BESMELE

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيمِ

14 Temmuz 2009 Salı

İNSANLIK AYNIDIR

Hud Suresi
İNSANLIK AYNIDIR
Hud suresinin bu san bölümü, surenin önceki bölümlerine, surenin giriş kısmına ve surede yeralan hikâyelere dayalı olarak gelişen çeşitli yorumları ve değerlendirmeleri kapsamaktadır. Bu yorumlar ve değerlendirmeler ile surenin geçen bölümleri arasında sıkı bir bağ vardır. Bu bölümleri bütünleyerek surenin hedeflerini gerçekleştirmektedirler.
Şu anda ele almak üzere olduğumuz bu derste yeralan ilk değerlendirme, surede geçen hikâyelerle doğrudan ilgilidir:
"Ya Muhammed, sana anlattığımız bu olaylar, bazı şehirlerin hikâyeleridir. Bu şehirlerin kimisï halâ duruyor, kimisi de biçilmiş ekin tarlasına dönüşmüştür."
"O şehirlerin halklarına biz zulmetmedik, tersine onlar kendilerine zalimlik ettiler. Allah'ın azaba ilişkin emri geldiğinde Allah dışında imdada çağırdıkları düzmece ilahları, hiçbir dertlerine deva olmadılar, yıkımlarını arttırmaktan başka hiçbir işlerine yaramadılar."
"İşte Rabbin, zalim halkların şehirlerinin yakasından tutunca böyle tutar. Hiç kuşkusuz O'nun yakaya yapışması pek sert ve acıklıdır."
İkinci değerlendirme, geçmişte bazı şehirlerin başına inen azabı, ahiret azabından duyulacak şiddetli korkuya bir işaret olarak sunuyor. Ve olay son derece hareketli bir kıyamet sahnesinde canlandırılıyor:
"Ahiret azabından korkanlar için bu olaylardan çıkarılacak dersler vardır. O gün tüm insanların toplantı günüdür, herkes o günün canlı tanığı olacaktır."
"Biz o günü, sadece sayılı günlerin sonuna kadar erteliyoruz."
"O gün geldiğinde Allah'ın izni olmadıkça hiç kimse konuşamaz. O gün kimi insanlar mutlu, kimisi ise bedbahttır."
"Bedbahtların varacakları yer cehennem ateşidir. Onların orada ahlandıkları, vahlandıkları, hırıltılı seslerle inledikleri duyulur."
Gökler ile yer dùrdukça, Rabbinin dileği uyarınca cehennemlikler orada sürekli kalacaklardır. Hiç kuşkusuz Rabbin neyi isterse onu yapar."
"Mutluların varacakları yer ise cennettir. Gökler ile yer durdukça Rabbinin dileği uyarınca, cennetlikler kesintisiz bir bağış olarak orada sürekli kalacaklardır."
Bu değerlendirmeyi, geçmişteki şehirlerin akıbetinin ve kıyamet sahnesinin uzantısı bir başka değerlendirme izliyor. Bu değerlendirmenin amacı da Hz. Muhammed'in -salât ve selâm üzerine olsun- karşı koyduğu müşriklerin kendilerinden önce yaşamış müşriklerden farklı olmadığını vurgulamaktır. Şayet bunlar da geçmişteki müşrikler gibi kökten yokedilme azabı ile cezalandırılmıyorlarsa, bu Rabbinin belli bir süreyi kapsamak üzere verdiği bir sözden dolayıdır. Nitekim kendilerine kitap geldikten sonra aralarında görüş ve inanç ayrılığına düşmelerine rağmen Musa'nın kavmine ilişkin azap da ertelenmiştir. Ne var ki, bunlar da, onlar da kesinlikle yaptıklarının karşılığını göreceklerdir. O halde, ey peygamber, seninle birlikte Allah'a yönelen mü'minlerle birlikte kendi yolunu izle. Sakın zalimlere ve müşriklere dayanıp, güvenme. Namazı kıl ve sabret. Çünkü Rabbin iyi kimseleri mükâfatsız bırakmaz.
"Ey Muhammed, şu müşriklerin taptıkları ilahların düzmece oldukları konusunda sakın kuşkun olmasın. Onlar vaktiyle atalarının yaptıkları gibi asılsız ilahlara tapıyorlar. Onlara hakettikleri karşılığı eksiksiz olarak vereceğiz."
"Musa'ya da kitap verdik, fakat bu kitap (Tevrat) hakkında insanlar görüş ayrılığına düştüler. Eğer Rabbinin daha önce verilmiş kesin hükmü olmasaydı, o anlaşmazlığa düşenler hakkında çoktan hüküm verilirdi. Müşrikler Kur'an konusunda koyu bir kuşku içindedirler."
"Kuşku yok ki, Rabbin onların tümüne davranışlarının karşılığını tam olarak verecektir. Hiç şüphesiz O, onların neler yaptıklarından haberdardır."
"Ey Muhammed, sana emredildiği gibi dosdoğru ol; yanındaki eski sapıklıklarından tevbe edenler de öyle olsunlar. Sakın ölçüleri aşmayınız. Hiç kuşkusuz Allah bütün yaptıklarınızı görür."
"Sakın zalimlere eğilim, yakınlık göstermeyiniz. Yoksa cehennemin ateşi yakalar sizi; Allah'dan başka bir dostunuz, bir dayanağınız yoktur. O zaman O'nun yardımını göremezsiniz."
"Gündüzün iki ucunda ve gecenin ilk saatlerinde namaz kıl; iyi ameller kötülükleri giderirler. Bu hatırlatmalar öğüt alacak yetenekte olanlar için birer öğüttür."
"Müşriklerin sana çektirdikleri sıkıntılara karşı sabret; çünkü Allah iyi davranışları ödülsüz bırakmaz."
Ardından, yeryüzünde bozgunculuk yapmaktan kaçınan çok az kimsenin bulunduğu, çoğunluğunsa bozgunculuğa dalıp, yok edilmeyi hakettiği geçmiş çağlara dönülüyor:
"Sizden önceki kuşaklardan, yeryüzünde bozgunculuktan sakındıran birtakım akıllı ve erdemli kimseler çıksaydı ya! Sadece toplu felâketlerden kurtardığımız az sayıda kimse bu görevi yerine getirdi. Zalimler ise kendilerini şımartan ihtiraslarına kapılarak ağır suçlara daldılar."
"Sözkonusu şehirlerin hakları doğru yoldayken, Rabbin oraları haksızlıkla helâk etmiş değildir."
İnsanların tuttukları yol ve eğilimler açısından farklı özelliklere sahip olmalarına ilişkin yüce Allah'ın yasası gözler önüne seriliyor. Şayet Rabbin dileseydi, insanları tek bir ümmet olarak yaratırdı. Ne var ki, onun iradesi insanlara bir ölçüde seçme özgürlüğünü vermeyi öngörmüştür.
"Eğer Rabbin dileseydi, tüm insanları tek-bir ümmet yapardı. Oysa insanlar sürekli görüş ve inanç ayrılığı içindedirler."
"Yalnız Rabbinin merhametine mazhar olabilenler doğru yolda görüş ve inanç birliği sağlayabiliyorlar. Zaten Allah insanları bunun için yarattı. Rabbinin `Cehennemi, mutlaka insanlarla ve cinlerle dolduracağım" şeklindeki sözü çoktan kesinleşti."
En sonunda ayetlerin akışı, bu surede yeralan hikâyelerin amaçlarından birini de açıklıyor. Peygamberin gönlünü ferahlatma, azmini pekiştirmek... Hz. Peygambere, müşriklere son sözünü söylemesi, onlara Allah'a özgü gaybın kapsamındaki akıbetlerine havale etmesi, Allah'a ibadet edip O'na dayanması, yaptıklarına karşılık insanları sorgulama işini Allah'a bırakması emrediliyor.
"Sana anlattığımız, önceki peygamberlerin hayatlarına ilişkin her olay, gönlünü ferahlatmayı ve azmini pekiştirmeyi amaçlıyor. Bu hikâyeler sana gerçeği ilettikleri gibi, mü'minler için de öğüt ve hatırlatma niteliğindedirler?"
"İnanmayanlara de ki, "Siz bildiğiniz gibi hareket ediniz, biz de bildiğimiz gibi hareket edelim."
"Bekleyiniz bakalım, biz de bekliyoruz."
"Göklere ve yere ilişkin bilinmezliklerin (gaybın) bilgisi Allah'ın tekelindedir. Her işin kesin çözüm mercii O'dur. Öyleyse sırf O'na kulluk sun, yalnız O'na dayan; Rabbin onların neler yaptıklarından habersiz değildir."
ÜRPETİCİ SAHNELER
100- Ya Muhammed, sana anlattığımız bu olaylar, bu şehirlerin hikâyeleridir. Bu şehirlerin kimisi halâ duruyor, kimisi de biçilmiş ekin tarlasına dönüşmüştür. "
101- O şehirlerin halklarına biz zulmetmedik, tersine onlar kendilerine zalimlik ettiler. Allah'ın azaba ilişkin emri geldiğinde Allah dışında imdada çağırdıkları düzmece ilahları, hiçbir dertlerine deva olmadılar, yıkımlarını arttırmaktan başka hiçbir işlerine yaramadılar. "
102- İşte Rabbin, zalim halkların şehirlerinin yakasından tutunca böyle tutar. Hiç kuşkusuz O'nun yakaya yapışması pek sert ve acıklıdır.
Bu kavimlerin gözler önüne serilen acıklı akıbetleri ve sahneleri insanın ruhuna, hayaline sıkıntı vermektedir. Kimisi her tarafı kaplayan tufanın dalgaları arasında boğulmuş, kimisi her şeyi kasıp kavuran kasırgaya yakalanmış, kimisi dehşet verici bir gürültüye tutulmuş, kimisi yurtları ile birlikte yer tarafından yutulmuş. Kimisi de kavimlerine öncülük edip kıyamette onları ateşe sürüklemiş, bu arada dünyada iken başlarına gelenler dikkatlere sunulmuş. Bu noktada, surenin akışı bu yok edilmeler ve dehşet verici sahnelerle kalplerin ve duyguların derinliklerine etki etmişken, şu değerlendirme yeralıyor:
"Ya Muhammed, sana anlattığımız bu olaylar, bazı şehirlerin hikâyeleridir. Bu şehirlerin kimisi halâ duruyor, kimisi de biçilmiş ekin tarlasına dönüşmüştür."
"Sana anlattığımız bu olaylar bazı şehirlerin hikâyeleridir."
Bu konuda senin hiçbir bilgin yoktu. Bu örtülü gaybı sana haber veren, vahiydir. Bunlar Kur'an'daki hikâyelerin gerçekleştirmek istedikleri hedeflerden bazılarıdır.
"Bu şehirlerin kimisi halâ duruyor."
Bu şehirlerin kalıntıları, o toplumların güç ve uygarlık alanında ulaştıkları düzeye tanıklık etmektedir. Ahkaf bölgesindeki Ad kavmi ile Hicr bölgesindeki Semud kavminin kalıntıları gibi.
"Kimisi de biçilmiş ekin tarlasına dönüşmüştür."
Bir tarla gibi biçilmişlerdir. Topraktan koparılmışlardır, yerleri kupkuru ekinsiz bir tarla gibi kalmıştır. Nuh veya Lût kavimlerinde olduğu gibi.
Nedir toplumlar? Nedir uygarlıklar? Tıpkı bitki tarlaları gibi bunlar da insan tarlası değil mi? Bunun da bazı fidanları temiz, bazısı pistir. Bazısı gelişir, bazısı kurur.
"O şehirlerin halklarına biz zulmetmedik, tersine onlar kendilerine zalimlik ettiler."
Çünkü onlar kavrama yeteneklerini devre dışı bırakmışlardı. Doğru yola sırt çevirmişlerdi. Allah'ın ayetlerini yalanlamışlardı. Tehditleri alaya almışlardı. Bu yüzden, zulme uğramayan buna karşın kendi kendilerine zulmeden toplumların başına gelen, onların da başına gelmiştir.
"Allah'ın azaba ilişkin emri geldiğinde Allah dışında imdada çağırdıkları düzmece ilahları, hiçbir dertlerine deva olmadılar, yıkımlarını arttırmaktan başka hiçbir işlerine yaramadılar."
Bu da Kur'an'da yeralan bu hikâyelerin gerçekleştirdiği bir başka hedef. bilindiği gibi bu sure Allah'dan başkasının hükmüne başvuranlara, O'ndan başkasına itaat edenlere yönelik bir uyarı ile başlamıştı. Her gelen peygamberle birlikte bu uyarı yinelenmiş ve onlara şöyle denmişti: "Şu sahte Rabbler sizi Allah'a karşı koruyamayacaklardır." İşte bakın, akıbetler, bu uyarıyı doğrulamaktadır. Allah'a ortak koştukları sahte tanrılar hiçbir işlerine yaramadı. Rabbinin azaba ilişkin emri geldiğinde, bu azabı durduramadılar. Daha doğrusu bu düzmece tanrılar, onların hüsranını, yok edilişlerini arttırmaktan başka bir işe yaramadılar. (Ayette geçen "Tetbib" ifadesi yapısı ve sert vurgusu ile oldukça güçlü bir ifadedir) Bu şu demektir: Onlar o sahte ilahlara güvenip dayandılar. Bunlar da onların şımarıklıklarını, yalanlamalarını arttırdılar. Yüce Allah da başlarına gelen felâketi, yokolma azabını şiddetlendirdi. İşte "yıkımlarını artırmaktan başka hiçbir işlerine yaramadılar" ifadesinin anlamı budur. Çünkü bu düzmece tanrılar onlara herhangi bir zarar dokunduramadıkları gibi, bir yarar dokundurma gücüne de sahip değiller. Ne var ki, bu düzmece tanrılar yüzünden müşriklerin zararı ikiye katlanıyor, yokoluşları ağırlaşıyor, başlarına gelen felâket dayanılmaz oluyor.
"İşte Rabbin, zalim halkların şehirlerinin yakasından tutunca böyle tutar."
Sana anlattığımız şekilde... Rabbin şehirlerin yakasına, zulümlerinden dolayı yapışınca böyle yokeder. Böyle bir felâket indirir başlarına. Zulmettiklerinde, yani Rabblik açısından Allah'a ortak koşmak, yeryüzünde bozgun çıkarmak, tevhid ve ıslah çağrısına sırt çevirmek suretiyle kendi kendilerine zulmettiklerinde... Artık bu şehirlerde zulüm alabildiğine yaygınlaşır. Zalimler egemen olurlar.
"Hiç kuşkusuz O'nun yakaya yapışması pek sert ve acıklıdır."
Ama kendilerine belli bir süre tanındıktan, dünya nimetlerinden diledikleri gibi yararlanma fırsatı bulup denemeye tabi tutulduktan, peygamberler apaçık belgelerle gelip bahanelerini ortadan kaldırdıktan, ayrıca toplumu ıslah etmek için mücadele eden hak davetçilerinin azınlıkta oldukları, sapıklığın kol gezdiği zalim toplumun hayatında hiçbir etkinlikleri olmadığı ortaya çıktıktan sonra... Ayrıca mü'min topluluk, sapıklı içinde yüzen kavimlerinden tamamen ayrılıp, kendini ayrı bir dine, ayrı bir i aha, bağımsız mü'min bir önderlik kadrosuna ve ayrı bir dostluk bağı etrafında kümelenmiş farklı bir millet olarak tanımladıktan sonra... Arkasından tüm bu gerçekleri müşrik kavmine açıkça duyurup, onları zaman boyunca değişikliğe uğramamış yasa uyarınca, yüce Allah'ın takdir ettiği akıbetleri ile başbaşa bıraktıktan sonra...
BİR DE AHİRETTE AZAP
Bu zorlu ve acıklı cezalandırma, ahirette karşılaşılacak azabın belirtisidir. Ahiret azabından korkanlar bunu görürler. Daha doğrusu, bu dünyada zalimliklerinden dolayı şu şehirlerin halklarının başına geleni, ahirette de günahları yüzünden yakalarına yapışacak azabın dehşetini kavramak için basiretlerini açan ve azaptan çekinenler bunun farkındadır. Burada ayetlerin akışı, konunun bütünlüğü içinde iki yolculuğu birbirine bağlamak için Kur'an'ın yöntemi uyarınca, insan kalbini dünya sahnesini seyrederken alıp, kıyamet sahnelerini seyretmeye götürüyor.
103- Ahiret azabından korkanlar için bu olaylardan çıkarılacak dersler vardır. O gün tüm insanların toplantı günüdür, herkes o günün canlı tanığı olacaktır.
104- Biz o günü, sadece sayılı günlerin sonuna kadar erteliyoruz.
105- O gün geldiğinde Allah'ın izni olmadıkça hiç kimse konuşamaz. O gün kimi insanlar mutlu, kimisi ise bedbahttır.
106- Bedbahtların varacakları yer cehennem ateşidir. Onların orada ahlandıkları, vahlandıkları, hırıltılı seslerle inledikleri duyulur.
107- Gökler ile yer durdukça, Rabbinin dileği uyarınca cehennemlikler orada sürekli kalacaklardır. Hiç kuşkusuz Rabbin neyi isterse onu yapar.
108- Mutluların varacakları yer ise cennettir. Gökler ile yer durdukça Rabbinin dileği uyarınca cennetlikler kesintisiz bir bağış olarak orada sürekli kalacaklardır.
Onların çarpıldıkları bu çetin, bu acıklı cezada ahiret azabına benzer yönler vardır. İnsana o günü hatırlatıyor, insanı o günün azabından korkutuyor. Gerçi bu olayı sadece ahiretten korkanlar görebilir. Basiretleri ve kalpleri parlatan bu takva sayesinde basiretleri açılır.
Ahiretten korkmayanlara gelince, onların kalpleri taşlaşmıştır, Allah'ın ayetlerini algılayacak şekilde açılmaları mümkün değildir. Yaratılış ve yeniden dirilişin hikmetini anlayamazlar. Bu işlemin sadece dünya hayatında meydana gelen kısmını görebilirler. Fakat bu dünya hayatında meydana gelen ibret verici olaylar bunlara ne öğüt verir, ne de anlamalarını sağlar.
Sonra bu günün tanıtımına geçiliyor:
"O gün tüm insanların toplantı günüdür. Herkes o günün canlı tanığı olacaktır."
Burada toplanma sahnesi tüm yaratıkları kapsayacak genişlikte canlandırılıyor. Bu toplantı, istekleri dışında gerçekleşiyor. Her şeyin apaçık sergilendiği sahneye doğru genel bir hazırlıktır bu. Herkes geliyor. Ve herkes biraz sonra neler olacağı beklentisi içindedir.
"O gün geldiğinde Allah'ın izni olmadıkça hiç kimse konuşamaz."
Bu ürkütücü suskunluk herkesi, her yeri kaplamıştır. İçindekilerle birlikte kuşatıcı bir dehşet çökmüştür sahnenin üzerine. Konuşmak izne bağlıdır. Hiç kimse isteğini ifade etme cesaretini bulamaz kendisinde. Ancak yüce Allah'ın dilediği kimselere konuşma izni verilir. Onun izni ile suskunluğu bozar. Sonra ayırım ve dağıtım işlemi başlıyor.
"O gün kimi insanlar mutlu, kimisi ise bedbahttır."
Bu sözlerin arkasından "bedbahtların" cehennemde canlarının sıkıldığını seyrediyoruz. Sıcaktan, kapalılıktan ve sıkıntıdan "ahlandıklarını, vahlandıklarını, hırıltılı seslerle inlediklerini" gözlüyoruz. "Mutlular" ise cennettedirler. Orada sürekli bir bağışla karşılandıklarını, bu bağışın hiçbir zaman, kesintiye uğramadığını, durdurulmadığını görüyoruz.
"Göklerle yer durdukça."
Her iki grup da bulunduğu yerde sürekli kalacaktır. Bu ifade zihinde süreklilik ve kesintisizlik anlamını canlandırmaktadır. Her ifadenin bir gölgesi vardır. Burada yeralan bu ifadenin gölgesi de budur.
Ancak ayetlerin akışı her iki durumdaki sürekliliği de Allah'ın dilemesine bağlamıştır. Her karar, her kanun sonunda O'nun dilemesine bağlıdır çünkü. Kanunları belirleyen Allah'ın iradesidir, O'nun iradesi bu kanunla kayıtlı, onlarla sınırlı değildir. O'nun iradesi serbesttir, dilediği zaman bu kanunları değiştirir.
"Kuşkusuz Rabbin neyi isterse onu yapar."
Ayetlerin akışı mutluların içinde bulundukları güvenli durumu daha bir arttırmak için, Allah'ın iradesinin onlara yönelik bağışının kesintisiz olmasını dilediğini belirtiyor. Söz gelişi cennetteki yerleri değiştirilse bile, Allah'ın onlara yönelik bağışı kesintiye uğramayacaktır. Böyle bir şey sözkonusu olmamakla beraber, sınırlanacağı sanıldığı bir sırada bile yüce Allah'ın iradesinin serbestliğini vurgulamak için yeralıyor bu ifade.

Hiç yorum yok: