi." İşte nimetle sınanmak böyledir. Şu halde Mekke müşrikleri "Vakti ile `bahçe sahiplerini' sınadığımız gibi onları da sınadığımızı" bilsinler. Sınavın perde arkasındadır hedefi görsünler. Ayrıca dünyadaki sınavdan ve azaptan daha büyük ve daha korkunç olanından sakınsınlar.

"Ahiret azabı ise elbette daha büyüktür. Keşke bilselerdi: '

Böylece Kureyşlilere içinde yaşadıkları ortamdan alınma pratik bir deneyim, aralarında yaygın olarak anlatılan bir kıssa örnek olarak sunuluyor. Böylece yüce Allah'ın geçmiş müşriklere ilişkin yasası ile şimdiki toplumlara ilişkin yasası birbirine bağlanıyor ve pratik hayatlarına en yakın olan bir üslupla kalplerine dokunuluyor. Aynı zamanda müminlere, müşriklerin -Kureyş kabilesinin ileri gelenlerinin- sahip bulundukları geniş imkanların, servetin ve nimetin Allah tarafından kendilerine bir sınav aracı olarak verildiği hatırlatılıyor. Bu sınavın sonuçlarının, akıbetlerinin olduğu anlatılıyor. Yine insanların yoklukla sınandığı gibi nimetle sınanmalarının da bir yasa olduğu belirtiliyor. Ellerindeki nimetlerden dolayı şımaran, iyiliğe engel olan sahip bulundukları mal-mülkle övünenlere gelince işte bu kıssa da onların akıbetleri anlatılıyor: "Ahiret azabı ise elbette daha büyüktür. Keşke bilselerdi." Allah'tan korkan, onun azabından sakınanlara gelince, onlar için Rabbleri katında nimet cennetleri vardır:

34- Muttakiler içinde Rabbleri katında nimet bahçeleri vardır."

Hiç kuşkusuz bu, tuttukları yol özleri birbirine karşıt olan iki ayrı grubun karşılaştığı birbirinin karşıtı iki akıbettir. İki ayrı yol izleyip iki ayrı sonuçla karşılaşan iki çelişik çizginin karşıtlığının ifadesidir bu.

Hiç yorum yok: