BESMELE

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيمِ

14 Temmuz 2009 Salı

ŞUAYB PEYGAMBER VE KAVMİ

Hud Suresi
ŞUAYB PEYGAMBER VE KAVMİ
Şimdi yine ölümsüz İslâm inancının peygamberlik misyonlarından biri karşısındayız. Bu misyonu üstlenen peygamberin adı Hz. Şuayb'dır. O, bu misyonu soydaşları olan Medyenliler arasında yürütmekle görevlidir. Bu misyonda Allah'ın birliği çağrısı yanında başka bir mesele daha ön plandadır. Bu mesele insanlar arası ilişkilerde adaleti, güvenirliği ve dürüstlüğü egemen kılma meselesidir. Bu mesele ile Allah'ın birliğine inanma, egemenliği O'nun tekeline verme, O'nun yasalarına ve buyruklarına uyma tutumu arasında köklü ve sıkı bir bağ vardır. Oysa Medyenliler bu yoldaki çağrıyı son derece büyük bir hayretle karşılamışlar, insanlar arasındaki mali ilişkiler ile yüce Allah'ın egemenliğini benimsemiş olmanın eylemsel bir ifadesi olan namaz arasındaki ilişkiyi kavrayamamışlardır.
Hikâyenin akışı, "Hz. Hud ile Adoğulları" hikâyesine "Hz. Salih ile Semudoğulları" hikâyesine benziyor. Gerçi gerek sonucu, gerek anlatım üslubu ve gerekse sonucuna ilişkin değerlendirmesi açısından Hz. Salih ile Semudoğulları'na daha çok benziyor. Hatta bu iki hikâyede, günahkârlara verilen ceza ile bu cezayı anlatan ibareler ortaktır.
84- Medyenoğulları'na da kardeşleri Şuayb'ı peygamber olarak gönderdik. Şuayb dedi ki; "Ey soydaşlarım, sadece Allah'a kulluk sununuz, O'ndan başka ilahınız yoktur. Birşey ölçer ya da tartarken eksik ölçüp tartmayınız. Bolluk içinde olduğunuzu görüyorum, ama sizin hesabınıza kıyamet gününün geniş kapsamlı azabından korkùyorum. "
Ayetin birinci bölümünde yüce Allah'ın ortaksız egemenliğinin benimsenmesi telkin ediliyor. Bu ilke, inancın da, hayat sisteminin de, yasal düzenin de, insanlar arası ilişkilerin de temelidir. Bu temel ilke olmadıkça ne inanç, ne ibadet ve ne de insanlar arası ilişkiler ayakta durabilirler. Şimdi de ayetin ikinci kısmı ile sonraki iki ayeti inceleyelim:
" . Bir şey ölçer ya da tartarken eksik ölçüp tartmayınız. Bolluk içinde
olduğunuzu görüyorum, ama sizin hesabınıza kıyamet gününün geniş kapsamlı azabından korkuyorum.
85- "Ey soydaşlarım, bir şey ölçer ya da tartarken adalete uyarak ölçüyü ve tartıyı tam tutunuz.' Halkın mallarına düşük değer biçmeyiniz. Yeryüzünde kargaşa çıkarıp dirliği bozmayınız. "
86- "Eğer mü'min kimseler iseniz, Allah'ın size bıraktığı pay, hakkınızda daha hayırlıdır. Ben sizi gözetlemekle, korumakla görevli değilim. "
Bu ayetlerin gündeme getirdikleri mesele -Allah'ın birliğine ve kayıtsız egemenliğine inanma meselesinden sonra- adalet, dürüstlük ve güvenirlik meselesi, ya da Allah'a inanma ve ortaksız egemenliğini benimseme ilkesinden kaynaklanan yasa ve insanlar arası ilişkiler meselesidir. Sebebine gelince, Medyenliler'in yurdu, Hicaz'ı Şam'a bağlayan ana yol üzerinde idi. Bu yüzden ana geçim kaynakları ticaret idi. Fakat ticaretleri sırasında ölçüde ve tartıda hile yapıyorlar, ayrıca halkın mallarını düşük fiyata satın alıyorlardı. Bu, mertliği ve şerefi zedelediği gibi, insanın kalbini ve elini de kirleten çirkin bir huydu. Bunun yanısıra işlek bir ticaret yolu üzerinde oturdukları için, Arap Yarımadası'nın güneyi ile kuzeyi arasında gidip gelen kervanların yollarını kesebiliyorlar, önlerine çıkıp haraç isteyebiliyorlar ve yüce Allah'ın bu surede sözünü ettiği yolsuz kazanç türlerinden canlarının istediğini yolculara dayatıyorlardı.
İşte Allah'ın birliğine inanmak ve O'nun ortaksız egemenliğine teslim olmak ilkesi ile güvenilirlik, dürüstlük, temizlik, insanlar arasındaki ilişkilerde adalete uymak, alırken ve verirken şerefli davranmak, gerek fertlerin ve gerekse devletin işlediği gizli hırsızlıklarla, yolsuzluklarla mücadele etmek arasındaki ilişki burada kendini gösterir. Allah'ın birliğine inanmak ile O'nun ortaksız egemenliğini benimsemek, bu fonksiyonu ile insana daha yaraşır bir sosyal hayatın teminatı olduğu gibi, sosyal adaletin ve sosyal barışın da güvencesidir. Allah korkusuna ve O'nun hoşnutluğunu kazanma arzusuna dayanan tek güvence budur. Bu güvence bu niteliği ile şahsi çıkarlara ve keyfi arzulara göre oynaklık göstermeyen sarsılmaz bir temele dayanmış olmaktadır.
İnsanlar arası ilişkiler ve ahlâk kuralları, mutlaka değişken faktörlerden etkilenmeyen, sağlam bir temel üzerine oturtulmalıdır. İslâmın görüşü budur. Bu görüş ile sosyal ilişkileri ve ahlâk kurallarını, insan düşüncelerine, insan yorumlarına, insanlarca ortaya konmuş kurumlara ve görülebilen şahsi çıkarlara dayandıran teoriler arasında köklü bir farklılık vardır.
Eğer sosyal ilişkiler ile ahlâk kuralları değişmez bir tabana oturtulursa, maddi ve kısa vadeli çıkarlardan etkilenmedikleri gibi sosyal çevre ile bu çevreye egemen olan yozlaştırıcı etkenlerden de etkilenmezler.
O zaman ahlâk kurallarının ve insanlar arası ilişkilerin belirleyici faktörü toplumda egemen olan "üretim tarzı" olmaz. Başka bir deyimle toplumların göçebelik-çobanlık dönemlerinde başka, tarım toplumlarında başka ve endüstri aşamasındaki toplumlarda başka ahlâk kuralları ve sosyal ilişkiler geçerli olmaz. Eğer hayatın tüm kesimlerini kapsayan yasaların kaynağı, yüce Allah'ın hukuk sistemi (Şeriatı) olursa, eğer ahlâkın temel dayanağı yüce Allah'ın hoşnutluğunu kazanarak vereceği sevabı elde etmek ve biçeceği cezadan korunmak olursa, bu değişken faktörler ahlâk kuralları ve insanlar arası ilişkilerde etkili olamazlar. İnsan ürünü teorilerin savunucuları, ahlâk kurallarının ekonomik ilişkilerin ve toplumun gelişmişlik düzeyinin bağımlı sonuçları olduklarını ballandıra ballandıra anlatırlar. Oysa İslâmcı ahlâk görüşünün ışığı altında bu yaklaşım geçersiz kalır. Bu açıklamayı burada noktalayarak şimdi ayetleri inceleyelim:
"Bir şey ölçer ya da tartarken eksik ölçüp tartmayınız. Bolluk içinde olduğunuzu görüyorum."
Yüce Allah size bol kazanç bağışladı. Daha çok kazanmak için böyle alçakça yollara başvurmaya muhtaç değilsiniz. Eğer eksik ölçüp tartmaktan kaçınırsanız fakir düşecek, maddi zarara uğrayacak değilsiniz. Tersine gerçekleştirdiğiniz hileli ticari işlemler, yaptığınız yolsuz alışverişler, içinde yaşadığınız bu bolluğu, bu refahı tehdid edici bir faktördür. Devam ediyoruz:
"Ama sizin hesabınıza kıyamet gününün geniş kapsamlı azabından korkarım."
Bu azapla ahirette, yüce Allah'ın katında yüzyüze geleceğiniz gibi, daha dünyadayken de yüzyüze gelebilirsiniz. Bu şöyle olur. Yaptığınız hileler ve bunların doğuracağı kinler sosyal hayatta ve ticari ilişkilerde acı meyvalarını verir. İnsanlar bütün gündelik davranışlarında, bütün sosyal ilişkilerinde ve bütün sürtüşmelerinde birbirlerinin darbesini yerler.
Hz. Şuayb, bu dürüstlüğe ilişkin öğüdünü demin "hile yapmayın" şeklinde vermişti. Şimdi ise aynı öğüdü "doğru olun" şeklinde tekrarlıyor. Okuyalım:
"Ey soydaşlarım, bir şey ölçer ya da tartarken adalete uyarak ölçüyü ve tartıyı tam tutunuz."
"Ölçüyü ve tartıyı tam tutma" ifadesi "eksik ölçüp tartmama" ifadesinden daha güçlüdür. Çünkü birinci ifade "müşteri lehine işleyecek bir fazlalık" yapma tarafına daha yakındır.
Bu ifade somut çağrışım zenginliği taşır. Çünkü "tam tartma", "eksik ölçüp tartmama"dan farklı çağrışımlara yolaçar. Çünkü bu ifade, kolaylaştırma ve karşı tarafın hakkını tanıma açısından daha yüklüdür. Devam ediyoruz:
"Halkın mallarına düşük değer biçmeyiniz."
Bu ifade, hem ölçülebilir ve hem de tartılabilir bütün malları ve eşyayı içine alır. Her tür eşyanın doğru değerlendirmesini emreden kapsamlı bir direktiftir. Tartarken, ölçerken, fiyatlandırırken maddi ve manevi anlamda değer biçerken hile yapmayı yasaklar. Emekler, davranışlar, beceriler ve nitelikler de bu kapsama girer. Çünkü aslında somut nesneler için kullanılan "şey" sözcüğü, kimi zaman soyut değerler için de kullanılır.
İnsanların mallarına düşük değer biçerek onları aldatmak, bir zulüm türü olmasının ötesinde, insanların vicdanlarına kötü duyguların tohumlarını da eker. Acı, kin; adaletten, iyilikten ve doğru değerlendirme kriterlerinden umut kesmek, sözünü ettiğimiz kötü duyguların başlıcalarıdır. Bu duygular. toplumsal birliği, kişiler arası ilişkileri, sosyal dayanışmayı, fertlerin vicdanlarını ve duygu dünyalarını sarsıntıya uğratırlar. Sosyal hayatta hiçbir sağlıklı kurum ve değer bırakmazlar. Devam ediyoruz:
"Yeryüzünde kargaşa çıkarıp dirliği bozmayınız."
Ayetteki "tasev" kelimesinin kökü olan "usuv" sözcüğü "bozgunculuk yapmak" demektir. Yani bile bile kargaşa çıkarmayınız; kargaşa olsun, işler karışsın diye çalışarak toplumun dirliğini sarsmayınız.
Ayette daha sonra hilekârlığı alışkanlık haline getirmiş olan bu adamların vicdanları uyarılmaya çalışılıyor. Ölçüyü ve tartıyı eksik tutarak, halkın ellerindeki mallara düşük değer biçerek elde edecekleri kirli kazançtan daha kalıcı bir yarara dikkatleri çekilmeye çalışılıyor. Okuyoruz:
"Eğer mü'min kimseler iseniz, Allah'ın size bıraktığı pay, hakkınızda daha hayırlıdır."
Arkasından kendilerini bu çağrı ile başbaşa bırakarak aradan çekiliyor. Onlara kendisinin hiçbir şey yapamayacağını belirtiyor. Ayrıca onları kötülüklerden ve azaptan da korumakla görevli değildir. Onları sapıklıktan korumakla görevli olmadığı gibi sapıtmalarından sorumlu da değildir. Onun tek görevi, ilahi mesajı duyurmaktı ki, o görevi de yerine getirmişti. Okuyalım:
"Ben sizi gözetlemekle; korumakla görevli değilim."
Bu tür bir ifade, karşı tarafa meselenin ciddiyetini ve sorumluluklarının ağırlığım hissettirir. Onları aracısız ve koruyucusuz olarak davranışların akıbeti ile yüzyüzè getirir.

Hiç yorum yok: